Hata.

Bir daha

Bir daha.

 

İnsanlar aynı hataları tekrar, tekrar yapabiliyorlar. Hem de bile bile.

Bile bile aşık oluyorlar, kendilerini nasıl bir ateşe attıklarının da bal gibi farkında olarak.

Bilerek ilerliyorlar, o daha önce kim bilir kaç kez yürükleri ve sonunda bir daha asla ayak basamayacaklarına yeminler ettikleri yolda.

İlerliyorlar; hala acemice, hala pıt pıt atan yüreklerle.

Akıllanmamak herhalde bunun adı?

 

Çevremizde o kadar çok örneği var ki bunun… “İnsan hata yapabilir.” diyorlar, ancak yalnız “aptal insan” aynı hatayı bir kez daha yapar. Ve bu hata sonrasında defalarca, defalarca tekrarlanıyorsa elden ne gelir artık? Ne halin varsa gör.

 

“Kız” erkeği seviyor. Ama erkek, kıza üzerinde gidip gelinecek bir beden olarak bakıyor sadece. Ama kızın erkeğe olan zaafı o kadar büyük ki, erkeğin kendisiyle aynı duyguları asla paylaşmadığını ve paylaşmayacağını hissettiği halde, bütün parazitleri kulaklarını tıkayıp, kendini adamın kollarına atıyor, şu durumda erkeği kendisine ait hissetme olanağı olan belki de tek yere. Tamam şu durumda, “erkek kızı kullandı” nidalarıyla ortaya çıkmak saçma olabilir; evet aslında kimse kimseyi kullanmıyor, belki de karşılıklı bir “kullanım durumu” söz konusu. Ancak şimdi kız bin verirken bir alıyor. Hata olduğunun da farkında. Kendisiyle sevişen adamın ona değer vermesini, ona sadece sarılmaktan da zevk alabilmesini istiyor; ama bu olmayacak. Ve kız, her defasında kendine söz veriyor. “Bir daha gitmeyeceğim onun evine.” “Bir daha içmeyeceğim onun yanında. Evet, evet hepsi içki yüzünden. Yumuşuyorum, karşı koyamıyorum içince.”

Ama nedense karşılaşıveriyorlar kısa bir süre sonra. Nedense erkek yine ilgisiz sevgiye, inceliğe. Belin inceliğine, göğüslerin dolgunluğuna olan yoğun ilgisinden ise söz etmeye hiç gerek yok! Kız da aptal değil ya, farkında erkeğin tek ilgi odağının bedeni olduğunun. Ama başka çaresi yok. Tek silahı bu. Onun aşkını kazanamıyorsa, elde edebildiği kuru kırıntılarla yetinmek zorunda. “Kimse kimseyi kullanmıyor, birbirimizle hoş vakit geçiriyoruz işte.” diyerek avutuyor kendisini ve susturuyor arkadaşlarını. Ama hala çözebilmiş değil her aşka değinen şarkıda akan gözyaşlarının manasını.

 

Bile bile, razı oluyor insanlar kaybetmeye. Zevk alıyorlar sanki her kaybedişin acısından, kayboluşun çaresizliğinden. Bile bile tekrarlıyorlar aynı sözleri, yeminleri. Bir sürü “seni seviyorum” gibi, bir sürü tövbe… Hepsi alkol gibi. Kokusuyla “kafa olup”, birkaç saniye sonra uçup yok oluşuna anlam veremiyoruz.

 

Konu aşk olduğunda yere mi yığılır bizi ayakta tutan diğer şeyler? Özgüven, gurur, huzur, ahlak… Bunların hepsini bir hamlede siliverecek kadar güçlü mü aşkın kalemi? “Ne gururum kaldı, ne de kendime olan saygım. Her şeyimi yitirdim senin aşkın uğruna.” Yabancı bir cümle değil ki. Yakındaki bir çok hayatın birinden çekip alınmış gibi duruyor. Feda edilemeyecek ne var aşk uğruna? Yapmayı göze alamayacağımı hangi hata var?

