Hayatı, yaşamın akış tarzını bilinçli olarak idrak etmeye başladığımız ilk günlerle birlikte yaşamımıza acı ve korku da girmeye başlar. Hiç bir duygunun tam olarak ayırdında olmadığımız o bebeklik çağından çıkıştır bu. Daha önce asla düşünmediğimiz bir çok şey yavaş yavaş yer etmeye başlar yüreğimizde. Küçük küçük korkularla başlayan güvensizlik duygusu, zamanla giderek artar. Doğamızda VAR OLAN o sonsuz sevgi kaynağının güvenli sularından karaya ilk vuruşu herkes farklı farklı olaylarla yaşar, ama yaşar.

 

Kimi ilk darbeyi koşulsuz sevgiyi tatması gereken annesinden, kimi babasından, kimi ise arkadaşlarından, dostlarından alır. Özellikle anne ve babadan alınan darbelerin izi çok derin olur ve yaşama bakış açımızı şekillendirir. Kabullenmek zorunda bırakıldığımız, kabullenmişcesine davrandığımız ve belki de bir daha hatırlayamayacak kadar derinlere gömdüğümüz bu darbeler etrafımıza ördüğümüz duvarların taşları olurlar birer birer. İlk nefesini sevgi ile içimize çektiğimiz yaşamımıza korkular ve güvensizlikler dolmaya, duvarlarımız hızla etrafımızda yükselmeye başlar. Öyle ki, bir gün o duvarların ardından çıkıp da dünyüya bakmak bile korku vermeye başlar insana.

Ve korkular artıp, acılar fazlalaştıkça insan soyutlanmaya, kendine bile yabancılaşmaya başlar. Çünkü ÖZ’e yabancıdır artık… Umutları, beklentileri ve güveni tükenmiştir. Bazılarında yaşama arzusunu bile tüketir bu durum. Yolun en bariz çatallaştığı noktadır burası; ya yitip gitmek ya da her şeyi yeniden keşfetmek ayrımıdır bu. Ve yeniden keşfetmek, duvarları yıkmayı, cesaret duymayı, olabilecek her şeyi göze almayı gerektirir.

Çoğumuzun yaşamında böyle bir çatal oluşur. Ve dibe vurmanın en güzel yanı gidecek tek yönün kalmasıdır; yukarı… Biliriz ki güneş de karanlığın ardından doğar. Ve insanın içindeki ışık her ne kadar küçük olsa da, karanlığı aydınlatmaya yetecektir. Bu aydınlık her insana farklı şekillerde gelebilir, bir arkadaş, bir sevgili, bir kitap veya yürekte aniden çakan bir kıvılcım şeklinde. Ama muhakkak gelir, yeter ki onun sesini duymaya açık olalım. Yeter ki onun bize getirdiklerini fark etmeye cesaret edelim.

Böylece kişi bakış açısını değiştirmeye, dünyaya, doğaya, yaşanan her olaya ve en önemlisi tüm insanlığa farklı bir noktadan bakmaya başlar. Tüm eski alışkanlıkları, öğrenilmişleri, gerçekliği olmayan tabuları bir yana itip yaşama yeni baştan, taptaze bir solukla ve yepyeni bir bakışı olan gözlerle bakmaya başlamanın yoludur bu. Yaşanmış tüm acıların ve onların yarattığı korkuların halının altından çıkartılıp, tozlarının alındığı ve yeni bir yaklaşımla asıl manalarına ulaşıldığı, derslerin idrak edildiği ve özümsendiği bu uzun ve yorucu ama bir o kadar keyifli zamanda, ilk fark ettiğimiz her şeyi sadece kendi inanç ve beklentilerimiz doğrultusunda değerlendirmiş olduğumuzdur. Egomuzun muazzam gücünü ilk kez böylesine derinden fark ediş, tüm yaşamımızı ve BEN olduğunu zannettiğimiz kişiyi değiştirmeye başlar.

Yavaş yavaş gelişen bu farkındalık, yaşamı, kendini farklı bir bilinçle izleyiş, bizi çok farklı farkındalık düzeylerine taşımaya muktedir bir YOL’dur. Hepimizin üzerinde yürüdüğü bu yol, kendimize özgüdür. Onu kendimiz çizer ve şekillendiririz. Kozmik bütünün içinde BEN olan BİR, TEK ve EŞSİZ bir ipliktir bu. Bu ipliğin tüm güzelliğini düşüncelerimiz, tutum ve davranışlarımızla biz seçeriz. Özgür irademiz bu ipliğin ihtişamını seçme hakkını kullandırır bize.

Her birimizin kendi özel ipliğini en koşulsuz sevgi ile, özenle ve varabileceğimiz en yüksek farkındalıkla dokumamız dileği ile.