Bazı kelimeler, bazı kelimelerin kardeşidir sanki. Birisini, diğerinin yerine kullanabilirsiniz rahatlıkla. Cümle içerisinden çıkarıp, yerine kardeş kelimeyi koysanız da, anlatmak istediklerinizi anlatabilirsiniz. Yada anlamını kuvvetlendirmek için yardımını istersiniz kardeş kelimelerden. Kadın ve şarap gibi, ayrılık ve hüzün gibi, bahar ve aşk gibi, hayat ve yolculuk gibi…
Yolculuk… Yol… Duraklar ve yolcular… İnenler, binenler… Uzayıp giden, devam eden tıpkı hayat gibi, akıp giden bir süreç; yolculuk…
Ve duraklar vardır, her yolculuğun içinde, belirli noktalarda. İnenler olur, yolculuktan ayrılanlar, binenler, yeni katılanlar, yolları kesişenler olur. Her yolun ve her yolcunun sayısız durakları vardır yolculuklarında. Kiminin okulu bitirmesi bir duraktır, yolculuğunun diğer kısmına başlamadan önce; kiminin onyedi yaşı. Kimi için evlenmek, çocuk sahibi olmak, işe başlamak, işten ayrılmak, yirmili yaşlarına başlamak, yolu yarılatan otuzbeşine varmak…..
Yaşayan insan kadar farklı yollar, yolculuklar ve duraklar vardır yaşamda. Benim yolculuğumda ise şu sıralar benim için önemli sayılabilecek bir durağa geldim. Otuzlu yaşlarım… Bu durağın benim için önemi aslında sadece bir durak olmasından çok, aynı zamanda bir yol ayrımı olmasından kaynaklanıyor. Bir yerde makas, yani bu durak. Belki de bir “Kırılma Noktası”.
Oldum, olası doğum günlerini sevmem… Özellikle kendiminkileri… İnsanlarda yaygın olan genel kanının aksine ben hüzünlenirim doğum günlerinde, kutlama yapacak kayda değer birşeyler bulamam. Ama bu sefer kendimi farklı hissetmek için epeyce uğraştım… Çünkü bu sefer değişiklikler olacaktı hayatımda. Köklü değişiklikler olmasa da, artık hayatım eskisi gibi gitmeyecekti. Nelerin değişeceğini ve ben bu değişiklerde neler hissedeceğimin merakı ile bir önceki gece saatin yeni güne devrilmesini bekledim yatmak için ve kendimi ilk kutlayan olarak girdim uykumun koynuna.
Sabah uyandığımda yataktan kalkıp kendime gelebilmek için, zorlukla banyoya attığımda kendimi hala değişiklik hissetmemiştim kendimde. Traş olurken aynadan bana bakan adam hiçte otuzlarına ermiş biri gibi gözükmedi gözüme. İçimden gelen sesi dinleyip, ilk defa o sabah güne aynadan bana bakan adam için hazırlanıp, başlamak istedim. En sevdiği losyonu sürüp, en sevdiği gömleği giydim. Bugün onun günüydü nede olsa ve tüm isteklerini yerine getirecektim. İşe geç kalma riskine rağmen sallana, sallana hazırlandım ve evden çıktığımda ilk defa saate bakmadım.
İşe gelip, sabah kahvem eşliğinde bilgisayarın karşısına geçince hissettim ilk içimde dolaşan hüzün kırıntılarını… Üzerinde durmadım… Gelen e-postaların arasında sevdiklerini ve sevildiğimi hissettirmek için uğraşlar veren arkadaşlarımında bu hüzünde payları oldu ama, bugün olmaz… En azından bugün diğerlerinden farklı olmalı… Beklenmedik yerlerden gelen telefonlar, mesajlar, beklenen yerlerden ise çıkmayan sesler eşliğinde akıp gitti elimden zaman denen afyon. Bütün ısrar ve uğraşlara rağmen bu özel günümün akşamında kendi kendimle kalma ayrıcalığını ve “bi başına düzenlenen hesaplaşma partisine” ait davetiye ile partiye katılım hakkını kazandım.
Bütün sevdiklerimi kırma ihtimalini göz önüne alıp hepsine gerekli bir açıklama yaparak, hatta bazılarına açıklayamayarak oturdum kendimle ufaktan demlenmeye, yeni gelen dönemi kutlamaya başladım.
Nedir insanları, doğdukları günü bir tören havasında kutlamaya iten ve neden insanlar dünyada varlıklarının kaçıncı gününde yada kaçıncı yılında oldukları hesaplar, hesaplatır ve bu hesapla yaşamaya iter sizleri. Hiç düşündünüz mü, bir ölüm haberi aldık mı bir yakınımızdan, ilk sorduğumuz yakınlık derecesi ve ölen kişinin yaşıdır. “Rahmetli kaç yaşındaydı?”, “Hastalığı neydi?”, “Eceli gelmiş demek ki?” gibi saçma ve sadece boşluk doldurma amacı ile edilen ve sorulan laflar. Ne kadar garip değil mi, insanoğlu doğduğu günden itibaren kendini ölüme hazırlıyor. Bu yaş hesaplamanın başka bir izahı var mı? Varsa da ben bilmiyorum. Bir bilen açıklarsa da mutlu olacağım.
