(Bugüne kadar denediğim onca şarap arasında bence en muhteşemi olan Villa Doluca Kırmızı’nın eşliğinde ve onun şerefine bir yazı…)
Ben ne sigara içerim, ne de çok içki. Bira gibi içeceklerle de hiç aram yoktur. Üniversite kampüslerinde millet şişelerce birayı devirirken bile en ayık ben olmuşumdur her zaman. Sadece çok özel durumlarda içerim ve onda da kırmızı şarap genellikle. Son zamanlarda kırmızı şaraba acayip sardım ve hemen her gece bir kadeh içmeden yatmıyorum. Sanırım bunda Villa Doluca Kırmızı’nın enfes tadının olduğu kadar, Alice TV’nin katkıları çok büyük.
Alice TV, Digiturk’te yayınlanan bir İtalyan yemek kanalı. Ama açıkcası Türkiye’de “benim” diyen TV’lere beş çekecek kadar kaliteli bir kanal. Hemen her boş vaktimde açar ve izlerim. Sadece yemek tariflerini değil, İtalya’nın güzel yerlerini, İtalyan peynirlerinin yapılışını, dekorasyonu vs. Bol bol da şarap programı vardır. İtalyanlar için şarap su gibi bir şey. Eh tabii Hıristiyanlar için şarap İsa’nın kanını temsil ettiği için ve Akdeniz’in tipik içkisi olduğu için çok da anormal olmamalı. Avrupa’nın güneyi şarap ve zeytinyağı bölgesiyken, kuzeyi bira ve tereyağı ağırlıklıymış. Doğal olarak da İtalyan TV’sin de şarabın her türlüsünün yapılışını izliyoruz. Eh o kadar bağı, mahzeni, şişeyi, içkiyi görünce de insanın canı çekmiyor değil. Biz de kaptırdık kendimizi bu programlara, içiyoruz da içiyoruz.
İçkilerin çoğu bana zehir gibi geliyor. Tabii bu yazıyı okuyan birçokları “sen içmeyi bilmiyorsun arkadaş ondandır” diyecektir. Eh haklılardır da… Ama ne bilim viski, rakı, votka, cin falan cidden zehir gibi içkiler be. İçine tatlarını yumuşatması için bir şeyler karıştırmadan sek olarak içmeye kalktığında dünyan şaşıyor, ama şarap öyle mi? Şöyle kadehe dolduruyorsun geniş geniş. Bir defa rengi muhteşem. Şişeden dökülürken ki kokusunu ciğerlerine çekiyorsun, diyorsun ki içki bu işte. Viski içince küflenmiş ayakkabı tabanını yalamış gibi hissediyorsun, rakı desen zaten insanı yerinden zıplatıyor, cin ve votka ancak meyve suyuyla adam oluyor falan. Gerçi benim kadar içki kültürü yoksunu bir adamın içki üzerine yazı yazması biraz abes bir durum ama şarap üzerine nice sözler döktürülmüşken üç beş kelam ben etmişim çok görmeyin.
Dedim ya tanrıların içeceği diye, sadece Yunan Tanrılarının “nectar”ı değil şarap; tasavvufta bile yer etmiştir. Tanrı aşkını şarapla anlatır, şairler. Şarabı sunan sakiler, size tanrı aşkını sunan kullardır. İçtikçe şarabı görürsün cenneti de, Tanrıyı da… Hatta fazla kaçırırsan ebeni bile görebilirsin. Ben az içtiğimde cenneti, çok içtiğimde ebemi gören tiplerdenim. Hatırlarım bir kere sınırsız içki içilen bir yerde ardı ardına 14-15 kadeh devirmiştim de evimin yolunu bulamamıştım, bir öğrencim bırakmıştı beni. Zaten eve girer girmez soluğu WC’de alıp içtiklerimi evrene bir güzel iade etmiştim. Ama ne güzel bir duyduydu be… Zaten eşeğin kulağına su kaçmadığı sürece sarhoş olmak çok hoş bir duygu, ama dün yolda gördüğüm bir amca gibi öğleden sonra 3’te sarhoş olup dengeni kaybedip bahçe duvarından aşağı düşüp kendini rezil de edersin, kimse de dönüp sana bakmaz.
Offf dünya çevremde dönüyor ve ben yazı yazmaya çalışıyorum. Hadi bakalım benim en kısa yazım bu olsun ve burada bitirip sızmaya gideyim. Yarın sabah muhtemelen başım ağrıyacak ama olsun, buna değer…
Tanrıların içkisinden bol bol tüketmek dileğiyle… Şerefe…