Dün gece bir rüya gördüm. Rüyamda sen öğretmenim olmuşsun, ben de senin öğrencin. Seni daha önce hiç bu kadar ciddi görmemiştim. Üzerinde çok şık bir ceket-pantolon takımı vardı, üstelik kravatta takmıştın. İtiraf etmeliyim ki, hem çok yakışıklı hem de işini ciddiye alan mükemmel bir öğretmen olmuştun rüyamda. Böyle bir öğretmen karşısında ben de dikkatini çekebilmek uğruna benimleilgilenmen için bir öğrencin olarak elimden geleni yapıyordum. Ama nedendir bilmem, sorduğun en kolay matematik sorularını bile cevaplandıramıyordum. Bütün öğrencilerinle çok iyi bir ilişki kurmuşsun, bir tek beni görmüyordu gözlerin. Çok hırslanmıştım ve de çok kıskanmıştım öğrencilerinle olan o sempatik diyaloğunu. Bırak sorduğun soruları cevaplandırmayı, ben o soruları defterime yazarken bile geç kalıyor, bir türlü senin hızına yetişemiyordum. Bilerek mi bana karşı bu kadar ilgisizdin bilemiyorum. Belki de sende bana aklımda olan aynı şeyi söylemeye çalışıyordun: “Benden sana fayda yok, unut beni.”
Unutmak kolay sanırdım, aşık olmadan; seni tanımadan önce. Lise yıllarındayken arkadaşlarımın hikayelerine inanamazdım. Yaşadıkları şeyleri, hayatlarının geri kalanı ile ilgili verdikleri kararları onlara yakıştıramazdım. Bir serserinin peşinden gitmeler, onun için okulunu bırakmayı hatta ailelerini terk etmeyi göze almalar, verilen saçma sapan vaatlere inanmalar… Yani, bir nevi ondan başka herkese – herşeye karşı bir vurdumduymazlık, sağırlık, körlük ve hatta iyileşmesi imkansız denilebilecek boyutta bir delilik durumu. Bu duruma arkadaşlarım aşk derlerdi de inanmazdım. Büyüklerimiz ise buna cahillik derdi. O kadar genç yaşta bu yaşananlar gerçekten bir aşk mıydı yoksa cahillik miydi? Cevabını bilemiyorum ama galiba ilk aşklar insanı daha bir derinden sarsıyor; en azından aşka dair daha bir cahilken, bilgisiz, tecrübesiz ve safken insanı tüm benliğiyle ele geçiriveriyor, sımsıkı sarıveriyor ilk aşklarımız bizi.
Kimileri şanslı oluyor, ilk aşklarıyla yaşamlarını birleştirip mutlu bir yuva kuruveriyorlar. Kimileri ise ilk aşklarından sonra yaşadıkları aşklarda daha çok mutluluğu hissedip onu yaşıyorlar. Kimbilir, belki de bu durum zamanla mutluluğu yakalama formüllerini öğrenmeye başlamamızdan ya da kendimizi tanımaya, öğrenmeye başlamamızdan da kaynaklanıyor olabilir. Ancak, yaşanılan her aşk mutlu bir sonla bitemeyedebiliyor. Hele ki, günümüzde aşkla başlayan evliliklerin çoğunun boşanmayla sona ermesi aşk adına çok acı bir gerçek olsa gerek. Sadece evliliklerde mi bu böyle? Hayır, evlilik öncesi yaşanılan ilişkilerde de sürekli bir ayrılıklar dizisi söz konusu. Yaşam şartlarının elverişsizliğinden ve de yaşam için verilen mücadelelerin faydalı bir sonuç vermeyişinden olsa gerek günümüzde insanların büyük bir çoğunluğunda bir kendine güvensizlik, cesaret eksikliği ve de yenilgiyi baştan kabul etme gibi