Keşkeler yol ayrımlarında gizlidir. Gizlenmek de ne kelime, pusu kurarlar adeta her ayrımda. Tam sapağa geldiğinde bir karar vermen gerekir artık sağdan mı yoksa soldan mı gideceksin? Bir tabela olsa yolun sonunun nereye varacağını gösteren her şey çok kolay olacak ama sadece tahminler, hevesler ve ümitlerden başka yüzü olmayan bir zar kalır elinde. Tek atımlık zarınla seçersin yönünü ve devam edersin yola. Yolun bitiminde ya koskocaman bir keşke bekler seni yada oh be iyi ki gelmişim dedirten bir sevinç.

 

 

Döndük, soldan ikinci sokak. Şoför bey müsait bir yerde ineyim ben. Geldik işte yine bir çıkmaz sokak, yeni bir çıkmaz sokak. Çıkmaz sokak adı kulağa ürkütücü gelse de, kendisi sürprizlerle doludur aslında. Tam köşeye sıkıştığını zannedersin burada ve çaresizce bir çıkış yolu ararsın artık ve birden bambaşka bir kapı açılıverir karşında. Aslında öteden beri hep gözünün önünde duran ama hiç fark etmediğin bir kapıdır bu ve artık önündesin.   Evet, tamam keşkeler dönemecine kalkan otobüs durağı şu sağdaki olmalı. Hıncahınç dolu yine ağzına kadar. Demek ki geç kalmamışım. Eh böyle bir durak da ancak bir çıkmaz sokağa yakışırdı hani.  Anlaşılan daha vakit var otobüsün hareketine. Bekleyen insanlar hem sabırsız bir o kadar da ürkek. Bense elimdeki zara sıkıca yapışmış bir durumda eğerlerimle son  hesaplaşmalarımı yapıyorum.  Bu kez gönlümün bohçasını toplayıp da çıkmıştım yola ne de olsa. Önüme ya keşkesi koyu kıvamda yada ‘iyi ki’ sinin hangisi olduğu belli olmayan bir keşke kavşağı gelecek. Neyse ki bu defa hazırlıklıyım artık.

 

“Eğerle meğer evlenmişler, keşke adında bir çocukları olmuş” diye bir atasözü vardır. Öyledir aslında. Tam da dönemece geldiğinde insan, başlar eğerlerden oluşan bir koro şarkı söylemeye. Eğer şunu seçersem şöyle olur, eğer bunu seçersem böyle olur, eğer, eğer, eğer… Ve yolun sonuna yaklaştığında meğer türküsü çalmaya başladıysa şayet son sesle,  bil ki eğerle meğer çoktan evlenmiş de keşke adlı çocuklarını kucağına  verivermişlerdir daha senin ruhun bile duymadan. 

 

Ben hiç keşke demedim diyenler vardır bir de. Koskocaman bir aldatmacadan başka bir şey değil bu ne yazık ki. Herkesin keşkeleri vardır. Kiminin daha az kiminin daha çok. Eh tabii ki ne kadar az olsa o kadar iyi ama her zaman elinde değil insanın, bazen farkında olmuyor, bazen de yanlış kararlar alıyoruz işte. Sonuç ; hoşgeldin keşkeler cumhuriyeti…

 

Hah tamam otobüsün kapıları açıldı işte, en öne biniyorum heyecanla. Bakalım neler olacak diye kalbim gümbür gümbür atıyor.  Yapışmışım zarıma sımsıkı, koyuluyoruz yola. Hevesler köprüsünden sonra ümitler caddesine giriyoruz. Keyfim yerine geliyor, etrafı seyre dalıyorum. Biraz sonra anılar sokağında mola veriyor otobüs. Hatırlıyorum geçmişi, geçmişteki beni, kalbimi ümitlerimi, hayal kırıklıklarımı, sevinçlerimi, yollarımı, kavşaklarımı, çizdiğim resimlerimi, keşkelerimi, oh be lerimi, geçmişi gören gözlerimi… hatırlıyorum yeniden kendi kendime, kendimi.

 

Bir yabancı gibi soluyorum anılar sokağının havasını. Köşe başında oyun oynayan küçük bir kız çocuğu var. Yaklaşıyorum yanına yavaş yavaş. Bebeği kucağında, başı ellerinin arasında çömelmiş yere düşünüyor bir taraftan da. Yanına gelince irkiliyor birden, napıyorsun sen burada tek başına diyorum. Düşünüyorum diyor, büyüyünce neyi keşfetsem acaba diye… Donup kalıyorum. Evet oydu karşımda duran. Kucağındaki, mavi yün saçlı, bezden bebeğe takılıyor bir an gözüm. Cici Berrin değil mi bu? Gülümsüyorum, tabii ya tam da karşımda Cici Berrin’ iyle  küçük Sothis kocaman kocaman gözleri, kahküllü saçları alnında, sıskacık bedeni,  yarısı dökülmüş süt dişleriyle gülerek bakıyor bana cin gibi. Hep gülümserdi zaten, ne çocuktu ama. Eskiden diyorum şimdi, çok eskiden… Ve susuyorum.

