Olacağı buydu; sorunumuz kamuya açılınca akıl veren çok olur tabii. Bizim insanımızın en sevdiği şey akıl vermek galiba. Akıl verenlerin de verecek akılları olsa gam yemem; kendileri akıl fukarası. İlişkilerine baksalar acınacak halde olduklarını görürler ama başkalarına akıl vermekten kendilerine bakmaya vakit bulamıyorlar. Hani ne derler, insan en çok ihtiyacı olan şeyleri öğretirmiş. Söz tam böyle miydi, hatırlamıyorum; ama siz benim ne demek istediğimi kavradınız sanıyorum. Bunlar da kendi ihtiyaçlarını bizim üzerimizden gidermeye çalışıyorlar anlaşılan.
Tabii bu sözleri kızgınlıkla söylediğimin farkındayım. Yoksa kimsenin iyi niyetinden kuşku duymuyorum. Kendilerince bize iyilik yaptıklarını düşünüyor olmalılar.
Bazen fazla mı safım diye düşünmüyor değilim; içlerinde ayrılmamızı isteyenler olamaz mı, kendi başarısız deneyimlerinden ötürü bizim ittire kaktıra da olsa sürdürdüğümüz ilişkimizi kıskananlar olamaz mı?
Ben neler söylüyorum böyle! Ama yaptığı teklifi duyduğumdan beri kendimde değilim. Tamam ilişkimiz kötü; ikimizi de yıpratıyor; ama bunun için psikiyatra gidilir mi? Biz deli miyiz? En azından ben henüz kaçırmadığımdan eminim.
Evet yanlış duymadınız, psikiyatra gitmemizi istiyor. Sorunlarımızı kendi başımıza çözemiyormuşuz, ilişkimiz her geçen gün daha kötüye gidiyormuş, bir psikiyatra danışmamızda yarar varmış.
Psikolog bile değil, psikiyatra gitmemizi öneriyor. Öneriyor desem de aslında bunun bana pek öneri gibi gelmediğini belirtmeliyim. Biraz tehdit sezdim bu “öneride”; psikiyatra gitmezsek ilişkimiz de daha ileriye gitmez, gibi bir şey. Cevabımın ne olduğunu tahmin etmişsinizdir herhalde. Ona, madem ihtiyacın var, sen git, dedim. Benim deli doktoruyla işim olmaz. Bu yaştan sonra kendime… Hadi neyse yine söylemeyeyim.
Psikiyatr ne yapacak? İlişkimizi ilaçla mı tedavi edecek? Yakında bunun da ilacı çıkarsa hiç şaşmam.
Psikiyatra gitmek beni rahatsız ediyorsa psikologa da gidebilirmişiz. Sen istediğin yere gidebilirsin dedim, ben tanımadığım insanların önünde özel sorunlarımızı paylaşmayı doğru bulmuyorum. Zaten iyi yürümeyen ilişkilere psikologlar ya da psikiyatrlar çare olsaydı herhalde kapılarında kuyruklar oluşurdu.
O nereye gitmek istiyorsa gitsin, tutan yok. Hatta belki biraz hatalarını bile görmesine vesile olur. Benim için sorunlarımız o kadar büyük değil, psikologluk hiç değil.
Bu sözlerimden dolayı beni eleştiriyor musunuz, bilmiyorum; ama psikiyatra ya da psikologa gittiğim duyulacak olursa insanların için için, vah vah, zavallının durumu çok vahim olmalı diyeceklerinden eminim. Hak etmediğim bir duruma düşmek istemem. İlişkimizi bu noktaya ben getirmedim. Ufak tefek hatalarım tabii ki oldu ama bunları sorun etmese olmaz sanki. Eskiden de hatalarım oluyordu; peki o zaman neden sorun çıkmıyordu?
Galiba bize rahat batıyor.
Bir ilişkiye girerken, kadınlar, erkeklerin değişeceği, erkeklerse kadınların değişmeyeceği umudunu taşırlar. Genellikle de tersi olur; erkekler aynı kalır, kadınlarsa değişir.
Erkeklerin değişime kapalı olmaları çıkarlarının gereği; toplum içindeki ayrıcalıklı konumları (iktidarda olmaları) onların kendilerini sorgulamalarını engeller. Kadınlar çok ayırdında olmasa da, eşitsizlik daha ilişkinin başında kurulur. Cicim ayları geride kaldığında kadının mutsuzluğu da başlar. Çünkü süreç hiç de öngördüğü gibi gelişmez. Erkek her sözü, her davranışıyla iktidarda olduğunu hatırlatır. Kadının değişim talebi özünde bu eşitsizliğin bozulma talebidir. Ya da eşitlik talebidir.