hayata karşı sürekli bir negatif düşünme durumu, eylemsizlik hali kendini ciddi bir şekilde göstermeye başladı. İşte bu tür durumlardan aşkta nasibini alıyor olsa gerek, çünkü artık aşkını korumak, aşkı için mücadele etmek, varlığını sürdüren ama bunu gösterme hususunda onu yaşatmak için kendi varlıklarını da ortaya koyabilmesi gereken böyle bir aşkın insanları için; aşkı için biraz olsun çaba sarf etmek yerine kendi varlıklarını da hiçe sayarak bu aşkı ölüme mahkum etmek, ayrılmak, aşk acısı çekmek ya da kendisini zorladığını düşündüğü için bu aşkı bitirmek için istemeden ama bir o kadar da bilinçli olarak çabalamak, daha kolay gelmeye başladı galiba. Ne yazıktır ki, artık, aşka ikinci bir şans bile verilmiyor. Ayrıca şu sıralar, neredeyse her gün ayrılık acısı çekmekten hoşlandığını söyleyen birçok insanla karşılaşmaya başladım. Karşılıklı yaşanan bir aşk her iki taraf için de bitince yaşanan ilişki de dolayısıyla bitiveriyor. Ancak, karşılıklı olarak hissedilmeye devam ettiği için diyebilirim ki halen yaşayan bir aşk söz konusuyken onu yok saymak, görmezden gelip bilinçli bir şekilde,yaşanan bir gerçeği ufak-tefek nedenlerden ötürü bitirmeye çalışmak için mücadele verdikten sonra “ayrılık acısı çekiyorum” demek ve üstelik bu halinden de memnun olduğunu söylemek, ne demek ya !
Bir de, karşılıksız sevenler vardır ki, bence asıl acı çeken taraf onlar. Çünkü sevdiğin, aşık olduğun insana zorla kendini sevdiremeyeceğin gibi kendine aşık da edemezsin ki. Ama kalp tutulmuştur bir kere, aşık olan tarafın değimiyle o vefasıza. Bu durumda verebileceğin tek mücadele kendinle olan savaşın olacaktır. Bu savaş, tek taraflı biten ya da henüz sonu olmayan umutsuz bir aşk hikayesini kişinin beyninden çıkarabilmesi ile ilintili olarak verilecek olan bir mücadeleden oluşacaktır. Kalbe söz geçirebilmek zaten kolay değildir, dolayısıyla duygularımızı yenebilmek için mantığı harekete geçirecek yolların aranması gerekmektedir. Ancak, duyu organlarımızı ne kadar kontrol altına almaya çalışırsak çalışalım çevremizdeki birçok etken vermiş olduğumuz mücadelelerden yenik çıkmamıza neden olacak ve her seferinde bize onu unutmaya çalıştığımız bu savaşta tekrar ve tekrar onu hatırlatmayı başaracaktır. Zaten girişmiş olduğun bu mücadeleye de ona olan karşılıksız aşkından dolayı 1-0 yenik başlamışsındır. Onu düşünmekten kendini bile unutmuşsundur ancak onu bir an olsun unutmayı başaramıyorsundur. Adeta içinde yaşattığın biri haline getirmişsindir vefasızını. O seni görmezken, duymazken,düşünmezken; sen ise çekmecenin bir köşesinde duran sakladığın yırtıp atamadığın resimlerine bakarsın,her ne kadar bakmak istemesen de,unutmak istesen de gözlerini ayıramazsın artık geçmişte kalmış olan o güzel anılardan. Anı olduklarını bilirsin de, o resimlere her baktığında anılarını tekrardan yaşatıverirsin hayallerinde.
