Hava soğuk, hem de şaşırtıcı derecede. Bornova’da büyük parktayım, yanımda erkek arkadaşım, oturuyoruz boş bulduğumuz bir banka. Karşı bankta oturmuş çifte takılıyor gözlerim, genç kız alabildiğine güzel, çocuk da bir o kadar yakışıklı, hatta kız için gereğinden fazla yakışıklı diyorum içimden. Birbirlerine sarılmışlar sıkıca ve öpüşüyorlar masumca. Erkek arkadaşımla göz göze geliyoruz, o da fark etti aramıza biraz daha mesafe koymak için bankın diğer ucuna doğru hafifçe kaydığımı. Gözlerindeki özlemi görebiliyorum.
Aklımda canlandırıyorum olabilecek olan sahneyi; sevgilime yaklaşıyorum, önce kolumu boynuna atıyorum, gözlerimiz kenetleniyor ve küçük, tatlı bir öpücük konduruyorum dudaklarına. Sonra bir tane daha ve bir tane daha… Her şey normalmiş gibi değil mi? Bekle, daha devamı var. Etraftaki gözler üstümüze çevriliyor. Karşı bankta oturanlar ağızları bir karış açılmış bakakalıyorlar bize. Çocuk, kızın elini tuttuğu gibi ayağa kaldırıyor. Yanımızdan geçerken okkalı bir küfür savuruyor bizden tarafa.
Tabii ki işin bu kısmı hayal gücümün ürünü, ama gerçekte de olacakların çok farklı olacağını sanmıyorum. Ne de olsa her gün uluorta öpüşen iki erkek görmüyor insanlar…
Hayat zaten yeterince zorluk ve karmaşa ile dolu, üstüne bir de eş cinsel olmayı ekleyince beynimde ışıklı panayır tabelaları ile şu yazı beliriyor “Cehenneme hoş geldiniz!” Aslında birçok kişinin bizi görmek istediği yer de orası, hatta mümkünse dibi…
Bazı dünyadaşlarım benim eş cinsel olmamı sadece bir seçim, bazıları genetik bir hastalık, bazıları ise şeytanın yoldan çıkarması olarak görüyorlar. Her nasıl şekilde görüyor olurlarsa olsunlar kendilerinden ayrı tutuyorlar bizleri. Bu konuyu, yaratılış kaynaklı korkulara saplanmadan veya insan soyunun devamlılığı gibi anaforlardan mümkün olduğunca sakınarak tartışmak istiyorum.
Evet, çoğu “normal” insandan farklı olduğumuz kesin, yaşam tarzlarımız, cinsel hayatlarımız, aşklarımız… Bu farklılık ister istemez bir dışlanma unsurunu çıkarıyor ortaya. Hepimiz yaşamışızdır, üniversitede veya lise yıllarımızda hatta çocukluğumuzda, bir gruba dahil olursunuz ve kendi görüşünüze uymayanları almazsınız oyuna. Hatta çocukken, ne kadar masum olsanız da gaddarca yargılarsınız sizinle top oynamak isteyen normalin üstü kilolu çocuğu. “Şişko patates, yarım kilo domates…” Yetişkin hayatlarımızda da durum bundan çok farklı değil.
Halbuki yaşamsal olgular açısından çok fazla farkımız yok, biz de yemek yiyor, uyuyor ve hatta hava soluyoruz yaşamak için. Biz de aşık oluyor, ayrıldığımızda ağlıyor, aldatıp aldatılıyor, okuyor, müzik dinliyoruz. Örnekleri artırmak mümkün ancak can sıkmaya gerek yok ayrıntılarla. Farklı olan ise aşık olduğumuz kişilerin kendi cinsiyetimizden olması, onlarla evlenemememiz (en azından şu an için Türkiye’de), çift olarak biyolojik bir çocuk sahibi olamamamız (gene şu an için konuşuyorum) ve tabii ki sınırlarda yaşadığımız cinsel hayatımız. Sanırım bu sonuncusu karşı cinselleri en çok korkutan ve dışlamaya iten nedenlerin başında yer alıyor. Bir erkeği başka bir erkekle yatakta düşünmek mi iğrenç!
Oysa olaya sadece seks olarak bakmamak lazım, her ne kadar çoğu eş cinsel tek amaçları yatmakmış gibi davransa da… Gerçi karşı cinsel erkeklerin çoğunun amacı da yatmak ama olsun, onlarınki normal.
Her gün işe giderken yüzüme taktığım karşı cinsel maskem artık yavaş yavaş yıpranmaya başladı, bir an önce yeni bir tane edinmem gerek, çünkü bu kullandığım çok takıp çıkarmaktan soldu, kenarları püskül püskül oldu. Peki beni böyle davranmaya iten sebep ne olabilir ki; iş arkadaşlarımla kafeteryada sigara içerken, işe yeni başlayan sekreterin bacakları veya pantolonundan gözüken don lastiği izi kötü olduğu için tanga giymesinin daha iyi olacağı konuları neden gündemimin en tepesinde oturuyor olmalı. Cevap oldukça basit, çünkü benimle konuşmaya devam etmelerini istiyorum. Biliyorum ki gerçeği öğrenseler, en rahat olduğunu iddia edenler dahi bir süre sonra muhabbeti kesecekler. Tabii ki bu bahsettiğim diğer normal erkekler, kadınların eş cinsellere bakışları bir miktar daha farklı, geleneksel değerlere bağlı birçok kadın bir eş cinseli arkadaş olarak gene kabul etmeyecektir, kalanların bir kısmı sadece ilginç olduğu için konuşmaya devam edecek, ve geriye kalanlar da artık “aşmış” oldukları için olayı çok yadırgamadan normal akışına bırakacaktır.
