Hayatımın bir buçuk yılına yakın bir zamanında her sabah ve her akşam Ankara- Polatlı yolunu gidip geldim. Sabahın en erken otobüslerinden birine, gözlerimden uyku akarak yetişmeye çalıştığım, sokak köpekleri ve namaza giden yaşlı adamlardan başka kimsenin olmadığı Polatlı sabahları, benim gibi Karadeniz’in yeşilinde büyümüş birine nasıl görünürdü tahmin edersiniz. Gide gele her metresini ezberlediğim yolda bozkır hüküm sürdüğünden, gözümü oyalayacak bir şey bulmakta zorlanırdım. O bir saatlik yol bitmek bilmez, otobüs yolculuklarında uyuyamadığım için koltuğuna oturur oturmaz uyumayı başaran diğer yolculara gıptayla bakar, içim sıkıntıdan patlayacak hale gelirdi.

Yıllar sonra bir bozkırın ortasında batan güneşe huşu içinde bakıp, en az Karadeniz’in yeşiline bakarken aldığım tadı alacağımdan habersizdim. Henüz gençtim ve düşe, kalka hayatı öğrenmeye çalışıyordum. Köşelerim, “asla”larım, beyazlarım, siyahlarım vardı ve büyük laflar söylemek kolaydı.

Yol boyunca görmekten keyif aldığım ve her geçişimde merakla baktığım tek şey bozkırın ortasında yapayalnız duran bir ağaçtı. Bilenler bilir yol üstünde “Temelli” diye bir yer vardır. Temelli’yi Polatlı’ya doğru biraz geçince, sağda uzanan tarlanın ortalarındaydı bu ağaç. Uzakta olduğu için ne ağacı olduğunu anlayamadığım, orta boylarda, dallarını iyice yayarak gökyüzüne uzanan, mevsiminde yapraklarını döktüğünde daha da yalnız görünen o ağacı, her önünden geçtiğimde kaçırmamaya çalışır ve selam verirdim içimden.

Bugün sabahın erken saatlerinden birinde, İstanbul’da, boğazın kıyısında, soğuk ama tertemiz havayı içime çekerek yürürken aklıma geldi birden o ağaç.

Önce yine bir selâm gönderdim, hâlâ orada ve sağlıklı olduğunu umarak; sonra da “Nereden düştü şimdi aklıma” diye merakla sordum kendime.

Bilinçaltımın sonsuz derinliğindeki hangi görüntü, ses, koku, anı, duygu, bana o ağacı hatırlattı bilemedim. Bildiğim, gözümün önünde dipdiri canlandığı ve beni yıllar öncesinin o yoluna götürdüğü. “Zihnimden hızla akan yaşadığım bunca yılın anıları ve onların fotoğraflarında kim bilir kaç tane böyle minik ayrıntı var” diye düşündüm. O anda ve şimdi aklıma gelmeyen milyonlarca şey. Şimdi “şey” deyip geçtiğim, yaşadığım anda belki de çok önemsediğim insanlar, durumlar, duygular.Ne zaman hayatın koşturmacasına kapılsam bir şeyler bana “ Hayat bunlardan ibaret değil. Biraz soluklan ve kendine dön bak.” diyor sanki.

Bazen bir şeyin bize bunu hatırlatmasını beklemeden, yapmamız gerek bunu galiba. Benim o “yalnız ağacım”gibi bir ağaca sırtımızı dayayıp, ıssız bir bozkırın ortasında, sadece kendimizi dinlememiz gerek. Belki de ben bu yüzden hatırladım o ağacı bugün bilmiyorum. Belki de bir yılı daha bitirmiş olmanın muhasebesidir bana o ağacı hatırlatan ve bunları yazdıran.

Yeni yılın ilk sabahına hayatı endeksleyip kararlar alan ve fazlaca bir iyimserlikle “yeni yılda yapılacaklar-yapılmayacaklar” listesi yapan insanlardan olmadım hiç. Ama her biten yılla kendimle konuşup bir “durum muhasebesi” yapmaya çalışırım ve her yeni yıl, “yeni” olan her şey gibi bana da bir “taze nefes” duygusu verir.

Bu yılın son günlerinde de kendime zaman ayırıp, sırtımı “ağacıma”dayayarak kendimle konuşacağım. Umarım bu sohbet keyifli olur, umarım sorularıma verecek cevaplarım vardır ve umarım bu cevaplar benim için “doğru” cevaplardır.

Bir yılı daha maziye gönderirken size de tavsiye ederim bu konuşmayı yapmanızı. “Öğrendiğiniz” şeylere şaşıracağınıza eminim. Kaçamak cevaplar vermeden dobra dobra konuşun ve her şeyi affetmeye hazır bir anne gibi şefkatli olun kendinize. Hem belki epeydir ihmal ettiğiniz “bir yalnız ağaca” rastlayabilirsiniz bu konuşma sırasında ve eteğine oturup sırtınızı dayamak size de iyi gelebilir. Ne dersiniz?