1994 Devrim’inden… O şimdi çok uzaklarda…

Kimsenin bilmediği ışınımlarla aydınlanmış karanlık kozmos düşleri kurarak uzandı yatağına. Duygu denen titreşimlerden alabildiğine uzaktı, ama orda, kafasının içinde olup bitenler bambaşka terimler yaratacaktı bir gün. Kendisi de anlayamayacak ve “Bu duygu değil?”, diye soracaktı şaşkın. Yıldızlara en sevdiği kadınların isimlerini verirken ışıltılar gözlerini alıyor ve ancak bu yolla “mutlu” olduğunu hissediyordu.

“Şu sıralarda”, dedi, “içinizden birili limitini zorluyordur ve herşeyi yutmak üzere kararıyordur. Beni yutmanızı istemezdim oysa… Sizinle bir ve bütün olmanın, aynı olmanın bir yolu olmalı…” Nedense böylesinin daha esrarengiz olduğu kararına vardı. Çok geçmeden göz kapakları ağırlaştı. Az sonra uyuyordu. Yeni hiçbir şey yoktu. Dönüp duruyor, bedeni uykunun kollarında, beyniyse halakafatasına hapsolmuş bekliyordu. Ve bir kelime belirdi: Özgürlük. Ardından “Hükmedeceğim”, dedi bir ses. Birden kendinden geçtiğini hissetti, organları boşalıyordu bir bir. Zorlukla topladı düşüncelerini, bir tekil noktaya hedefledi hepsini. Onun dışında herşeyin yavaşladığını hissetti, zamana yetişmesi gerekiyordu. Bütün hücrelerinin darmadağın olduğunu gördü. Bilinciyse hedefe yaklaşıyor, zamanı altediyor ve bir yandan da ürpertiye boğuyordu onu. Nöronları enerjiyle dolmuş, içinde sürüklendiği o en uzun deliğin duvarlarını örmeye başlamışlardı. Zamanla birdi artık, düşünceleriyse oradaydı artık, hedefte. Boşluğa düştü, asılı kaldı.

Bu kez çok fazla zorlanmamıştı. Karanlıktaydı şimdi işte. Ne yapması, nereye gitmesi gerektiğini bilmiyordu. Bu tedirgin etti onu. Hareket etti ve her yöne gitti. Rahatlıyordu. Kendi merkezinden yolladığı sinyaller her tarafı dolaşmaya başladı. Uyarımlar almayı umduğu halde bilinçli olarak yalnız bırakılmıştı sanki. Simsiyah güzellikler ve ohuzurla doluyordu. Kozmosun ritmine bıraktı kendini. Düzen onu beyninin programladığı yere götürüyordu. Herşeyi yalnız olduğu anda kavramak onu şaşırtmıştı ama başka düşüncelerin üzerine bir perde çekti. Bütün o sarmal kolları galaksilerin, ya da içine çöken yıldızlar, alabildiğince ağır ve yoğun nötron yıldızları ya da hayata susamış şanssız gezegenleri güneşlerin, hepsi hızlı ve hepsi güçlüydü. Artı ve eksi yöne uzayıp giden zamanda çok fazla yer tutmadıklarını bilmek onları kızdırıyor ve daha da hırsla dönüp duruyorlardı böylece. Bağların en güzeliyle birleşmişlerdi ve bir formdan başka bir forma sonsuz gelecekler boyunca dansedeceklerdi kozmosun melodisiyle. Fiziğin valsini gördü karanlıkta ve dört bir yana sevgisini gönderdi tükenmemecesine.

