Mahallenin bütün kedileri bizi tanıyor. Abartmıyorum.

Geçen sene pencereler açıkken sunmadığımız halde oda konaklama hizmetimizden yararlanmak için içeri girenler, memnuniyetlerini diğer kedilere de miyavlamış olmalılar ki kış başından beri hepsi bizim mutfak penceresinin önünde…

Ne çekiyorsam yumuşak yüzümden çekiyorum.

Evde zaten kadrolu iki kedi var, hatta bir ara kontenjandan bir yavru daha katılmıştı aramıza ama Allah yüzümüze baktı da onu tüm sevimliliğinin yüzü suyu hürmetine oğlumun dershanedeki İngilizce öğretmeni sahiplendi. Tabii bizim evdeki kedi yavrusunu Bakırköy’ün göbeğindeki dershanedeki öğretmenin nasıl görüp de Cem’den almayı kabul ettiği ayrı bir yazı konusu olabilirdi ama bahsetmesem çatlarım.

Olay şöyle gelişti. Bir gün oğlum eve boynundan yaralanmış, karnı davul gibi olmuş, arka ayağı kırık ve taş çatlasa 2 haftalık bir yavru kedi getirdi. Daha doğrusu üst komşumuzun oğlu sahiplenmiş ama annesi eve almadığı için bizde kalmasına karar verilmiş. Ben çalışıyorum ya ev tekke mübarek. Ayrıca nasılsa iki kediye bakıyoruz ha iki ha üç ne farkeder diye düşünülmüş olmalı. Edilgen cümleler kurduğuma bakılmasın, karar ve düşüncenin öznesi bizzat oğlum aslında.

Veteriner yaşamaz bu yavru dedi. Aslında her gün “yaşamaz bu yavru”dan “yırttı kefeni kereta” noktasına getirmemiz bir haftamızı aldı sadece. Veterinerin şaşkın bakışlarındaki soruları kaale almadan Reiki ve sevginin gücüyle Keti’yi yaşattık. Niye adı Keti güzel bir soru olabilirdi eğer sorulsaydı ve biz de “ Öldü ölecek diye kediye isim koymayı unutunca ve kedi aşağı kedi yukarı diye çağırmaya alışınca ses uyumuna istinaden Keti demeye karar verdik” noolmuş yani derdik. Sorsaydınız tabii.

Keti hanım bu veteriner ziyaretlerinden sonuncusuna benim işte olduğum gün gitmek zorunda kalınca ve benim cin fikirli oğlumun onu eve dönüp bırakacak zamanı kalmayınca, dershaneye götürmeye karar vermiş. Kapıda güvenlik görevlisi kediyi içeri sokamayacağını söyleyince “Evim yakında bırakıp geleyim o zaman” demiş. Evin yakın olması yalan tabii, yan sokağa dönmüş, kediyi çantaya sokup hiç birşey olmamış gibi girmiş dershaneye. Sırasına oturunca da hayvancağız hava alsın diye çantanın fermuarını aralamış. Önce tatlı bir miyav sesi duyulmuş, ardından maviş gözleri taşıyan sarı minik bir kafa çantadan çıkıvermiş.

Ders iptal tabii.

Ben çıkışta almaya geldiğimde, Cem suçlu gözlerle bana bakınca olağanüstü hal ilan etmemi gerektiren birşeyler olduğunu anladım haliyle. “Anne Keti aşağıda” demesiyle gözümden şöyle sahneler geçti. Şimdi müdüre hanımdan dershaneye hayvan getirilmemesi ile ilgili uzun bir söylev dinleyeceğim, tüm idari kadro kınayan gözlerle bakacak ve ben görünmez olmayı dileyeceğim…

Hiç de umduğum gibi olmadı. Keti derhal alt kattaki çalışanlar ve müdüre hanım tarafından sahiplenilmiş, önünde bir mama tası, mıncık mıncık herkesin kucağında. Dershanenin maskotu mu olsun İngilizce öğretmeni evine mi götürsün konuşmalarını duyunca rahat bir nefes aldım. Onu verebileceğimiz iyi kapı bulduğumuza sevinecektim tam ama bu sevimli yavrudan ayrılmaya hiç hazır olmadığımızı farkettim birden ve soran gözlere cevap olarak “Bakarız”dedim sadece .