 

Alıyorum küçük kızı kucağıma, sarılıyorum sımsıkı, nasılda özlemişim, nasıl da hasretmişim meğer… O ise duramıyor durduğu yerde, kıpır kıpır. Hadi gel ağaca çıkalım diyor bana ve elimden tutup önünde oturduğumuz tek katlı küçük pembe evin arka bahçesine götürüyor beni. Öylece kalakalıyorum bir anda. Boğazım düğümleniyor. En büyük keşkelerimden biriyle karşı karşıyayım şimdi. Küçük kız şaşkın şaşkın, niye ağlıyorsun diyor. Büyüyünce anlarsın niye ağladığımı diyorum. Hadi gel çıkalım diyor sabırsızca. Önce asırlık ağacın dibindeki taşlara tırmanıyor. Dikkat et, bak şu kırık  dala bas sonra üstündekine tutun diye tarif ediyor bana nasıl çıkacağımı. Bense şu an bile hatırlıyorum her dalını, her yaprağını, tırmanırken nereye basıp hangi dala asılıp kendimi yukarıya çektiğimi, her detayını, kesilişine karşı koyamayışımı, pasifliğimi, zayıflığımı. Pembecik evimizin yerine apartman dikmek için yıkılıp, arka bahçenin en arkasındaki en iyi dostumun hatta tek dostumun kesilmesine içim yanarak sessiz kalışımı, üstelik orada hala onun yaşayabileceği kadar yer olmasına karşın onun orada olamayışını. Bu gün bile şimdiki evimizin arka balkonuna çıktığımda aşağıya bakamadığımı… Cesaretsizliğimin bedelini,  bunu onun hayatıyla ödeyişini.  Hayatımdaki ilk en büyük keşkemi. Cesaretsizliğimin keşkesini.

 

Artık gitmem lazım otobüsün kalkma vakti yaklaşıyor. Yanağına kocaman bir öpücük kondurup vedalaşıyorum ufaklıkla. Küçük bir kutu uzatıyor bana. Al bunu sihirli bir kutudur, zorda kaldığında aç sadece ama diyerek gülümsüyor yine kocaman gözleriyle. Ve ekliyor, büyüyünce ben de senin gibi bir kız olacağım. Gülümsüyorum, evet olacaksın. Peki ama kimsin sen dediğindeyse kalakalıyorum. Sahi kimdim ben, kim olmak isterdim, şimdi kimim?

 

Kocaman bir öpücükle ayrılıyorum ondan, başlıyorum sokakta otobüse doğru  yürümeye. Karşıdan tüm heybetiyle dişi bir kurt köpeği bana doğru koşarak geliyor. Nereye kaçacağım şimdi ben? Geriye mi dönsem acaba ama yanıma geldi bile artık kaçamam. O da nesi? Başını uzatıyor kuyruk sallıyor, sevincinden ayakları birbirine karışıp şekilden şekile giriyor. Gözlerim dolu dolu, oydu işte. Son anında bile gözleri kapıda beni bekleyen ve bensiz son nefesini veren ikinci büyük keşkem karşımda. Of nasıl özlemişim. Yıllar geçmesine rağmen beni unutmayan sadık dostum… İhmalciliğimin keşkesi.

 

Bir gitar sesi geliyor arkadan. Bırakmayacak beni bu sokak. Yaklaşıyorum ince uzun bir gitarist, upuzun parmaklarıyla çıkardığı hüzünlü blues nameleriyle ‘kimse bilemez’ diyerek  inletiyor ortalığı. Boğaz  Köprüsü düşüyor aklıma, gözlerim yine dolu dolu, içim öylesine buruk, öylesine acıyor ki… Çaresizlikten kollarım iki yanıma düşüyor. Ve işte karşımda duran: Alınganlığımın telafi edilemez devasa  keşkesi…

 

Keşkelerimi bohçama doldurup biniyorum otobüse. Keşkelerimden öğrendiklerim var artık yanımda. Geldik işte. Benim sapağım burası, bol şans dileyerek indiriyorlar beni. Dönemecin tam ağzındayım, tek başımayım ve artık zara filan ihtiyacım yok. Bakıyorum yollarıma önce. Evet bana sunulanlar bunlar. Peki ama ben neyi istiyorum. Önüme her çıkana atlamalı mıyım gerçekten de. Bu yollardan birine girmek zorunda mıyım? Başka bir yol açamaz mıyım kendim?

 

Elim cebime gidiyor o an ve küçük kutuyu çıkarıyorum cebimden. Küçük kızın sihirli kutusu elimde, bakıyorum, kararsız kalıyorum bir an için şimdi mi açsam acaba diye! Evet, şimdi tam da şimdi kutuyu açma vakti. Açıyorum bir kağıt : ‘ Hiçbir şey göründüğü gibi değil, imkansız diye bir şey yoktur hayatta’. Evet, işte bu… Hatırlıyorum 19 yaşımda sahip olduğum kariyer, başarı, taktir dolu bir hayatı elimin tersiyle itip, ailemi bile karşıma alıp  hayata meydan okuyuşum, asiliğim, gözü kara oluşum ve kararlılığım. Aklını başına topla diyenlere ; ‘Hiçbir şey göründüğü gibi değil, imkansız diye bir şey yoktur hayatta’ deyişim, görünürde sefalet ve  sonu olmayan yolu ardıma bile bakmadan seçip, çekip gidişim. Ama her şeye değmesi ve hayatımın parıldayan en büyük ‘iyi ki’ si geliyor gözlerimin önüne.

 

Sağdan mı soldan mı derken önümdeki taşlığın ardındaki tepede küçük bir patika takılıyor gözüme. Evet işte benim yolum bu… Bırakıp sapaktaki güzelim asfalt yolları başlıyorum düşe kalka taşlığı geçmeye. Bütün cesaretimle hiç beklemeden dönüyorum artık seçtiğim patikacığa, kendi yoluma ve başlıyorum yürümeye. Ne eğer ne de meğer umurumda değil şimdi. Yolun sonunda iyi ki çanlarının çalması dileğiyle kendimden emin,  yürüyorum adım adım.
                                               

Son nefeste dönüp baktığımda geriye ‘keşke’ yerine ‘değdi be’ diyebilmek için tüm cesaretimle yürüyorum arkama bakmadan.

Peri Aksakoğlu

Yazarımızın biyografisi elimizde mevcut değildir.