16 Ağustos, Charles Bukowski’nin doğum günü. Ona bir selam gönderelim dedik. Merak etme Hank, lafı fazla uzatmayacağız.
Kendisiyle röportaj yapan Sean Penn’e ‘Mutlu musun’ diye soruyor Bukowski, ‘Evet’ diyor Sean Penn. ‘Sıklıkla mı?’ diye tekrarlıyor soruyu, ‘Evet’ diyor yine… ‘Beni hayal kırıklığına uğrattın Sean’ diyor sonra. Bukowski hayatı pek hoş bulmazdı ve hayat da onu. Fakat her gün içerek intihar etmesine karşın onun şiirleri ve hikayeleri yaşamı kutlar. Alkolü, kadınları, ölümü, aşkı, nefreti öyle çiğ kelimelerle anlatır ki, onu okurken fotoğrafı çekilen bir insanın tedirginliğini hissedersiniz. Karşınızda deklanşöre rastgele basan bir adam vardır ve siz kasıldıkça daha çirkin çıkarsınız fotoğrafta. Onun tek ümidi, insanın kim olduğunu anlamaya yetecek bir süre boyunca kıpırtısız kalabilmesi, ve lütfen biraz rahat olmasıdır.
Balinaların kurtarılmasını, nükleer santrallerin yıkılmasını umursamayan, kadınlarıyla yaşadıklarını sansürsüz anlatan bu adam ahlaksız bulunur. Oysa biz onu kutluyoruz çünkü o, karmaşık şeyleri basitçe söyleme çabası yasasına göre yaşar. Bir şairdir ve şiirden nefret eder. Özellikle de şiir dinletilerinden… ‘Hayat memat meselesi olmadığı sürece kimse çıkıp şiir okumamalı sahnede. Seyirciye şiir okumakta aşırı bir kendini beğenmişlik söz konusu, yaratıcılık daktiloda başlar ve orada biter’ diyor koca adam. Adının sıkça beraber anıldığı Beat Kuşağı yazarlarından ‘sahtekarlar’ diye bahsetmesi biraz da bu yüzden; onlar yalnız kalamaz ve alkışa gereksinirlerdi. Kitaplarının edebiyat derslerinde okutulduğunu duyduğunda da dehşete kapılıyor; ‘Egosunu büyük E harfiyle hissettiğim büyük bir aldatmacaydı edebiyat. Sıkıcı, donuk, yapay bir oyun, insani yanı eksik. İstisnalar var elbette ama ben yine de yüzyıllardır süregelen bir aldatmaca olduğunu düşünüyorum edebiyatın. Kitabı açıyorsun ve uyuklamaya başlıyorsun.’
Yazıları yeraltının eksiksiz bütün yayınlarında yer bulmuş Bukowski, ‘Tamam be adam, anladık her şeyden nefret edebiliyorsun, zil zurna sarhoşsun ve devamlı tekrar ediyorsun kendini’ diyen saldırgan okuyucuya bayılır. ‘Nefret mektupları yazanlar mavi çizgili kağıda yazarlar genelde. Ve insana kanı çağrıştıran koyu bir mürekkep kullanırlar. Dolma kalemi fazla bastırılar ve dilbilgisinden habersizlerdir. Düşünceleri kesilir, tekar başlar. Ne dediklerini pek anlayamazsın ama o kara nefreti hissedersin’ diyerek anlattığı düşmanlarını yiyerek beslenir. Şöyle güzel bir tarafı vardır Bukowski okumanın; düşünmezsiniz… Düşünmezsiniz çünkü her şey neyse odur zaten, ne bir eksik ne bir fazla. İyimserlik de, tıpkı kötümserlik gibi insanın olup bitene uyum sağlamasını engelleyen bir zayıflıktır bu adamın gözünde. Bukowski’nin, ‘kural olarak yarı kaçık, ödlek ve kişiliksizdir şairler’ derken kendisinden de bahsettiğini bilmek ne hoştur.
Toparlamak gerekirse, ki gerekir, 2000 yılında Açık Radyo’nun duyurduğu ‘Amma Hikaye’ programında Bukowski’nin ‘Kasabanın En Güzel Kızı’ adlı hikayesi okunmuş ve radyo bu sebeple on beş gün sessizliğe mahkum edilmişti. Radyonun karara itirazı önce kabul edildi ama aylar sonra kararı durdurma kararını durdurma kararı alınınca on beş gün sustu radyo. Dava devam ediyor. 2000 yılında Charles Bukowski’nin duyanları hayrete düşürecek kadar yumuşak olan sesi de sustu. Ne diyorduk? Dava devam ediyor.
BUKOWSKİ’Yİ HİÇ İLGİLENDİRMEYENLER:
Topluca dans etmek
Piknikler
Televizyon
Şiir dinletileri
Basketbol maçları
Müzeler
Ev köpekleri
Dünya tarihi
Çocuk Oyunları
Büyük Oyunları
Büyük sanat eserleri
Protesto gösterileri
TAM TERSİ
Hamburgerinden bir ısırık alırken teceavüzcünün duygu ve düşünceleri
Sokak köpekleri
Yoksulların, kaçıkların odaları
Fabrikada hayat
Sokakta hayat
(İlk Yayın: Rolling Stone Dergisi)