Böylece 4 hafta boyunca Keti hanım Cem Bey’le birlikte dershaneye taşındı. Hem de bu defa kapıdaki güvenlik görevlisinin gözüne sokula sokula… Burada sorulabilecek bir diğer soru da şu olabilirdi.Keti Hanım neden hemen verilmemişti? Çünkü kendisi bizzat akşamları kedi yatağına konuluyor bir tas mama rüşvet karşılığı kandırılarak eve sokulan biyolojik annesinin memesine yapışıyordu. Ölecek diye ilk hafta onu beslemeyi reddeden anasını ikna etme çabalarımız sonucu oğlum okulda biz işyerlerinde her tarafımızda kedi tırmıklarıyla dolaştık ama değdi. Anne sütü alarak hızla gelişti Keti ve sonunda ayrılık vakti geldi. Bakarız demiştik ve bakmıştık işte. Daha fazla uzatmaları oynamanın alemi yoktu…

Evlatlık verdiğimizin haftası Cem heyecanla beni aradı ve dedi ki “ Anne biliyor musun Keti dişi değilmiş erkekmiş!” Benim bir sinirim zıpladı nasıl kriz halinde gülüyorum. E ama siz doğru yerlerde soruları sormuyorsunuz bir sorun niye gülüyorsun diye. Valla anlatırım ama bu daha da uzun bir hikaye. Olsun diyorsanız okuyunca anlarsınız niye gülme krizine tutulduğumu.

Efendim aslında geçen yaz bizim sadece siyah beyaz bir kedimiz vardı. Sonra oğlum bir tane daha siyah beyaz kedi yavrusu getirdi eve. Daha doğrusu başka bir çocuk getirmişti ama akşam olunca annesinin kediyi eve almayacağı hatta gerekirse çocuğun da sokakta yatacağı tehdidi karşısında, asla böyle tehditler savurmayı beceremeyen tek anneye (bu ben oluyorum) sadece o gecelik kalıp kalamayacağı soruldu. Bir geceden birşey olmaz dedik ama bizim buralarda gecelerin kutuplardaki gibi 6 ay sürdüğüne ikna edildiğimizden, Minnoş Hanım bizde bayağı bir süre kaldı.

Sonra yağmurlu bir gecenin ardından uyandığımızda baktık ki Minnoş evde yok. Sanırız yağmur başlayınca pencereleri kapattığımızda dışarıda kalmıştı ve günlerce geri döner diye tüm pencereleri açık tutmamıza rağmen dönmedi. Onu takip eden haftalar boyu oğlum tüm Osmaniye sokaklarında Minnoşu aradı. Ona aldığı, yaptığı oyuncaklara bakıp bakıp hüzünlendi. Biz aslında gitti diye sevinmek istiyorduk ama oğlumun o haline gördükçe sevinemiyorduk işte bir türlü. Ayrıca bütün koltuklarımızı mahvetmesine rağmen galiba biz de sevmeye başlamıştık neredeyse o küçük cadıyı.

Derken bir gün oğlumun Minnoşu bulduk çığlığı kendisinden önce bahçeye geldi. Tüh kahretsin ve yaşasın nihayet duyguları arasında ben de bahçeye fırladım ve elindeki pislikten görünmeyen kediye bakakaldım, gerçekten Minnoş olabilir mi diye Osmaniye ilginç bir yer. Ankara, Van ve İran gibi Osmaniye’nin kendine has bir kedi cinsi var. Neredeyse her 3 kediden biri Minnoş olabilecek kadar klon kopya bir sürü siyah beyaz inek desenli kedi varken ihtimal düşüktü düşük olmasına ama telefonlarla daha önce çektiğimiz resimlerle karşılaştırdı Cem ve kesin hükmü verdi, bu Minnoş’tu.

