Bir zamanlar, 1000 sene gündüz ve 1000 sene gece olan bir çöl ülkesi varmış. Gece olduğu dönemlerde hava serin olduğu için ülkenin ortasından nehirler akar, tatlı  meltemler esermiş. Gündüz olduğunda ise Güneş bütün sıcaklığını gösterir, nehirleri kurutur ve havayı kavurucu derecede ısıtırmış.

 

Gece dönemi yaşanırken; en son gündüzün üzerinden yüzlerce yıl ve birkaç kuşak  geçmiş olduğu için, halk, gündüzün getirdiği sıkıntıları unutur ve gecenin  keyfini çıkarır bir haldeymiş. Susuzluktan ölecek raddeye gelene kadar şeker yiyip, ardından nehirlerde kana  kana su içerlermiş. Havanın her daim serin olmasına güvenerek, avladıkları hayvanların kürklerini bir daha hiç çıkmayacak şekilde derilerine yapıştırırlarmış.

 

Gece döneminde; her bir kuşak, gündüz hakkında bir önceki kuşaktan daha az şey  bilirmiş bu ülkede. Zaman geçtikçe; gündüz denen şey bir efsaneden ve sadece  cahillerin inandığı bir masaldan ibaret olarak görülmeye başlamış. Ne var ki, “Unutmayanlar” adi verilen bir grup; zamanı geldiğinde gündüzün getireceklerini  birbirlerine sürekli aktarip halkı uyarmaya çalışırmış.

 

“Gündüz geldiğinde, yukarıda gördüğünüz parlak beyaz ışığın yerine gökyüzünde dev  bir ateş topu belirecek. Bütün sular kuruyacak, ve şeker yiyip derilerine kürk  yapıştıranlar ateşin gazabına uğrayacaklar” şeklindeki ifadelerine rağmen; halk  “sıcak” veya “ateş” kelimelerinin ne anlama geldiğini bilmediğinden genelde  uyarıcıları fazla dikkate almazmış. “Ben doğru bildiğim şeyi iyi niyetle  yapıyorum, şeker yemek ve kürk yapıştırmak bana keyif veriyorsa neden  yapmayayım?” şeklinde sorulara maruz kalan uyarıcılar, cevap olarak “Size bunun  cevabını anlayabileceğiniz bir şekilde veremem, ancak inanırsanız zamanı gelince kurtulursunuz” derlermiş.

 

Ülkede, uyarılara gerçekten inanan ve emirleri yerine getirip şekerden uzak duran ve kürk yapıştırmayan bir kesim varmış. Bunun yanı sıra; Unutmayanlar’a inanmalarına rağmen, yaptıkları uyarıları çarpıtıp “Kürke dokunan kimse kurtuluşa eremez” veya “Şeker yiyenler yılana dönüşecek” diye farklı bir şekilde dilden dile dolaşmasına yol açanlar da olmuş çöl ülkesinde… Bu kişiler, niyetleri iyi olmasına rağmen; halkın, yapılan gerçek uyarıları kulaktan dolma bilgilerle karıştırıp iyice zırva ve saçmalık olarak görmesine yol açmış. Bir başka grup ise, Unutmayanlar’ın uyarılarını cahil halka karşı güç aracı olarak kullanıp, hem cahil halkın uyarıların özünü anlamasını iyice zorlaştırmış, hem de kafası çalışan ve kurtuluşa erebilecek akıllı insanların uyarılara uzaktan bakıp “Güç amaçlı zırvalık bütünü” diye görmesine yol açmış.

 

Günün birinde doğru zaman gelip çatmış ve tekrar Gündüz olmuş… Bol bol şeker  yiyenler, sular bir anda kuruyunca susuzluktan kavrulup acı çekmeye başlamışlar.  Derilerine kürk yapıştıranlar, aşırı sıcaktan dayanılmaz acılara maruz kalmışlar.   “Eger inanmazsanız, ileride çok acı çekeceksiniz ve bunun sebebi sadece bugünkü  davranışlarınız olacak” cümlesinin anlamını acı ve gözyaşları içinde  kavramışlar. Oysa şeker yerken ve derilerine kürk yapıştırırken hepsinin de  niyeti iyiymiş; ve kendilerince doğru olan şeyi yapıyorlarmış. Ne var ki, yapılan  uyarılarda dile getirilen şekilde davranmadıkları için, iyi niyetleri  kurtulmaları için yeterli olmamış.

 

Gündüz gelip çattığında; kurtulanlar, sadece inananlar olmuş. Yapılan uyarıların  kapsamını ve çapını kendi şartları çerçevesinde anlayamıyor olabileceklerini  idrak edip uyarıcılara inananlar ve şeker yemekten & derilerine kürk  yapıştırmaktan vazgeçenler, zamanı gelip Güneş’in sıcaklığı bastırdığında ortaya  çıkan ortama ayak uydurabilmişler.

 

Bu hikayenin ana fikrine gelince… Dine inanmak veya inanmamak, insanin kendi  tercihidir. Ne var ki; inanan biri için “Ben Allah’a inanıyorum ve kalbim temiz, bu  yüzden emir ve uyarıları yerine getirmesem de olur” demek pek geçerli bir durum  olmayacaktır. Gerçekten inanan biri; emir ve uyarıların kendi çağını ve zamanını aşan anlam ve amaçlarının da olabileceğini düşünüp, davranışlarını ona göre  düzenlemelidir. Bu doğrultuda, kulaktan dolma veya aktarılmış bilgileri uyarı diye kabul etmek yerine, uyarıların gerçek kaynağı olan kitaplara yönelmeli ve gerçekten ne söylenmişse onu yapmalıdır. Aksi takdirde; “Gündüz” zamanı gelip ateş her yeri sarınca, iyi niyeti onu kurtarmak için yeterli olmayacaktır.

Kerem Köseoğlu