Kadının değişim talebi, erkek tarafından kendi iktidarını kaybetme talebi olarak algılanır. Kendi iktidarını riske sokan her girişime tepki vermesi, mutluluğunun ayrıcalıklı konumundan geçtiğini sanmasından kaynaklanır. Kadının ve erkeğin toplumsal konumunu sorgulamayan her bilinçsiz erkeğin ortak tepkisidir bu. Ancak bilinçli bir erkek kendi toplumsal konumunu sorgular ve kadının gelişiminin önünde bir engel olduğunu görür.
Her iki tarafa da doyum veren mutlu ilişkiler ancak eşitlik içinde gerçekleşir.
Kadınların, değişime erkeklerden daha açık olmaları çok doğal. Çünkü kadınlar ezilen konumunda. Bilinçli olmasa da kadın, nesnel durumundan memnun değil. Sezgisel olarak bir şeylerin değişmesi gerektiğini biliyor. İçine düştüğü yanlış ise, durumunun düzelmesinin erkeğin değişiminden geçtiğini sanması.
Nesnel konumundan duyduğu rahatsızlık kadının değişim arzusunun da itici gücü. Bu nedenle bireysel gelişim kitaplarını en çok onlar okuyor. Bireysel gelişim eğitimlerine erkeklerden daha fazla ilgi gösteriyorlar.
Evet, kadının ve erkeğin nesnel konumlarındaki fark değişime de farklı bakmalarının nedeni. Kadınlar değişim istiyor, erkekler istemiyor.
Çiftlerin bir uzman desteğine ne kadar ve ne için ihtiyaçları olduğu konusunda farklı yaklaşımlarının temelinde yatan da bu düşünce.
Kadınların yanılgısı, kendi kaderlerini erkeklerin değişmesine bağlaması. Erkeklerin yanılgısı ise eşitsiz bir ilişki içinde mutlu olunabileceğini sanması.
Kadın birlikte bir uzmana giderlerse erkeğin değişebileceğini düşünür. Erkek değişecek ve eski mutlu günlerine dönebilecekler. Mutluluğu erkeğin değişimine bağlı. Erkeğin mutluluğu da kadına bağlı; terapiye gidip hatalarını görebilir ve erkekle uğraşmaktan vazgeçer.
Mutluluklarını başkalarına bağlayan insanların mutlu olmaları da şansa kalmıştır.
Evet mutlu olmak, mutlu yaşamak istiyorsak duygularımızın sorumluluğunu almak durumundayız. Kimse bu dünyaya bizi mutlu etmek için gelmedi. Mutluluğumuzu da mutsuzluğumuzun da sorumlusu biziz.
Ne yazık ki bu basit gerçeği kavramakta zorlanıyoruz. İlişkileri tıkandığı için bana gelen danışanlarımın kabul etmekte çok zorlandıkları bir bakış açısı bu. Onlara göre mutsuzluklarının nedeni çok açık; partnerlerinin duyarsız davranışları. Onları güçsüz kılan, yaşam coşkularını söndüren partnerleri. İnsanlar kendi yaşamlarının sorumluluğunu almaktan öyle ürküyorlar ki, sanki haksızlığa uğramış gibi hissediyorlar. Yıllarını verdikleri, onca külfete katlandıkları, sayısız fedakârlıkta bulundukları o ilişkide yine de mutsuzluğunun sorumlusunun kendilerinin gösterilmesi, gerçekten kolay kabul edilebilir bir şey değil. Onlara, üzgünüm, sen yanlış insana rastlamışsın, desem, sanki kendilerini daha iyi hissedecekler. Ne kadar tüketici bir ilişki yaşamış olursak olalım, eğer yaşadıklarımızın tüm sorumluluğunu üstlenebilirsek onların bize kazandırdığı zenginlikleri de görebiliriz. Bundan sonraki hayatımızın kalitesi sahip olduğumuz deneyim zenginliğimizle doğru orantılıdır. Gelecek, geçmiş algılarımız üzerinde şekillenir. Geçmiş, ya değerini anlayamadığımız için bir an önce kurtulmak istediğimiz bir çöplüktür; ya da bize miras kalan bir zenginlik.
Siz geçmişinizi nasıl algılıyorsunuz?