Birinci kadehimi bu saçma ve gereksiz giriş faslı ile geçip, kendimi asıl hesaplaşılması gereken konuya hazırlıyordum aslında. Ama birşeyler eksikti bu kutlamada… Rakımız tamamdı, çerez de vardı ufak masamda. Bir adet “kutlaması yapılan adam” ve onun hüznü de yerindeydi. Eeee? Eksik olan neydi peki yola çıkmak için? Buldummm…. Müzik eksikti başucumuzda mırıldanacak… Hazırlık faslını tamamladıktan sonra, ikinci kadeh eşliğinde, çıktık bizde sabah aynada tipini beğenmediğim adamla beraber mehtaba.
Biraz nostalji yapmada fayda vardı. Yoksa daha onun sırası gelmemiş miydi? Bilmiyordum ki otuzlarında bir adam nasıl düşünür, nasıl içer, neleri, hangi sıra ile düşünürdü. Ben hep yirmili yaşların insana verdiği toyluk ve deli akan kanın hızıyla içtim şimdiye kadar. Hiç kendime ağır bir hava vermeye çalışmadan. Hata yapabilecek yaşlarda olabilmenin rahatlığı ile hata yapmaktan korkmadan, bolca hata yaparak hatta, içtim. Ama artık hesaplara, kitaplara göre olgunlaşılması gereken yaşlara erişmiştim. Kararlarım daha ağır, oturaklı ve isabetli olmak zorunda idi.
Yeni başlayan ve önümde uzayıp giden bu uzun etabın ilk gününün sonuna yaklaşmıştım neredeyse ve ben kendimde nelerin değiştiğini yada nelerin değişmesi gerektiği konusunda en ufak bir fikre sahip değildim.
En azından müzik zevkimi değiştirebilirim, belki artık yediklerime dikkat etmeliyim, yada daha iyisi bir spor salonuna mı yazılmalıyım. Balığa başlamak da fena fikir değil alsında. Yanıbaşımda bangır bangır bağıran radyonun ayar düğmesinden radyo kanalları arasında kısa bir gezinti yapmam bana bu değişimin benim için ne kadar da imkansız olduğunun minik ve kesin ispatı oldu.
Düşüncelerimin arasında parmaklarım otomatik verilen bir tepki gibi ruhumu huzura iten ve yaz gecelerinde dinlemekten ayrı keyif aldığım akşamcı frekansına sabitlendi. Hatta müziğin ses ayarı bile kendi standartı içinde buldu yerini. Demek ki, bu kadar ani ve köklü değişiklikler insanda bir tepki süreci yaratıyor. Daha hafif değişikliklerle başlamakta yarar var.
İnsanoğlu zaman içerisinde kendisine karşı kayıtsız bir kemikleşme süreci yaşıyor. Hele de benim gibi iflah olmaz bir “geçmiş dönem klasikleri”ndenseniz. Bırakın radikal değişiklikleri, saç tarama şeklinizi bile değiştiremiyorsunuz. Bir yerlere ait olma duygusu, kök salma merakı ile edindiğim alışkanlıklar yüzünden yirmi yıllık berberimi, eve dönerken takip ettiğim yol güzergahını bile değiştiremiyorum. Kaldı ki, hayatımın otuz senedir takip ettiği yol sapağında, keskin bir yol değişikliği yapacağım. Pek kolay görünmüyor oradan değil mi? Sancılı bir süreç olacak anlaşılan.
Kendinle barışık olmayla da pek ilgisi olduğunu sanmıyorum bu kemikleşme sürecinin, daha çok kanıksama yada kabullenme olabilir. Ama yine de sabahları uyandığımda, aynaya baktığımda karşımda aşina, bildik ve tanıdık bir surat bulmak mutlu ediyor beni….
Hem daha önümüzde uzunca bir yıl var karar vermek ve uygulamaya geçirmek için. İlk gün için sadece sorunların tespiti ve üzerinde çalışılınca olumlu sonuçlar alınacakların seçilmesi yeterli. Karşımda duran ve şakaklarına kırlar düşmeye başlayan adam da huysuzlanmaya başladı. Muhtemelen uykusu geldi. Hesabı alıp, yolumuza kaldığımız yerden devam etmeli. Nasıl olsa bundan sonra sık sık karşılıklı oturup kadeh tokuşturacağız, hesapları birbirimize yıkmaya çalışacağız. İlk günden birbirimizi yiyip, bitirmenin bir anlamı yok, değil mi? Belki de ilk icraatımız bu olmalı… Hayatı kendi akış hızına bırakmalı ve bazen sadece onu seyretmeli insan. Verilen hali ile yaşamalı hayatı, hiçbir şeyi değiştirmeye çalışmadan.
Nasıl olsa BİRileri senin önüne hayatı seriyor ve sana sadece hayatı yaşamak kalıyor…