Çok sevdiğim bir dostum var. Gerçek ustalardan eğitim almış, gerçek bir “felsefi dövüş sanatları” ustası. Bir yıldan biraz daha az zaman önce bir dostumun işyerinde karşılaşıp tanışmıştık. Aslen Ankara’da yaşıyor. O dönemde İstanbul’a sadece haftada bir günlüğüne geliyordu. Son bir yıldır daha sık kalıyor güzel şehrimizde. Galata Kulesi’nin dibinde bir yer tuttu, orada kalıyor geldiği zamanlarda.

İstanbul’da, hele hele Beyoğlu’nda yaşıyorsanız, aklınıza gelebilecek her türlü insan ve olayla karşılaşırsınız. Bu dostum da bir yıl içinde birkaç kez kapkaç olayıyla karşılaştı. Bir keresinde kendisine ait olmayan birisinden ödünç aldığı kamera elinden alındı. Dedim ya iyi bir usta. Üstelik çok güçlü ve çevik. Adamın arkasından koşup yakaladı ve kamerayı geri aldı. Diğer bir seferinde başkasının çantasını alıp kaçan bir adamı yakalayıp elindeki çantayı sahibine iade etti. Benzeri birkaç deneyimi daha vardı sanırım, ama şimdi hepsini anımsamıyorum.

 

Son olarak geçtiğimiz ay içinde Eminönü’nde meydanın ortasında üzerine gelen iki kişi kendisinden para istemiş. Sıkıntı olmasını istememiş. Çıkarıp küçük bir miktar parayı vermiş. Ancak cebinde oldukça yüklü miktarda para olduğunu gören adamlara hemen birkaç yeni kişi katılıp ciddi bir biçimde üzerine saldırmışlar.

 

Ustalık sağ olsun. Kendisine bıçak çekmekten bile çekinmeyen adamların elinden bir şekilde kurtulmuş. Sadece burnuna aldığı bir darbeden dolayı güzel burnunun biçimi azıcık değişti L. Geçmiş OL’sun sevgili dostum.

 

Bu olayları her anlattığında kendisiyle “ben bunca yıldır İstanbul’da yaşıyorum, böyle bir şey başıma bir kez bile gelmedi, neden senin başına bir yılda bilmem kaç kere geliyor” diye dalga geçiyorum. O da tüm ciddiyetiyle bana “ben İstanbul’da olduğumda çok geziyorum, sen sabitsin, her halde ondan olmalı” diye yanıt veriyor.

 

Reiki öğretmeni olan bir başka arkadaşımın da bir öyküsü var. Bundan birkaç yıl önce kendisine enerji dengelemesi yapıyordum. Uygulamanın sonunda “sanal bir saldırı” aldığını gördüm.[1]Hemen gerekli yardımı yaptım ve bir koruyucu bulup kendisine sundum. Bu koruyucuyu çantasında taşıması gerektiğini[2]gördüğümde çok şaşırdım. O güne dek yaşadığım deneyimlerden biliyordum ki, bu tür güçlendirici enerjileri çantada taşımasının gerekli olması, kişinin “kapkaç olayı yaşamaktan” korkuyor olduğu anlamına geliyor. Kendisine böyle bir korkusu olup olmadığını sordum. Meğer bir akşamüstü eve dönerken, biraz ıssız olan bir sokakta, kapkaççılar üzerine gelip çantasını almaya çalışmışlar. Bu deneyimi yeniden yaşamaktan gerçekten ürker hale gelmiş.

 

Son günlerde kapkaç olayları ülkemizin acı bir gerçeği haline geldi ne yazık ki. Güvenlik güçleri bu konuda ne kadar mücadele ederlerse etsinler, olaylar bırakın azalmayı, giderek artıyor ve işin içindeki şiddet boyutu da ciddi bir yükselişe giriyor.

 

Önceleri yalnız yürüyen güçsüz bayanların çantasını alıp kaçanlar, zamanla araba kullanıp, sinsice arkadan yaklaştıkları kadınları yerlerde sürükler olmuşlardı. Kırmızı ışıkta duran arabaların arka camını kırıp çantaları alıp kaçanlar, hatta taksilerde bagaja yatıp, koltuk arasından kişilerin değerli eşyalarını çalanlar bile duyulmaya başlandı. En son bıçaklama olayları duyuluyor.

 

Bu tür haberler o denli çoğaldı ki, kapkaç olaylarını her gün gazetelerde okuyan, cana kasıt olanları televizyonda izleyen insanlar her geçen gün biraz daha durumu kanıksamaya başladılar. Kanıksayanların sayısı arttıkça, kapkaç olaylarına karışanların sayıları da arttı. Komedyenler bile konuyla ilgilenmeye ve “anlamlı” parodiler üretmeye başladılar.

