Bilincim karıncalanıyor… Ellerimden boşalan elektrik, o ellerden toprağa akan ben… Kimim? Kendine meraklı bir soru işareti mi? Soru işaretleri iki parçadan oluşur…
Noktadan kaidesinin üzerine görünmez bir koltukla ilişmiş sarhoş bir çengel… Ellerimin elektriğini boşalttığım, o ellerden kendisine aktığım toprak, saymakla bitiremeyeceğim kadar fazla soru işareti doldurmuş ceplerime… Noktalarını düzgünce birbirine yapıştırdım, ve bir de baktım ki… O da ne?
Noktalar yapıştıkça uzayıp giden bir doğru parçası, hemen üstünde kaynaşıp kafa kafaya vermiş çengeller… Daha fazla uzatmadan iki ucunu birleştiriyorum; en uçtaki sarhoş kancalar birbirine kenetlenince tuhaf bir halka buluyorum avucumda… Bir adet kalın çizgi, hemen altında, incecik, ona görünmez bağlarla kenetli bir diğeri… Hmm… Ne yapmalı bununla şimdi?
Toprağa uzanıyorum, avuç içlerim yine cayır cayır nemli otlar üzerinde… Halka az ötemde olmalı, başımın yakınlarında bir yerlere fırlattım, kalkıp eve giderken almak üzere… Uykuya dalmak ne güzel olurdu şimdi burada… Gözlerimi kapatayım bari… Görmediğim zaman daha çok ısıtıyor güneş sanki…
(…)
Uyuyakalmışım… Rüyamda, kapısı ve penceresi olmayan bomboş bir odadaydım. Duvarlar, tavan, zemin bembeyaz; fazlasıyla parlak,ama gözümü rahatsız etmiyor. Ben yürüdükçe genişliyor oda… Görüş alanımın hemen dışında, üzerine odaklanmayı her deneyişimde yer değiştirip bakışımdan sıyrılan bir parıltı var. Kovalamayı bırakıp gözlerimi kapatıyorum. Açtığımda, burnumun dibinde duruyor avım: Duble çizgili halkamın ta kendisi!… Canlanmış adeta… Şekilden şekile giriyor, bir kıvrılıp bir düzeliyor, ama iki ucu hiç açılmıyor, kapatılıp halka olmaktan memnun sanki… Odanın duvarları da birgenişleyip bir daralıyor sanki… O anda ne olup bittiği kafama dank ediyor. İşte, yine bir rüyada sörf yapıyor zihnim!… Rüyada olduğumu kavradığım an uyanmaya başladığımı da farkediyorum. Yok, olmaz! Biraz daha kalmalıyım. O meşhur rüya duasını mırıldanıyorum hemen: “İçimde ve dışımda, rüya şu an burada. Küreyi ters yüz ettim, gözlerimin ardında.” Hemen işe yarıyor, uyanma tehlikesini bertaraf edince başlıyorum pırıldak halkamı daha da bir dikkatle kurcalamaya… Halka bir şey anlatmak istiyor sanki bana… “Bak”, diyor, “Görmüyor musun dansımı? Öylesine açık ki… Sadece bak; düşünme…” Hoppala… Ne anlatmak istiyorum kendime? Zihnimde uçuşan muhtelif açıklamaları elimin tersiyle savuşturup halkaya odaklanıyorum bir kez daha… Dansı belirli bir periyod takip ediyor, ama tekrarlar son derece geç geliyor… Zarif, fakat takip edilmesi zor bir estetik algıya hitap ediyor. Önce tam bir halka, yere paralel. Sonra, yandan bakılınca U şeklini alıyor. Derken ters dönüp kendi etrafında 3 defa turladıktan sonra heliks biçimini alıyor. Ve sonra… A ha! Bu noktada yakaladım işte bir şey galiba! Çift sarmallı heliks… Neydi bu? Uyanık olsam hemen bilirim neyi çağrıştırdığını… Ama bir nevi bebek zihninde olmayı seçtim şimdi… Uyanıp ele geçirdiği veriyi analizlemekisteyen bir yanım var!… Ve bir başka yanım da dansın devamını seyretmek istiyor… Mücadele!!! Kıyasıya!!! Halka uzaklaşıp kaçıyor, uyanıyorum.
Gözümü açar açmaz, soruyorum yüksek sesle kendime: “Çift sarmallı heliks de ne ola ki?”
Yanıt gecikmiyor: “DNA”
(…)
Bu da ne demek şimdi?
(…)
Üzerimdeki pikeyi atıp saate bakıyorum. Öğle olmak üzere… Başucumda duran not defterine uzanıp şu satırları yazıyorum: “Tür: Yine rüya içinde rüya. Lucid’e geçiyorum. Mekan:İlk mekan bir göl kenarı. Kırlık saha. Yalnızım. İç uykudan sonra geçtiğim ikinci mekan geçen geceki beyaz oda. Temel obje: Soru işaretlerinden oluşturduğum parlak bir halka. Son eylem: Biriktirdiğim tüm soru işaretlerinin birleşip DNA sarmalına dönüşmesi.” Yataktan kalkıyorum, çok susamışım. Gözlerim kapalıyken sanki daha fazla ısıtıyor güneş. Mutfağa gidiyorum. Su içiyorum.