Sezen Aksu bana “acayip” bir tür olmadığımı ilk fark ettiren kadın. O, kadının ruhuna üfledi. Tensel ve ruhsal aşkın tozunu sildi, gün ışığına çıkardı…

Bana “acayip” bir tür olmadığımı ilk fark ettiren kadın; Sezen Aksu. Kurtlarla Koşan Kadınlar kitabında da anlatılan kadın psişesine yakın olduğumu ilk ondan öğrenmiştim. Tılsımları, büyüleri, öyküleri, mitleri, masalları, gelgitleri ve cinselliğiyle, vahşi kadın arketipinden, evcilleşmemiş bir soydan türediğimi hissettiren ilk gençlik kahramanım. Haz yıllarımın başındaydım. Uslu, nazlı niyazlı, kaçan, eğilip bükülen, şımaran, para harcatan, hediyeler aldırtan, ölçülü biçili, kapristen öldüren bir kız değildim. Arzu nesnesi olmak bana göre değildi, iştahım vardı benim, kendi arzu nesnelerim vardı. E, tuhaftı tabii. Çünkü bizim memleket, sevmektense sevilmenin konformizmine teslim olmuş kadınları bilirdi. Uysal, örnek, küçük hanımefendi, arsız hiç değil, taşkın kesinlikle olmaz, mani yok, depresyon da, bir saksı çiçeği gibi nadide ve ölçüsünde kırılgan, keke pastaya yatkın, ne çelişki ne keder, hayat böyle geçip gider. Baştan çıkaran kötü kadınlar vardı bir de. Onlar zaten ayrı bir türdü. Ezik, tuzağa düşürülmüş kadınlar, kader kurbanları da yok değildi. “Bayanlar” vardı yani. Şimdi gene bayanlar var. Başka bir kategori pek bilmezdik. “Beni kategorize etme” diyen kadın çıkana kadar.
 

Kadınlar vardı, erkeklerin anlattıkları kadınlar. Erkeklerin duyguları da vardı, aşkları, iştahları… Kadınlar zaten yoktular! Zaten çok kadın kahramanımız da yoktu, gerçek bir ozanımız mesela. Serçe Ozan’a kadar. Feministler vardı, ama onlar sözü edilen kadının konusu değil.
 

 

Sözü edilen kadın, Sezen Aksu; kadının ruhuna üfledi işte. Tensel ve ruhsal aşkın tozunu sildi, gün ışığına çıkardı. Erkeklere bahşedilen tüm özellikleri bir kadının da yaşayabileceğini anlattı. Heyhat; o, kadını cansız, neredeyse arzusuz, övgüler düzülen, dikensiz gül bahçesi, taşbebek bir portre, arzu nesnesi konumunda resmeden entelektüel dünyamızın ve dahi hayatımızın ezberini bozmuş, buna rağmen hem erkekler hem de kadınlar tarafından çok sevilebilmiştir. Son otuz yılın Türk popunu kanatlarında gezdiren Aksu başta kadınların, sonra erkeklerin üzerine Anka kuşunun küllerini döktü, dönüşüp yeniden doğabilsinler diye. Bir şarkısını duyar duymaz aşk iklimine hemen sokulmamız boşuna değil. 2000’li yıllarda, Popstar, Türkstar, Televole döneminde dahi.
 

Siyah beyaz televizyon yıllarımızda, henüz on dokuz yaşındayken, siyah saçları, iri dolgun dudakları ve minicik bedeniyle boy gösterip “Ben beni kendi içimde bilmem ararsam bulur muyum/ Yaşanmamış genç yıllarımı ve sebebini susuzluğumun,” demiştir ve bu ülke o günden başlayarak sevmiştir onu. Yaşanmamış yılları yaşamaya başlayacaktır ve bize de yaşatacaktır kendisiyle beraber. “Olmaz olsun cüzdanımda milyonlar/ Kalbimde sevgin oldukça/ Zenginlik, mal mülk para neye yarar/ Yanımda sen olmayınca,” diye seslenecektir. Tabii 2000’li yılların Türkiye’sini hesaba katmamıştır, zaten hayat 1980 öncesinde başka türlü akmaktadır. 1978 yılında Serçe albümü gelir, “Kaybolan Yıllar” der henüz yirmili yaşlarının çok başındaki kadın. Bir tür kahinlik sezilir şarkılarında, insanın kendi yarasını ancak kendisinin sarabileceğini söyler bize o albümde. 1980’de Sevgilerimle albümü çıkar; orada bombayı patlatır: “Dört günlük bir şey işte, güzeldi/ Yaşandı ve bitti diye düşündük/ Oysa bir duygusal yük/ Vurduk yüreklerimize/ Kırılıp döküldük,” der. Sezilir; yasak bir şey vardır o şarkıda.
 

