O zamanlar evin ileri gelen büyüğü gibiydi tek kanallı siyah beyaz televizyon… Soğuk kış gecelerinde, kombinin dedesi odun sobası ile aynı odaya konulur, açıldı mı sohbet kesilir, sinema terbiyesi ile izlenmeye başlanırdı. Gece saatler 12 yi gösterdiğinde “Yayın bitti! Hadi İstiklal Marşını da dinleyin sonra da yatın” diye buyururdu tek kanallı renksiz .
“Rating” denen rekabet birimi daha icat olunmamış, mertlik bozulmamıştı… Zaplanma kaygısından uzak, sırasıyla yayınlardı programlarını bize tek kanallı renksiz… Biz de şikayetçi olmaz, başka kanal aramaz, yaş grubu ne olursa olsun her yayınlanan programa izleyici olurduk. Kaptan Cousteau belgeseli ile denizin derinliklerini keşfeder, rahmetli Cenk Koray’a kutumuzu açtırır, Dallas’ın kötü kalpli JR’ına uyuz olur, temiz insan Boby’i gönülden destekler , Hülya Koçyiğit verem, Kartal Tibet kör olunca ağlardık .
Maç mı var? “Buyurun tüm lig maçları, Avrupa maçları ve hatta dünya kupası bende” derdi tek kanallı manda kasa renk körü Philips, Grundig ya da Schaub Lorenz televizyonlarımız… Açık renk formalı Brezilya, koyu renk formalılar ise İngiltere… Arada reklam yok, çerçeve reklam yok, tüm ekrana rahat rahat yayılmış bir futbol sahası, varsın renksiz olsun. Şimdi maç seyretmek, altyapı çalısması gerektiriyor. Maça göre ayrı çanak anten, şifreli yayınlar, ayrı üyelik ücreti, ayrı yayın saatleri falan… Yani bitmez bir çile…
Tek kanallı renksiz TV’lerin kullandığı lisan da bugüne göre fazlasıyla Türkçe idi… O günlerde, haberi okurken hata yapan haber spikerinin maaşından ceza kesildiği söylenirdi . Şimdilerde ise bol kanallı rengarenk TV’lerin lisanı bir değişti ki sormayın. Medya dili denen bu yeni lisan, artık İngilizce ile de yarışır oldu adeta… “Meclis cephesinde neler oluyor Ahmet? İktidar partisi kan kaybetti mi son oylamada? Sular duruldu mu yoksa tansiyon hala yüksek mi? Haber bomba etkisi yarattı mı? Lütfen şu anı yansıtır mısın bize!..”
Eskiden vefat haberleri incitmeden, usulüyle verilirdi. Şimdilerde ise “Feci şekilde can verdi”, “Parçalanarak öldü” gibi detay sözler söylenmeden, yerdeki veya arabanın içindeki kanlı ceset gösterilmeden vefat haberi yapılmıyor nedense…
Boşanma haberlerinin en ilginç bulunanları ise daha çok ünlülere ait olanları… Üzücü bir haber olmasından çok bir başarı hikayesi gibi sunuluyor televizyonlarda… “Ünlü çift, tek celsede boşandılar” Tabii, bilmem kaç celsede, boşanamayanlar da var. Şöhretli olmanın bir marifeti olsa gerek ki tek celsede boşanılabiliyor . Teamül bu şekilde son yıllarda…
Eski renksiz yıllarda eğlence programlarında bile bir dinginlik, ağırbaşlılık vardı. Şarkıların basit klipleri vardı, Ankara Kuğulu Park’ta ya da Ankara Arı stüdyolarında çekilmiş. Abartıdan uzak stüdyo dekoru önünde, yoğun sahne ışıkları altında, ağır, ürkek, mütevazi hareketlerle söylenirdi şarkılar… Stüdyo konukları bile son derece ciddi seyreder, nizami olarak alkış tutarlardı.
O yıllarda beynimiz çok daha az şeyle meşgulmüş meğer… Kaç tane dizi, yarışma, talk show takip edebilirdi ki? Kaç paparazi programı ünlülerin özel hayatını soru cevap şeklinde işleyerek beynimize nakşedebilirdi? Şimdi yorgun beyinlerimizin, her kıvrımında ayrı bir dizi karakteri, şarkıcı, yarışmacı ve diğer özel hayatları takip edilesi insanlar var. Onlarla yatıyor, onlarla kalkıyoruz. Onların “proje” lerini ilgiyle izliyor, kimlerle “sadece arkadaş” olduklarını anlamaya çalışıyoruz.
Hemen herkes televizyona çıkabiliyor artık… Bir şarkı, yetenek , dans, yemek yapma, evlenme, ayrılma programında veya hiç biri olmasa, kısa metrajlı film yapım merkezi haline dönüşen akşam haberlerinde, acıklı müzik eşliğinde bir habercikle bu gayet mümkün… “Daha 18 yaşındaydı, fakirdi, tek istedigi herkes gibi mutlu olmaktı. Daha ne yapabilirdi ki yani?.. Ve feci şekilde……”
Andy Warhol’ün “Herkes 15 dakikalığına meşhur olacak“ sözü gerçek olmaya başladı galiba…
Olsun, Olsun da! Hepsinin sonu feci şekilde olmaz umarım.