Geçenlerde üzerinize afiyet üşütmüşüz birden içe “tavuk suyu çorbası içmeli” düştü. Yahu ne alaka bu saatte birden… Ama geldi işte ve söylendi netten. Esasında çok da bir şey beklenmiyor yeter ki tavuk suyu çorbası olsun. Sonra çorba geldi. Allah’ım o nasıl bir çorba. Böylesini nadir içersiniz. Enfes bir şey… Doyumsuz lezzette… hatta öyle ki nerdeyse atlayıp gidilecek dükkana o derece…
Ertesi gün hadi gidip deneyelim dünkü çorba neydi öyle düsturu ile hareket edildi. Taa neredeki dükkana itina ile gidildi, gece enfes çorba içtik teşekkür edildi, dükkan sahibi dört köşe… sonra bir kase daha geldi. Aha o ne. Bir kere dün gelen tarhana çorbası rengindeydi, bu beyaz. Tadı mı? Çok sıradan… Adama dedikleri bu dünkü çorba değil, çok farklı. Adam da aynı çorba dedi.
Bir de üstüne tantuni yedim dükkanda denemek için. Mersin gibi yerde yenilebilecek en kötü tantuniydi. Çorba ise vasattı. Peki 12 saat arayla ne oldu da böyle değişmişti durum?
Gece gelen ihtiyaçtı. Kendimizin bile farkında olmadığı bir ihtiyaç. Biz çorba peşinde değildik. Şifaya olan ihtiyaç çorba üzerinde gelmişti. Tam doğru vakitte eşsiz bir eşleşmeydi.
Fakat ertesi gün sadece aynı hazzı tekrar etme peşinde koşulmuştu. O anda çorbaya hiçbir ihtiyaç yoktu. O artık sadece bir arzuydu.
Biz Haktan geleni dükkandan bilmiş ve oraya koymuştuk, ama sır dükkanda değil vesile edendeydi. O çünkü farkında olmadığın ihtiyaçlarını senin için her an karşılamaya hazırdı. Bunu bilmen ve O’na bırakman yeterliydi…
Veya…
Gece usta değişmişti. Bizim beklentimiz hiç olmadığı için gayet güzel gelmişti. Zaten Türkiye lokantalarında lezzet tutturmak mümkün değildi. Aslında burada ders mers yoktu. Mekanın beceriksizliğiydi…
Bu hikaye üzerinden hangisini almak isterseniz… Seçim sizin…