Aşkın karşısında kendi kendimizi bile hiç düşünmeden ezip geçebiliyorsak, ne karşı koyabilir onun gücüne?

 

Güç her zaman iyi değildir ki. Hem ak hem de kara bulunur onun baştan çıkarıcı karışımında. Ve aşk, romanlarda anlatıldığı gibi uçuk pembe tüllerin arasından süzülen uçan kalplere, tutkuyla birleşen ellere, hülyalı gözlere benzemez her zaman.

Bile bile lades’leri, hataları, tekrarlanan hataları da barındırır içinde.

Yeniden doğuşlar olduğu kadar, telafisi mümkün olmayan yıkımlara da gebedir. 

 

Bir hata neden yapılır defalarca?

 

O, ona daha yeni yaslanmış ve kendini tatlı bir uykuya kaptırmışken tuzla buz olup da düşüvermesine sebep olan bu duvarın bir kez gerçek olmadığını anladıktan sonra daha ne gerekir aklın başa gelmesi için? Her defasında gözlerini sımsıkı kapayıp hayalindeki duvara yaslanan ve aşağıyla yuvarlanan, sonra tekrar canla başla yukarı çıkıp aynı şeyi tekrarlayan bu nadir türe ne denir, salak mı?

 

Bazen körpe umutlar de filizlenir kızın içinde. “Ama o da beni seviyor olmalı. Bana dokunurken, beni öperken nasıl olur da hiçbir şey hissetmiyor olabilir? Sevmese de en azından bir şeyler hissediyor olmalı. Bir tutku, bir çekim… Biraz olsa da değer veriyor olmalı en azından.”

 

Her karşılaşmada, her sevişmede aynı umutla gözlerini kapar kız.

Eve gittiklerinde, daha yatağa yeni uzanmışken ve erkek kızın üzerindekileri çabucak çıkarmaya çabalarken, kız ona sarılacak bir vakit bulmaya çalışır. Erkek çabucak çekiliverir. Yok, bu fiziksel yakınlaşmanın içerdiği yoğun duyguyu hissedip korktuğu için değil, kız onun sırtına kollarını dolayıp başını omzuna yaslamış öylece dururken kopçalarını açtığı sutyeni çıkaramayacağını fark ettiği için.

 

Kadınlar hep hissetmezler mi gerçeği?

Karşılıksızca sevildiklerini hissederler. Görürler o aşkı, erkeğin gözlerinde. Görmezden gelmek ya da karşılık vermek onların kararıdır.

Aldatıldıklarını da hissederler.

Sevginin bittiğini de… Belki de bir his bile değildir artık bu. O kadar açık ve nettir ki… Hangi dişi, kor gibi parlayan, aşkla dolu gözlerdeki ışığın sönüp yok olduğunu fark edemeyecek kadar kördür?

Sonra bir zaman gelir ki, bu keskin gözler sımsıkı kapanıp kendi gerçekliğini yaratır. O gerçeklikteki kanunları katı dış dünyaya uyarlamaya çalışırken de eriyen kanatlarının farkına varır. O nasıl bir yere çakılmadır!..

 

Sonra, bir daha. Bir daha.

Bu kadar mı zevkliydi az önce yaşanan tatsız tecrübe?

Düşerken görülen film şeridi miydi zevkli olan, yoksa kafatasının parçalanma anı mı?

 

En önemlisi, gerçekten de hata mıydı tüm bu tekrarlananlar?

Bir daha, bir daha. Bile bile lades. Hala akıllanmadan, öğrenmeden, hiç katılaşmadan, hep hayal kurarak; yaralanmayı göze alarak, hatta önemsemeyerek kendini açarak; her kuruyan, sökülen filizin ardından bir yenisini, bir yenisini daha yeşerterek…

 

Aslında hiçbir zaman hata değildi soyunmak, çırılçıplak kalmak.