Onu sana hatırlatacakhiçbir şey duymak istemezsin, kararlısın ya onu unutmaya, ama bu sefer de şarkılar fısıldar kulağına “Bu kalp seni unutur mu? Kalbim seni unutur mu?”, “Öyle sarhoş olsam ki bir an seni unutsam, her şey bir rüya olsa, unutarak uyansam” diye. Ve vermiş olduğun bu mücadelede tekrar başa döndüğünü hissedersin. Bilirsin ki, duyduğun bütün şarkılar sana onu hatırlatacaktır. Artık açamazsın radyonu ve de televizyonda seyrettiğin müzik kanallarını. Ancak, yine gelir ve bulur seni o en güzel aşk parçaları, yolda yürürken yanından geçen bir arabadan ya da evde sakince otururken yan komşunla seni ayıran odaların o çok ses geçiren duvarlarından. Bir de teknolojinin nimetlerinden yararlanan arkadaşların vardır ki, her onları aradığında hüznüne hüzün katan melodiler dinlemek zorunda kalırsın. Ayrılık acısını çekmeyi seviyorlar ya, kim bilir belki sende onlara eşlik etmek, bu “acı çekmekten hoşlananlar”grubuna dahil olmak istersin diye zorla dinletirler o çok sevdiğin ancak bir o kadar da duymaması için de kalbine ve beynine söz geçirmeye çalıştığın o eşsiz Sezen Aksu şarkılarını. Sezen Aksu’nun “İkili Delilik”adlı şarkısını dinlerken için geçiverir ansızın ve sende çaresizce o güzel sese eşlik ederken bulursun kendini. “Artık hayatımdan çıksan diyorum” sözleriyle başlayan şarkının nakaratı olan”Lütfen görmeyeyim seni bir yerlerde, karşıma çıkma, konuşmayalım, bakışmayalım, ne olursun… Daha fazla tükenmeye takatim yok” sözlerini söylerken bile tükendiğini hissedersin.
Sonuç itibariyle; hiç kimse, o vefasızına aşık olacağına dair önceden bir karar vermemiştir ki, bir de aşk acısı çekerek gün geçtikçe daha fazla tükenmeye takati olsun. Aşk, nasıl gelip bizi buluyor ve bir anda tüm hayatımızı esiri altına almayı başarıyorsa işte bu esir hayattan kurtulmakta kendi isteğimizle ya da bunun için çabalayıp mücadele vermekle de ulaşılacak bir zafer kesinlikle değil. Çünkü, aslında onu unutmanın senin için bir zafer olacağını kendine inandırmaya çalışmaktasındır ama içten içe de onu gerçekten unutabileceğine, hayatından onu çıkarabileceğine sende inanmamaktasındır. Bunun için de onunla değil kendinle bir mücadeleye girersin, ancak unutmak adına atacağın her adım sana tekrar onu hatırlatacak hatta bu unutma çabaları seni sürekli kendine karşı yenik durumuna düşürdüğü için öfkelenecek ve daha da hırslanacaksındır. Oysa ki, farkında değil misin, kendine çektirdiğin bu eziyetler seni gün ve gün yıpratmaktan başka bir şey sağlamıyor. O zaman boş veeer!, kendini rahat bırak. Unut, kendinle girişmiş olduğun şu aptal mücadeleyi. Unut, onu unutamadığını. Sen istesen de istemesen de hayatın onsuz da olsa devam ediyor.
Sevdiklerimize, zaman zaman da kendimize; yaşadığımız olumsuzluklar karşısında umut verebilmek adına söylediğimiz çok klasikleşmiş bir söz vardır : “Zaman her şeyin ilacıdır”. Yaşantımızı oluşturan ve şekillendiren şeyin “zaman” olduğunu düşünürsek, günümüzde çok sık olarak kullanıldığı için klişe bir söz olduğunu düşündüğümüz bu sözü bence kulak ardı etmemeliyiz. Çünkü, hayatta her şey zaman içersinde gerçekleşiveriyor. Ve bizim yaşadığımız her şeye müdahale edebilme gibi bir gücümüz yok. Dolayısıyla bazı şeyleri zamana bırakmaktan başka bir çaremizde yoktur. Ancak, bu bazı şeylerden biri olan kalp acısını ortadan kaldırmak yani unutmak ise yaşadığımız süre içersinde, zamana bağlı olarak ve de kesin olarak gerçekleşebileceğine inandığım bir şey değil. Evet, “zaman her şeyin ilacıdır”.Ancak; bu ilaç, doktorların verdiği ağrı gidericiler gibi bize kesin bir çözüm getirmiyor. Sadece yaşadığımız bazı şeylerin geçmişimizde kalmasını sağlayarak bunların bizde yaşatmış olduğu olumsuz etkilerin hafiflemesine, yumuşamasına yardımcı oluyor. Zaten, sizce de öyle olması gerekmez mi? Yaşadıklarımızı tamamen unutursak onlardan nasıl ders alabiliriz ki. Mutluluk bizim elimizdeyse eğer, “zaman” kavramını iyice tanımalı, onu en iyi dostumuz yapmalıyız.