 

Kapkaç yüzünden yakalananlara yeterli ceza verilmediğini, bu nedenle önlenemediğini söyleyen insanlara yanıt, bir ilimizdeki bir yargıçtan geldi. Yargıç kapkaççıları başka bir yasadan yargılayıp, sonunda gasp suçu işlediklerine karar verdi. Kapkaçta neredeyse hiç ceza olmamasına karşın, gasp belki de en ciddi suçlardan biri olduğundan oldukça ağır bir de ceza aldılar olayın kahramanları. Daha sonra başka yerlerdeki başka yargıçlar da aynı yoldan ilerlediler.

 

Bu durumu gören halk ve cezanın işe yarayacağını düşünen “aydın” kesim ne yazık ki gerçek bir hayal kırıklığına uğradılar. Ağır cezalar bırakın caydırıcı olmayı, neredeyse körükleyici bir hal aldılar. “Çalışmadan yaşamak” zannettikleri bu yaşamı kendilerine meslek edinenlerin sayısı giderek arttı. Hemen hemen her gün yolda bıçaklanan, arabanın arkasında sürüklenen ya da benzeri bir durumda kalan insanların hikayelerini okuyoruz gazetelerin üçüncü sayfalarında.

 

Peki neler oluyor? Madem “ceza caydırıcı olmalıdır” diyoruz, neden üstelik çok ağır cezalar dahi işe yaramıyor? Neden bırakın olayların azalmasını, -belli semtlerde- giderek artıyor?

 

Bazıları diyorlar ki:

“Ülkemizde işsizlik ve yolsuzluk giderek çoğalıyor. Artan bu durum, kriminolojiyi de yukarı çekiyor. Sosyal adaletsizlik arttıkça, suç oranı da tırmanıyor.” Bütün bunlara itiraz edecek halim yok. Ancak tek sebebin bu olmadığını düşünen biri olarak, işin bu kısmını irdelemeyi toplumbilimcilere bırakıyorum. Her konuda olduğu gibi bu kapkaç işinde de işin enerjisel boyutuna bakıyor ve anlamaya çabalıyorum.

 

Herhangi bir deneyimi yaşadığınızda ya da yaşandığını işittiğinizde, o konudaki düşünceleriniz duygularınızı, duygularınız da hormonlarınızı etkiliyorlar. Örneğin yerlerde sürüklenip kolu kırılmış, bacağı paralanmış bir kadının öyküsünü duyduğunuzda, genetik kodlamanızın durumuna göre düşünmeye başlıyorsunuz. Ailenizin geçmişinde benzeri bir şiddete maruz kalmış biri ya da birileri varsa, kodlamanızda kayıtlı oluyor. Haberi duyduğunuzda kodlamanın harekete geçmesi ve tehlike sinyalleri yollaması kaçınılmaz oluyor.

 

O andaki zihninizde durumun “korkunç” olduğu düşüncesi ortaya çıkıyor. Duygularınız buna uyum sağlıyor ve beden içi hormonal faaliyet de başlıyor. Salgılanan hormonların fazlası dışarı atılamadığında, enerji alanlarınızda tıkanmalara sebep oluyor. Benzeri haberleri her duyduğunuzda aynı zincir yeniden ve yeniden tekrarlanıyor. Belli bir zaman sonra, ilgili konu her neyse -ki bizim gündemimizde kapkaç var- gün içinde duyup üzüldüğümüz/korktuğunuz bir olay olmaktan çıkıp, adeta korkulu rüyanız haline geliyor. 

 

Artık enerji alanınızda, kendi düşünceleriniz ve duygularınızla yarattığınız yeni bir enerji formu, evrende de “benzer enerjiler birbirlerine çekilirler” yasası var. Siz, sizin önünüzde ve arkanızda kalan ve sizi sarmalayan alanda “kapkaççı” korkusunun enerjisini taşıyorsunuz. Enerji alanınız size benzer enerji formlarını çekiyor. Adeta bir mıknatıs gibisiniz bu tür korkusu olan insanlar için. Bunun farkında olsanız da olmasanız da gün içinde sık sık benzer duygusu/düşüncesi olan insanlarla karşılaşıyorsunuz. Bir araya geldikçe, birbirinizin enerjisini körükleyip güçlendiriyorsunuz.