Aynı albümde sevgiliye “Sen de benim hatalarımdan birisin/ Sen en büyük günahların bedelisin/ Senin için harcanan zamana yazık/ Sen en güzel duyguların katilisin,” der. 1981’de Ağlamak Güzeldir gelir, “Düşünce”de “Gün gelir istekler, ihtiraslar insanı boğar,” der; insanın arzu duyma gücünün sınırsızlığını anlatır bize. Ağlar; “Ağlamak nefesindir,” diyerek. Ertesi yıl Firuze düşer şarkıların iklimine, ve iki klasik parça kalır o albümden: “Firuze” ve “İkinci Bahar”.
 

Sezen Aksu dünyaya kendini tanımaya, hayatı deneyimlemeye, dipsomanca sevmeye ve yaşamaya gelmiştir ve onun şarkılarıyla biz de kendimizin izini sürmeye devam ederiz. Güzel bir yaz günü Sezen Aksu 88 çıkar piyasaya, yer gök “Bu gece gel, yarın istersen yine git,” diye inlemektedir: “Al götür ne varsa verdiğim/ Hatta unut dün gece neredeydin, kimle seviştin.”
  

80’li yıllara veda edilirken, Sezen Aksu Söylüyor albümünde gitmeyi anlatır. Aynı albümde otuzlu yaşlarının ortalarına gelmiş ve büyük korkusuyla yüzleşmeye başlayan bir kadını duyarız: “Haksızlık bu geçen yıllar/ Gönlüm çok genç, bedenim yaşlı/ Haksızlık bu eskiyen yüz/ Bana hâlâ çok uzak güz/ Aynalar durun yalancı/ Aynalar durun değişmeyin/ Biraz daha zaman verin, ben değilim bu yabancı.” Bu teslimiyet uzun sürmez, çakraları açıktır kadının. 1991’de Gülümse gelir. Kedilere iade-i itibar da verilir aynı adlı şarkıyla. Kemal Burkay’ın “Bir kedim bile yok” dizesi onun ağzından duyulduğunda, birçok gönlü kırık kadın evine kedi almıştır bile. Yine Gülümse’de “Her Şeyi Yak” şarkısıyla damardan girer. “Beni yak, kendini yak, her şeyi yak/ Bir kıvılcım yeter ben hazırım bak/ İster öp okşa, istersen öldür/ Aşk için ölmeli aşk o zaman aşk,” der. Bu öyle bir aşktır ki, yokluğu da, varlığı da yetmez. Belki de insan tam o anda ölmek ister, haz sürebilsin diye sonsuza kadar.
 

1993’te farklı bir sound’la Deli Kızın Türküsü çıkar piyasaya, burada içe dönme daha yoğun hissedilir. “Masum Değiliz”de büyümüş, kendini sorgulamaya başlamış, dünyaya üçüncü gözüyle bakabilen bir kadın vardır. “Bir çağ yangını bu, bütün dünya günahkar,” der. Tam da o sıralarda ülkede her şey hızla tükenişe akmaktadır; o sahte bolluk içinde giderek kaybolan ilişkiler, sahte dostluklar almış başını gidiyordur. Artık kimse ne aynada kendi suretine, ne kalbine, ne de bir başkasına bakar olmuştur. Sezen Aksu kendini de dahil eder bu tabloya. “Küçüğüm” şarkısında deryada bir damla kadar olduğunu itiraf etmenin başlangıcındadır. “Küçüğüm, daha çok küçüğüm/ Bu yüzden bütün hatalarım/ Övünmem bu yüzden/ Bu yüzden kendimi özel, önemli zannetmem/ Ne kadar az yol almışım, ne kadar az/ Yolun başındaymışım meğer/ Elimde yalandan, kocaman, rengarenk, geçici oyuncak zaferler,” demektedir.
 

Artık hayat hızla boşaltıldığından, giderek ıssızlaştığımızdan, giderek Batılıdan çok Batılı olduğumuzdan mıdır bilmem ama Aksu arayışını sürdürür ve sözünü söyler 1995’te: Işık Doğudan Yükselir. Doğunun tevekkül, teslimiyet ve idrakinin çağrısını yapar. Anlayana! Aynı albümde bir zamanların güzel günlerine ve güzel çocuklarına sesleniş de vardır: “Ah ne kahraman, ne cesur/ Ne güzel çocuklardık/ Her yeni günü ümitle nasıl kucaklardık/ Ah kaldırımlar biliyor, bir devir muhteşemdik/ Güz güneşinden hüzünlü/ İlk yazdan şendik.” Artık ancak sadece kaldırımlar ve sessizlikler hatırlıyordur onları. Bireysel ve toplumsal bir Alzheimer’in pençesindeyizdir artık. Ne mutlu ki hatırlamıyoruz! 
 