Ama ne olursa olsun büyük bir kesim tarafından inkar edilemez bir şekilde hor görülme, küfür işitme hatta abartıp tekme tokat girişme gibi tepkiler gelecektir. İşte bu sebeplerden dolayı pek çok eş cinsel, benim gibi kapalı kapılar ardında yaşamaya devam ediyorlar özel hayatlarını. Toplumun onları kabul etmeye hazır olmadığının bilincinde aşklarını ve acılarını sadece kendi oluşturdukları gizli topluluklarında tartışıyorlar.
Son zamanlarda eşcinsel arkadaş sayımda oldukça fazla bir artış var ve ister istemez diğer arkadaşlarımla temasım gittikçe azalıyor. Yeni arkadaşlarımla beraberken son derece rahat davranabiliyorum, onların beni diğerleri gibi yargılamayacaklarını, seçimlerim yanlışsa bunu suratıma çarparak değil nazikçe söyleyeceklerini biliyorum, umutlarım tükenmeye yüz tuttuğunda “Aiyyy, yeter artık, topla kendini bakayım, .mını başına geçiririm bak senin.” diyerek beni tekrar gülümsetebileceklerini biliyorum. Böyle konuşmaları tabii ki günlük hayatımızda yapmıyoruz, gayet sıradan, ruhsuz ve tuzsuz bant kayıtları çıkıyor ağızlarımızdan:
– Bugün nasılsınız?
– Gayet iyiyim teşekkür ederim, sizler?
…
Peki yadırganma korkusu olmadan konuşabilecek ve yaşayabilecek olsam, eş cinsel arkadaşlarımla olduğum gibi mi davranırdım? Bu soruyu kısmen evet diyerek cevaplayacağım, bu kadar abartılı olmayacağı kesin. Ancak bununla birlikte kendimi dizginlemek için çok enerji harcamama gerek kalmadığından daha kendim gibi olurdum. Elbette kendi aramızda, yazıya dökerken sansürlenmesi gerekecek şekilde konuşmamızın en büyük sebebi üzerimizdeki toplum baskısının geçici olarak kalkması. Bir çeşit kızlar arası pijama terapisi bizimkisi. Her zaman olan bir şey de değil bu yaptığımız, arada sırada, gerçekten bunaldığımızda açığa çıkıyor daha çok.
Toplumun gözünde küçük görülen bir yerimizin olmasının en büyük sebeplerinden birisi de, ortalıkta çok fazla kötü örneğin olması, travestilerin sokak kavgaları veya feminen görünüşlü bir “abla” nın cafenin birinde patlattığı şuh kahkaha… Yaptıklarına tam destek vermesem de anlayabiliyorum onları böyle davranmaya iten sebepleri.
Dışlanmış olmanın verdiği dayanılmaz hafifliğin kuşkusuz en güzel tarafı dünya için faydalı şeyler yapabilmemizi sağlıyor. Örneğin eş cinsellerin sanat alanında çok daha başarılı olabilmesini bu unsura bağlıyorum. Bazıları gizlenmek için çok fazla çaba sarf ettikleri için; yazılarında, resimlerinde, tasarladıkları kıyafetlerde veya müziklerinde duygularını korkmadan açığa vurabiliyorlar ve bu birikmişlik çoğu zaman karşımıza bir sanat eseri olarak çıkıyor, bazıları ise dünyayı olmasını istedikleri biçimde tekrar yaratmaya çalışıyorlar. Bazen fiyasko ile sonuçlansa da başarılı örneklerle karşılaşmak hiç de şaşırtıcı değil.
Diğer ülkelerde de durum bizimkinden çok farklı değil. Avrupa ülkeleri ve Amerika’da da pek çok insan eş cinsellere saldırıyor ve kendilerinden uzak tutmaya çalışıyor. Gerçi bu ülkelerde insan hakları gibi Türkiye’ye uzak konuların çok daha önceden tartışılmaya başlanması ve daha düzgün uygulanması, bize oranla daha geniş bir açıdan bakmalarını sağlıyor. Tabi ki oradaki eş cinsellerin kendi hakları için mücadele etmiş olmaları da bunun en büyük etkenlerinden birisi, ama orada bile her şey olması gerektiği gibi değil.
***
Son zamanlarda sürekli olarak benzer düşünceler içerisinde kıvranıyorum, her şeyin olmasının bir sebebi vardır, hiçbir şey tesadüften ibaret olacak kadar basit değildir. Belki benim eş cinsel olmamın şu an için algılayamadığım sebepleri vardır, belki toplumun bize böyle bakmasının sebepleri vardır, belki de her şey biraz daha sabretmemi gerektiriyordur gibi… Ama biliyor musunuz ben bu bekleyişten sıkılmak üzereyim. Parçalanmaya yüz tutmuş ruhumun, buz gibi bir havada ağzımdan buhar bulutları halinde çıkmasını izlemek istemiyorum artık, o bulutlar ki tekrar içinize çekseniz de eski yerlerine gitmiyorlar, çünkü özlerini kaybetmiş oluyorlar artık.
Farklı olduğumun farkında olarak, bir eş cinsel olarak ama her şeyden önemlisi bir dünyalı olarak, önümüzdeki yılın yepyeni gelişmelere gebe olacağını umut ediyorum. Belki o zaman benim yaşadığımı düşündüğünüz cehennemi değil de gerçekten hayat verdiğim cenneti daha net bir şekilde görebilirsiniz. Bazı konularda zorlandığım hatta kimi zaman isyan ettiğim kesin ancak ben halimden gayet memnunum, peki ya siz?