 

Yarattığınız bu sinerjik alan da bir süre sonra aynı biçimde çalışmaya başlıyor. Benzeri korkusu olan ancak enerjiyi farklı biçimde kullanmaya niyet eden başka insanlar da bu alana çekiliyorlar. Onlar ailelerinde şiddeti birebir yaşamış, genellikle kültür yoksunu, işsiz ve yoksul olan insanlar. Kaybedecek, çaldıracak hiçbir şeyleri zaten yok. Olmasını istiyorlar. Belki bazıları “keşke benim de çaldıracak bir şeyim olsaydı da kapkaççılar alsaydı” bile diyordur (böyle söyleyenler olduğuna gerçekten inanıyorum).

 

Herhangi bir enerjiden bu kadar etkileniyorsanız ve bunun farkında değilseniz, enerjiyi dönüştüremezsiniz. Ya etken tarafını kullanırsınız ya da edilgen tarafını. Siz sosyal kimliğiniz yüzünden “edilgen” taraf olmaktasınız. “Hakkınız olmayan” bir şeyi almazsınız. Diğer kesim de etken tarafta oluyor. “Hak ettiğini zannettiği” şeyi zorla alıyor. Başlangıçta bir kartopu gibi küçücük ve münferit olan olaylar sinerji arttıkça, yuvarlanarak büyüyor ve tüm topluma yayılıyor.

 

Bana sorarsanız, ceza vermek, hapislerde çürütmek, hatta kimilerinin dediği gibi “bazılarını darağacında sallandırmak” çözüm değil, çözümsüzlük getirir. Her verilen ağır ceza daha fazla korkunın oluşmasına, kaybedecek hiçbir şeyi olmayan bir insanın korku fazlası ise daha “etken” korkak olmasına sebep olur.

 

Peki çözüm ne? İlk olarak, kapkaç olaylarından korkmamıza sebep olan enerji formlarından kendimizi arındırabiliriz. Bu konuda pek çok meditasyon tekniğinden yararlanmak olası ya da son yıllarda yaygınlaşan ve kısa zamanda kalıcı çözüm getiren başka tekniklerden her hangi biri de korkularımızla baş etmemize yardımcı olabilir.

 

İkinci adım, insanları her koşulda oldukları gibi kabul edebilmek. Kızıp, öfkelenip dışladığımız insanların, aslında kendi enerji alanımıza zarar verdiğini sürekli anımsarsak, bunu gerçekleştirebilmemiz daha kolay olur. Burada “salak” olup, her ensemize vurana elimizdekini sunmaktan söz etmiyorum elbette. Kızdığımız kişi ya da kişilere düşüncelerimizle ulaşıp “senin bu yaptığından hiç hoşlanmadım, burada ortak enerjim olmasını istemiyorum, yine de seni görüyor ve olduğun gibi kabul ediyorum” şeklinde bir mesaj yollayabilir ve sonrasında onu pembe ışıklar içinde imgeleyebiliriz. Bu yöntemin kısa zamanda değilse de uzun vadede işe yarayacağına inanıyorum gerçekten.

 

Son olarak, toplumda asıl çoğunluğun öngördüğü gibi, ulaşabildiğimiz kadar çok insana ulaşıp, eğitim verip, iş ve aş sağlayabiliriz.

 

Korkusuz günler sizin OL’sun.

   
 


[1] Sanal saldırı: Yaşadığımız ya da bir yakınımızın yaşadığı bir deneyimin anıları zihnimizde kalıyorlar. Bu anılardan çok hoşlanmıyorsak, yeniden başımıza gelmesinden korkar hale geliyoruz. Bazen bu etki o kadar güçlü oluyor ki, biz farkında olmazsak da sürekli olarak o korkuyu besliyoruz. Sonunda düşüncelerimizle ürettiğimiz bu enerji yoğunlaşıp neredeyse kendi alanımızda bizimle birlikte yaşayan bir varlık haline dönüşüyorlar. Yeterince güçlendikten sonra da kendi enerji alanımızda, kendi ürettiğimiz bir enerji modelinin saldırısına uğramış gibi oluyoruz. Enerji alanımızda neredeyse bir alergene karşı verilen tepki aynen oluşuyor. Bu durumda bazı yardımcı enerjilerle kendi alanımızı dengeliyoruz ve sorun bir süre sonra ortadan kalkıyor.

[2] Kullandığım dengeleme yönteminde, kişiyi enerjisel boyutta korumamız gerektiğinde, kişinin enerji alanını güçlendirecek ve saldırıda bulunan enerji formuyla kendi alanı arasında bir kalkan oluşturacak kişiye özel bir güçlendirici (örneğin bir bitkisel yağ) buluyor ve bu güçlendiriciyle ne yapması gerektiğini de saptayıp geri bildiriyorum. BU arkadaşım için bulduğum güçlendiriciyi çantasında taşıması gerekiyordu.

 

Zeynep Alan Sevil Güven