1996’da Düş Bahçeleri gelir. “Yalnızlık Senfonisi”nde her şeye rağmen ayakta kalan insanın acılı zaferi duyulur, “Yalnızlığım pusu kurmuş yollarıma beklemekte/ Acılar gözlerini dikmiş üstüme nöbette/ Bekliyorum, bekliyorum, bekliyorum/ Hadi gelin üstüme/ Korkmuyorum.” 1997’de kimi Sezen Aksu hayranlarını hayal kırıklığına uğratan, benim gibi kimilerininse nadir bir koleksiyon albümü olarak üzerine titrediği Düğün ve Cenaze çıkar. Balkan ezgileri, Aksu’nun gelgitli doğasına iyi gelmiştir ve aşkla içi kaynamaktadır yeniden: “Ayak seslerini/ Sık nefeslerini/ Akşam ayıp heveslerini/ Bazen ağzımda bulurum dudak izlerini/ Oysa benim hakkım değilsin.” 1998’de Adı Bende Saklı’da “Ben sende tutuklu kaldım/ Kendi hayatımdan çaldım,”derken, 2000’de Deliveren gelir. Albümde kadın kendi değerini erkeğe yeniden hatırlatır “Sarı Odalar”da. “Ben senin hayatından gittim oğlum/ Hadi koy yerime birini koyabilirsen.” diye meydan okur. Bu sözler, damak tadı olan, ağız tadını fast food’la bozmamış bir erkeğe söylenmiştir belli ki. Daha ağdalı, uzun saatlerde yapılmış, dereotu, baharatı, zeytinyağı kıvamında konulmuş, türkü tutturarak pişirilmiş yemekleri seven erkeklerden olmalıdır herhalde.
 

Aynı albümde, hayatı sürekli süzgecinden geçirdiğini hatırlatan bir şarkı daha vardır; “Hayat Sana Teşekkür Ederim”: “Acılarım oldu herkes gibi elbet/ Herkese kısmet olmayan sevinçlerim/ Unutulmayı da göze aldım evet/ Hayat sana teşekkür ederim.” Unutulmayı göze almıştır ama unutulamaz, çünkü 2002’de Şarkı Söylemek Lazım gelir. Albümde tasavvufun temellerinden biri şu sözlerle yansır: “Dert bitmeyince/ Bildiğin çektiğine yetmeyince/ Düşmanında kendini yakalayınca/ Bir daha kin gütmeyince.” İçine dönerken tutkusunu da bırakmaz ki “İstanbul İstanbul Olalı” gibi bir şarkı yazabilsin. Esmiştir yine, yine aşktan ölüyordur; ona bir lodos, bir kürek, bir kayık, zulada birkaç şişe Yakut lazımdır. Yine aynı albümde artık başka türlü bir aşk istediğini de söyler; “Savaşma Seviş Benle”de aşkı savunmayı öğrenir, gurur der: “Savaşma seviş benle/ Hayata karış benle/ İyi günde kötü günde/ Olmaya çalış benle.” Çünkü yıllar su gibi akmaktadır. “Yaşadım şahidimsiniz/ Yıllar sizden kim korkar,” diyerek varoluşunu bir kez daha kutsar. 2003’te Yaz Bitmeden’de “Şu saniye esastır,” der ve aynı zamanda yaktığı bütün gemileri sayıp döker.

Kendimi büyütürken, bana şarkılarıyla eşlik eden kadın o. Kendisiyle beraber kuşakları hallerden hallere, anlardan anlara, idraklerden idraklere şarkılarken, bu ülkede yaşayan her aşkta az ya da çok Sezen Aksu mührü var. Ne diyelim bize denk geldi, bizden sonrakiler de gün görse bari.

Aycan Aşkım Saroğlu

İngiliz Dili ve Edebiyatı Mezunu. Hürriyet Vakfı'nda gazetecilik eğitimi aldı. Sırasıyla TV'de 7 Gong, Hürriyet Dış Haberler, Gezi Traveler, Aktüel dergilerinde; Akşam ve Habertürk gazetelerinde çalıştı. Tam 15 senelik gazeteci, doğduğundan beri spritüel. "Kum Saatinden Ezoterik Manzaralar" adında bir kitabı mevcut. Yay burcu.