Bazen kendini çok çirkin, bakımsız, kirli, yorgun, sevilemez hissedersin… Tek yaptığın öylece pineklemektir. Tam öyle bir anda sevgili gelir yanına ve sana sarılır. Dersin ki “Emin misin? Kendimi hiç iyi hissetmiyorum.” Fakat onun gözündeki sen ile o an senin gözündeki sen çok başkadır. Nitekim başka bir vakit sen ona gidersin de o der sana ya hiç iyi görünmüyorum, hatta fena haldeyim. Ama senin gözündeki o, hiç de kendini algıladığı gibi değildir…
Geçenlerde bir TV programında insanlara kendini için 10 üzerinden kaç verirsin diye soruyorlar. Sonra da başkalarına aynı kişiyi gösterip kaç verirsiniz diyorlar. İnsanlar kendilerine düşük puanlar verirlerken dışarıdan hep daha yüksek alıyorlar.
Bu noktada kendimize fazlasıyla acımasız davrandığımız ve de ne kadar sert yargıladığımız ve hatta tüm alemin de bizi tıpkı bizim algıladığımız gibi “leş” algıladığını zannediyoruz. Sonrasında da kendimizi sevilemez, değersiz, işe yaramaz vb. gibi hissediyoruz…
Halbuki “Sevgili”nin tek öpücüğüne bakıyor… Bu öpücük eşten de gelebilir, dosttan da, çocuktan da ya da fiziksel hiç kimse yoksa bile bir şarkıdan da… “Sevgili” O işte… Bir yolunu bulur…
“Gerçekten çok seviliyorsunuz…” Şartlanmışlıkların, koşulların, koşullanmaların algısıyla oluşmuş bir dünyada inandırıcı gelmiyor bize de… Çok şükür hayat dediğimiz de bizim sınırlı algılarımızdan ibaret değil. 🙂