Aşık olmayı özledim ben. İnsan içine edepli örgüleriyle çıkmasına alışılmış bir kadının, birgün bir yerde acelesiz ama kararlı ellerle örgülerini çözüp, gizlendikçe mahrem, dokunulmadıkça büyülü bir hal almış saçlarının tüm güzelliğini omuzlarına serişi gibi, aşka çözülmeyi özledim.

Çok zamanlar geçti… Bakıyorum da yolun yarısından-çoğunu ardına attı ömür. Yine de içim hala varamadı otuzlarına. Yine de hep o yirmi-iki, yirmi-üç yaşlarının pırpırında ve hala dağların karından beslenen bir nehir taşkınlığında gönül. Oysa köprünün altından çook sular geçti.

Aşka akan her nehrin köpüklerinde savrulup duran bir deli kızdım ben… Ne güzel, ne çılgın çocuktum, ne cüretkar, ne pervasız. Ne hesap yapabildim ne kitap aşık olunca, oldum gitti. Ne de bitmiş bir aşkı alışkanlık niyetine elimin altında tutmaya yeltendim. Bittiyse bitti!

Bir erkeği ilk kez -bir kadının seveceği gibi- sevdiğimde 13 yaşındaydım. Yakışıklı filan değildi, hayır. Ama hala hatırlarım beyaz dişli esmer gülüşünü. O gülüşü, işte tam o gülüşü, yıllar sonra kızımın babasında da görmüştüm. Tövbekardım o sıralar. Nicedir tenin iklimlerine aklın kulesinden hükmetmeye çalışıyordu gönlüm. Gittim en zor aşka demir attım. Bir çemberi kapatır gibi sevdim o en son esmer adamı. İlk aşkım ve son aşkım arasındaki köprü birbirine hiç benzemeyen erkeklerin anılarından kurulu. Ama bana kızımı yadigar bırakan o en son aşkta, o güne kadar olan bütün aşkların beklentilerini, korkularını, yanılgılarını, hüsranlarını, pişmanlıklarını, eteklerimden dökülen taşlar gibi salıverdim ortalığa. Bir dejavu gibi hepsini yeniden yaşadım. Ve sonrasında, hepsiyle birden dövüşüp, hepsiyle birden barıştım.

Şimdi geriye baktığımda büyüdüm diyorum yaşadığım aşklarla. Ama bu yüreği yaşlandırmadım. Yüreği yaşlandırmak, istenmedik izler biriktirmek gibi gelir bana. Üstüste yığıp kırık hayallerini, buruk acılarını, somurtan, bezgin birkaç çizgi kazımaktır yaşlanmak, gönlünün pürüzsüz, aydınlık alnına…Büyümekse, korkuların, kızgınlıkların, yenilmişlik, haksızlığa uğramışlık duygularının acı yüklü izleriyle yüzleşmek ve onları orada tutmamaya ya da daha iyisi onlara tutunmamaya karar vermektir. Ölü deriler gibi soyulur izler ve sen pırıl pırıl, apaçık gözeneklerinle yaşamı su gibi, nefes gibi yeniden içine alırsın…

Kendime doğru çıkılmış uzun bir yolculuğun bir yerlerindeyim şimdilerde… Artık neden kırıldığımı biliyorum ben aşk baharlanmış dallarıma her vurduğunda. Biliyorum aşk aşk derken aslında neyi umduğumu, ve neden bir türlü, hiç bir türlü bulamadığımı…

 

Biliyorum artık aşka döktüm dediğim gözyaşlarının nereden gelip, nereye aktığını ben şimdi. Göl oldular da, ayna gibi kendi yüzümü seyrettirdiler bana. Bulanıktı yüzüm, karman çormandı, allak bullaktı önceleri. Sonra her cesaretimi toplayıp yeniden baktığımda, biraz daha duruldu su, biraz daha netleşti çizgilerim. Sevgili, güzel çizgilerim.  