İyi ama bu kedi yıkanmadan imkanı yok eve giremezdi. Çünkü eve girmesi demek otomatik olarak Cem’le aynı yatakta yatması demekti. Allahtan erken gelen babiş duruma el koydu. Önce veterinere gidecek sonra da eve dönüp bir güzel yıkayacaktık hanımefendiyi.Veterinere gider gitmez kaçan dişi kedimizi bulduğumuzu ve muayeneye getirdiğimizi söyledik. Aşılarını yaparken kaç aydır kayıp olduğunu sordu, 2 cevabını alınca anlamlı anlamlı bakmasına önce pek anlam veremedik tabii. Hımm dedi, o zaman kesin yüklüdür bu. Masaya koydu ve karnını yokladı evet şişlik var diye buyurdu kendileri ve ben bir yaprak gibi titredim. Doğduğunda kesinlikle sokağa atılamayacak yavrularım olacaktı aman Tanrım!!! Ne güzel. Hayır değil kabus. Evet.. Hayır. Evet galip geldi ve daha doğmamış yavruları benimsemiş halde eve döndük, kedimizi yıkadık. Ben bir yandan “Seni şıllık, koca peşine mi gittin sen, daha kendin bebeksin bebekleri mi olacak benim kızımın” şeklinde söylenerek bir yandan sevip bir yandan havluyla kuruluyordum ki elime poposuna yakın yerde bir misket büyüklüğünde bir şişlik geldi. Tanrım kist mi vardı diye irkilmişken ikinci misketi de buluverdi elim ve dikkatle bakınca çığlığı bastım. Bu kedi erkek!!!

Kocam şokla bakarken oğlum şoku daha çabuk atlattı ve gecenin sorusunu sordu:

Minnoş erkek miymişşş???? 🙂

Hayır bu Minnoş değil dersek bu kedi başımıza kalır ve oğlum hala Minnoş arar mıydı sokaklarda?Bulur muydu daha önemlisi? Doğum yapmayacak bir erkek kediye fit olup susmalı mıydım yoksa? Minnoş’u bilemem ama bu kedi erkek diyebildik temkinli bir şekilde. Böylece Minnoş oldu Marsık.

“Anne, biliyor musun Keti dişi değil erkekmiş” repliğine geri dönersek, bir hafta sonra anlaşıldı ki bu yanlış bir alarmış ama olsun biz hala gülüyoruz.

Marsık’ın hala bizimle yaşıyor olmasına pek gülemiyoruz ama…

Son soruyu sorabilirsiniz, “Neden?” diye.

Cevap vereyim.

Mahallenin bütün kedileri bizi tanıyor. Abartmıyorum.

“Madem evde kadrolu ve geçici kadrolu bir sürü kedi giriş çıkışı var, bizim neyimiz eksik?” tespitini yaptıklarından beri, davetsiz ve yüzsüzce eve girip çıkmalarını engelleyemiyoruz. Bazen salonda yatan Marsık ve Kuyruk’un yanından geçip yatak odasına giriyorum ve bakıyorum ki yatağın üstünde bir kedi var. İlk anda algılayamıyorum yahu bizimkiler ne zaman salondan kalkıp geldi de buraya kuruldu derken ayıveriyorum ki bu bizim köyden değil.

Başımız belada.

Mutfak penceresinin önüne mama kabı koymakla kandıramıyoruz onları. Eve girip yayılmak istiyorlar. Sadece yemekle yetinmiyorlar, tam pansiyon konaklama istiyorlar.

Aklın gösterdiği yol, tüm kedileri bir kutuya doldurup uzak bir yere bırakmak.Evet böylece aylık mama masrafımız da dörte bire iner. Evin içinde uçuşup duran tüy yumaklarından da kurtulmak da cabası.Bugün geç oldu yarına artık, hem bugün fazla giren çıkan olmadı, olduysa da aynı anda 5ten fazla kedi yoktu zaten gibi mantıklı sebepler yüzünden ertelenip duruyor bu plan.

Aslında bugün kapatacaktık pansiyonu ama derKi’ye yazı yazmak filan derken, baktım bayağı geç olmuş.

Neyse yarına bakarız artık.