Hayatın tanımını buldum, 25 yaşındayken. Yani bundan iki yıl önce. Milyonların içinde 27 yıldır akan bir hikayeyim ben. Bana göre çok farklı, milyonlara göre herkes gibi.

Zaten tekil hikayelerin toplamı hayatla ilgili tanım da, bu belki acı belki ironik farkındalık düzeyiyle birlikte geldi: Yalnızca bir kişiyim ben. Ve asla iki olamam, ya da üç, ya da üç yüz! Yalnızca diğer”bir”lerle paralellikler kurabilirim, olağanüstü süsü verdiğim olağan ortak noktalar belirleyerek yalnızlığımı unutturabilirim kendime.

 

Halil Cibran’ı bilir misiniz? Filistinli bir düşünür. Onun bir sözü vardır, yol gösterici belirlediğim: “Benim içimdeki hayatın sesi, senin içindeki hayatın kulağına erişemez. Yine de aradaki sessizliği bozmak için konuşalım.”

 

Evet, konuşalım. Belki Cibran kadar acımasız olmayıp, yalnızca sessizliği bozmak için değil; aynı kelimelerin bambaşka dünyalarımızda nasıl bambaşka kapılar açtığını deneyimlemek için konuşalım.

 

Ben size eski binalar ve tehlikeli sokaklardaki dingin sürpriz arayışlarımı, plansız çıktığım ve bana yeni dünyaların kapılarını açan seyahatlerimi, tıklım tıklım yalnızlıklarımı, sabırsızlıklarımı, farklı olma sevdalarımı anlatayım…

 

Siz de…


Benzerlikler kurun kendinizle.

Olur mu?

 

Ben kimim?

 

John Rawles’un “Cehalet Perdesi” tezi,  üzerinde yıllarca düşündüğüm bir soruyu atıyor ortaya: “Sen kimsin?” Çoğumuz bu soruya  maddi dünyanın kurallarıyla oynayıp, başarı olarak adlandırdığımız etiketlerimiz üzerinden cevap veriyoruz. Mesleğim şu, şu okulu bitirdim, şöyle bir aileye sahibim, diye menşei belirterek toplum içindeki yerimizi belirliyoruz. Oysa Rawles “Kim” sorusunu tam da bu tanımlamalardan kurtularak cevaplamak gerektiğini söylüyor “Cehalet Perdesi”nde. Yıllar boyu üzerimize yapıştırdığımız belirgeçleri bir bir atalım ve çırılçıplak kalınca kim olduğumuza bakalım, diyor.

Hiç denediniz mi? Mesleğiniz, okulunuz, nereli olduğunuzu söylemeden kim olduğunuzu anlatabilir misiniz? Benim aklıma beni diğerlerinden ayıracak, ben olduğumu belli edecek bir tanımlama gelmiyor yıllardır. “Ben”liğine yabancı olmanın  itirafı acı veriyor. İşte ilk ödeviniz. Düşünün bakalım, “siz” ama isimsiz ve aidiyetsiz “siz” kimsiniz?