Aşk bir cankurtaran değil artık kendinden sıkılan, yerinde daralan gönlüm için. Ne de bir güzellik maskesi, kendinden memnun olmayan yüzüm için. Aşk bir tanım değil, kendini bilmeyen bilincime. Bir övgü değil, kendim dediğim o hiç bitmeyecek esere. Aşk ne yürünmemiş yolların yorgunluğundan koruyacak beni, ne bulunmamış cevapların arayışından. Ne değer katacak değerime varlığıyla, ne de beni azaltacak yokluğuyla. Kendimde bulamadığım hiçbirşeyi ben aşkta bulamayacağım biliyorum…

Belki de aşk sırf bu yüzden her zamankinden daha fazla aşk olma şansına sahip artık benim ülkemde. Belki her zamankinden de sebepsiz, her zamankinden de sınırsız, ve belki hiç olmadığı kadar saf ve sade.. Katışıksız aşk doldurabilir artık kaygı ve korkulardan boşalan gönül kabımı.

Ummaktan vazgeçtiğinde olur tüm mucizeler der, evrenin sırrına erenler… Aşk mıdır en ummadığım anda bana gelecek olan bilmiyorum.

Bu kez ne çıkıp aramak niyetindeyim onu, ne de azcık ötemde durduğunu zannetsem de itiştirip çekiştirmek niyetindeyim daha yakına gelsin diye. Bu kez zorla olmayacak ve kaçmakla kurtulunmayacak olanın peşindeyim. Ben ne kadar ona hazırsam o da bana hazır olsun. Bu kez iki mıknatısın birbirini çektiği gibi gözlerim bana takılı kalmış bir çift gözün içinde kaybolsun… Kaybolsun.

Yalnızsın, çoktandır yalnızsın diyor arkadaşlarım. Neden insanları kendinden uzak tutuyorsun? Kimseyi uzak tutmuyorum oysa ben kendimden. Ben herkese ve herşeye aynı yakınlıktayım. Çünkü uzun bir süredir sadece olduğum gibiyim ben. Boyumu daha uzun, daha kısa, aklımı daha az daha çok, dilimi daha tatlı, daha sivri, sesimi daha alçak, daha yüksek göstermeye çalışmıyorum. Akort etmiyorum kendimi kimseye göre. Tıraşlamıyorum. Parlatmıyorum. Neysem O’yum işte. O kadarım. Ve insanları da kendi yazdığım senaryolarda kendi istediğim rolleri verip oynatmaya kalkışmıyorum. Geldiği gibi alıyor ve olduğu kadar seviyorum. Bende yansıma bulduğu kadar. Birçok arkadaşım var o yüzden etrafımda. Açık ve saygılı yürüyen birçok dostluğum. Ama aşk adı altında oynanan beklenti ve hayalkırıklığı dolu senaryolarda epeydir rol almıyorum. Ne bekliyorum peki.. Nedir aşk diye sunulanlarda beni tutup da bağlamayan, üstümde durmayan, içime sinmeyen… Samimiyetsiz gelen ne, rüzgar aşka döner gibi yaptığında burnuma çarpan kokularda…

Peki beni kopartıp götürecek olan nedir? Kapılarımın kanatlarını ardına kadar çarptırıp kim girer içeri bir hışım bu saatten sonra…

Listeler yok kafamda, yaşı bu, boyu şu, işi bu, huyu şu olsun seveceğim insanın diye. Bir tek, kendiyle halleşmiş ve barışmış biri olsa diyebiliyorum. Yalanlar söylemese bana hoşuma gitmek için. Ben şuyum, buyum, böyle harikayım, şöyle eşsizim diye pazarlamasa kendini.. Bıraksa ben görsem, ben keşfetsem, derin göllerini, gizli bahçelerini, ağaçlı yollarını, güneşli meydanlarını keşfedip sever gibi kuytu bir kentin. Birgün güzel, aydınlık sözleriyle dolduysa, taştıysa kalbim, ikinci gün tutmayan davranışlarını görüp ipi kopmuş çıkrıklar gibi boşalmasa içim. Tüh demesem, tüh, bu da sadece bir demoymuş!