Nereye sürüklendiğinimerak etmiyordu ama neler kurduğunu birkaç an önce, hatırlamak istiyordu. Sessizce yüzüyordu karanlıkta ve hiç bitmemesini istiyordu bu kez. Vazgeçmeli miydi yoksa? Ama hangi düşünceden vazgeçecekt ki? Bilmiyordu (!) Birden bir çekim alanına girdiğini hissetti. Dönüyordu nesneler, o da uyum sağladı. Etrafı halkalar ve meteorlarla doluyken bölük pörçük nereye doğru programlandığını hatırlıyor gibiydi. Bir diskin müthiş bir hızla geçtiğini gördü, o da gitmek istedi Andromeda’ya, ama yapamadı. Bakındı sonra. Kozmosun bu parçası da can ile doluydu. Yüzyıllar ötesi bir şiir geldi usuna: “Evren can ile doludur.” Evet, o da hayat veren bir sevgi olmalıydı ve bu herkesten çok onu mutlu edecekti. Algıları içinde bulunduğu düzeni kavradı iyice, gittikçe hızlandı, ve şimdi karşısındaydı kuasar, can vermek üzere can çekişiyordu. Karşısındakimekanik güzellik hakkındaki “duygularını” kafasının içinde var etmeye çalıştı ama olmuyordu. Unuttuğu bambaşka bir düşünce adım adım amacını gerçekleştiriyordu. Yaklaştı, yaklaştı ve içine girdi kuasarın. Anlam verebildiği enerjilerinin en güzelinin içindeydi artık. Atomlar parçalanıyor, birleşiyor, galaksileri varedebilecek bir enerji bir baştan bir başa gidiyor, sonra tekrar birleşiyordu ve bu devingenlik hiç bozulmuyorken o yavaş yavaş yokolduğunu hissediyordu. Onlara karıştığını biliyordu. İlk defa olarak kendi protonlarını hissetti ve elektronlar gördü dönüp duran. Herşeyi kaybediyordu. İstediği olmuştu. Düşünceleri hayat bulup ondan bağımsız hale gelirken, o tekrar tekrar parçalandı ve birleşti. Öz enerjisi yayılıyor ve o gittikçe daha çok maddeleşiyordu. Bilinci yavaş yavaş yokolurken, bir başka görevi kozmosun kendi içinde tamamlanmıştı. Işımaya başladı onu içine alıp yokeden güzellik. Çok parlaktı ve sımsıcaktı. Artık o yoktu ama başkalarını varedecekti. Zamana ve başka yıldızlara uzanıyordu mekanik. Parıltılar yayılırken etrafa bambaşka bilinçler bu aydınlığa doğru yaklaşıyorlardı. Başka beyinler bu parıltının farklı olduğunu gördüler. Düşündüler. Ve sessiz,bembeyaz algılar anladılar onu sınırsızca.

yazarın notu: Bu zavallı hikaye denemesi de isimsiz olacaktı ama yazdıktan hemen sonra Jim’i dinledim. L.A. Woman’ı dinlerken hoplayıp zıplıyordum ve Jim bağırıyordu: “Mr. Mojo rising!” Neden olmasın dedim, daha uygunu bulunamazdı. Bu kez hikayemizin kahramanı Jim’i dinlemiyordu ama bir şekilde etkilendi yine de. Sense tüm bunları “açıklamalardan sonra” anlayabilecek tek insansın. Merkezlerimizin buluşacağı anı iple çekiyorum!

benim notum: Lise son sınıfta, dersanede tanışmıştım Devrim’le. 18 yaşındaydık. Saçlarımızı iki yandan örer, sonra da birbirimize “Aynadaki ikizim” derdik. O ana kadar hiçbir varlığı bu kadar yoğun sevmemiştim.

Aycan Çankaya

1976 yılında İstanbul’da doğdum. 1994’te Saint Benoit Fransız Lisesi’nden, 2000’de Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden mezun oldum. Öğrencilik yıllarımda ilgilenmeye başladığım hipnoz ve NLP’yi 2 yıl boyunca pratisyen hekim olarak çalıştığım özel poliklinikte kısmen uygulama şansım oldu. 2002 yılında evlendim ve hekimliğe ara vererek ilaç sektörüne girdim. İki yıl kadar medikal danışman, bir yıl kadar da ürün yöneticisi olarak çalıştığım süre boyunca NLP Practitoner, NLP Master Practitioner, Reiki ve Hipnoterapi eğitimleri aldım.