O da ölçüp biçmese beni pazardan kumaş alır gibi. Şurası benden azmış, burası benden çokmuş diye kendiyle karşılaştırıp, yenebileceği ve yenilebileceği savaşların ön hazırlıklarına girişmese, daha bağrına bile basmadan. Ya da başka insanlarla karşılaştırıp en yanıma yakışacak budur diye, bir sonraki karşılaştırmaya kadar koluna takmasa. Beni azımsayarak çoğaltmasa kendini, ya da beni tamamlayıcı bir aksesuar gibi yakasına takmasa.

Güvenmek ve güvenmemek sözcükleri olmasa aramızda. Neden oradasın? Kimlesin? Beni hala seviyor musun? Beni herkesten çok seviyor musun? Diye umarsız cümleler kurulmasa. Yaşam aramızda aksa… Durmasa, bulanmasa, korunmasa, depolanmasa, sakınılmasa, yakınılmasa…

Yansam tutuşsam sadece güneşin kolundaki tüylerde parlayışından. Sabahlar olmasa. Ama nesnesi olmasak birbirimizin. O beni her koynuna aldığında BECERIKLI hissetmese kendini. Bir zafer daha, bir yerini bulmuş atış daha olmasam. Ben her koynuma girdiğinde gizliden SAHİP olmasam ona. Sadece beni düşündürttüğüm anları uzatmak için tuzaklar kurmasam. Bir dahaki öpüşmenin sözü verilmese hiç aramızda. Hesabı olmasa, tarihi olmasa. Acabaların gölgesi de olmasa. İstemekten utanmasam. Vermekten yorulmasam.  Sakınmasa, sakınmasam.

Savaşmasak, sevişsek.. Kimse kimseyi teslim ya da esir almasa.. Teslimiyet ve sadakat sadece aşka olsa.  İlle kıymak gerekecekse birşeylere, boş gururumuz olsa bu, kendimize ve başkalarına söylediğimiz yalanlar olsa, hep kazanma, hep galebe çalma tutkumuz olsa… Aşk bizi kendinde eritse, içimizdeki dikenleri ayıklatsa. En büyük meydan okumanın yüreğini açmak olduğunu öğrensek. Açsak, kapanmasa, kimsenin olanın üstünü örtmeye eli varmasa…

Her baktığımda ondaki O’na aşık olsam yeniden. Onda yansıma bulan güzellikleri görüp görüp doyamasam. Onunla her geçirdiğim gün, an, cennet olsa. Bir saniyeden bile hayıflanmasam. Ve gelecek hiçbir saniyeye ipotek koymasam. Yolunda yürüse, yolumda yürüsem. Kimse kimseye dur demese. Kaybetmekten korkmasa, korkmasam.

Bana olduğu gibi gelecek, beni olduğum gibi alacak bir yürek, vermek için uzanıp, benden akanlara dokunduğunda geleni şükranla alacak bir el, ve suretime her baktığında hayatın mucizesini hatırlayacak bir ruh yok mudur? Hakiki aşk yok mudur bu gezegende?

Çok şey mi istiyorum hayattan yoksa yine… Kendimden ve aşkı benimle paylaşacak olan insandan çok şey mi bekliyorum? Boş hayaller mi bunlar? Yok mu böyle ipekten örülmüş, ışıktan dikilmiş aşklar? Durmaz mı yoksa böyle bir sevda kumaşı, bizim ağır, bencil, korkak, yorgun, küskün, kendine dönük tenlerimizde? Çıksa bile karşımıza böylesi, hemen yıpratır, eskitir, fırlatır atar mıyız kıymetini bilmeden? Başta ben mi ihanet ederim yoksa böyle pürüzsüz bir aşka…

Ben saçlarımı hayata çözdüm çoktandır. Hayatı geldiği gibi, insanları geldiği gibi, huzuru, acıyı, coşkuyu, korkuyu geldiği gibi alıyorum. İçimden geçsin, beni büyütsün, güzelleştirsin diye salıveriyorum saçlarımı, gözlerimi, ellerimi, gönlümü yaşama. Olduğum gibi öylece duruyorum. Aşksa eğer bir sonra gelecek ve beni bana öğretecek olan ders, ben ona da hazırım.

Saçlarımı çözdüm bekliyorum…