1-Bağımlılık, varlığın bir hastalığıdır! Kişinin bütünlüğe erişememesinden kaynaklanır. Bağımlı olmak, kişinin kendisine inanmayı kestiğinin ve yaratmayı bıraktıgının göstergesidir. Stefano E. D’Anna-Tanrılar Okulu
Bağımlılık varlığın bir hastalığı ise o zaman bütünleşemeyen kişi midir yoksa bütünleşemediğimiz dünyanın kişiliği altında çaresiz bir insanoğlu mu vardır?
2-Bağımlılık, düşün reddedilmesidir. Bağımlılık, özgürlükten yoksunluğu ve yaşamdan vazgeçişi gizlemek için insanların taktıkları maskedir. Stefano E. D’Anna-Tanrılar Okulu
Hangi bağımlılığımız yüzünden düşlerimizden vazgeçtik? Diğer bir deyişle; en büyük bağımlılığımız nedir? Küresel midir yoksa bireysel midir?
3-Bir gün artık calışması gerekmeyecek bir toplum olacak; sevgi dolu, düşlemeye yetecek kadar zengin ve düşledigi için, ebediyen zengin kalacak bir insanlık. Stefano E. D’Anna-Tanrılar Okulu
Sihirli dünyanın kapılarını kapatınca bireysel olmaktan çıkarak toplum olduk. Hal böyle olunca sevgisiz ve korku dolu yaşayan varlıklara dönüştük. Birgün çalışmayacak kadar cesur olacak toplumu cesaretlendirmek onu tembelliğe yönlendirmek midir yoksa yaratıcılığının farkına vardırmak mıdır?
4-Yoksulluk, kişinin kendi sınırlarını görememesidir. Yoksul olmak, kişinin hoşlanmadığı ve yapmayı seçmediği bir iş karşılığında kendi yaratıcılık hakkından vazgeçmesidir. Stefano E. D’Anna-Tanrılar Okulu
Bolluğun sadece para olduğunu söyleyerek onu limitli hale getiren bizlerin gücü ile yoksulluk devreye girdi. Bolluğun bir ruhu var mıydı ve evrene hizmet eden çok güçlü bir enerjiye sahip miydi? Yaratıcılık bollukla birlikte anıldığında, bolluk da yoksulluğa karşıt gösterildi. Bizler hoşlanmadığı işleri ruhuna tezat olarak yapan varlıklar olarak; yaratıcılık hakkımızdan vazgeçerek gerçekte neye hizmet etmeye başladık?
Alıntı yaptığım yazar ile söyleyecek çok sözüm var ancak sadece bir cümlede çok şeyi özetleyebilirim. “Seni okumayan hiç bir Tanrı Öğrencisi kalmasın…”
Dört madde ile kısa açıklamalar yaparak biraz daha derinlere dalmak istiyorum. Bu bir oyun ve bu oyun alanının genişlemesi tamamen çok güçlü bir istek duyularak yapılabiliyor. Kişinin her okuduğuna, her duyduğuna sentez yapmadan, süzmeden yaklaşması biricikliğinin mükemmeliğine aykırıdır. Bu yüzden kişisel farkındalığımızı artırmak için sorular sormak çok önemlidir. Ben de bu yazımda bunu örneklemek için okuduğum herşeye soru sormak istedim. Cevaplarını almak için de zihnimi dinlenme evine gönderdim. Gelenlere kulak kesildim ve oyunu bu alanda yaşamak için kendime izin verdim.
Gelelim Sorularıma Yanıtlarıma…
1- Bağımlılık varlığın bir hastalığı ise o zaman bütünleşemeyen kişi midir yoksa bütünleşemediğimiz dünyanın kişiliği altında çaresiz bir insanoğlu mu vardır?
Dünyanın bir kişiliği var dersem, ben de o zaman o kişiliğin aynasıyım. İçinde yaşadığım diğerleri de aynalar ise o zaman ben hep bu aynadan kendimi seyrediyorum demektir. Dünyanın aynasına aynalık ediyorum. İşte burda işler karışıyor çünkü aynaların kendim olduğunu unutunca bağımlılık başlıyor ve karşı aynamı sabitleyerek, ona kişililk vermeye başlıyorum. “Kişiler yok kişi vardır” temel prensibini illüzyona kaptırınca, oyun alanım da ona göre genişleyerek beklentilere girmeye başlıyor.
Kendi elimle yaptığıma kendim secde etmemeye başlıyorum. İki elimle yaptığıma inancımı kaybetmeye başlıyorum( Bu size tanıdık geldi mi?) Manipülasyon burada başlıyor. Ateş ile yaratacağım da yaratacağım diye tutturunca toprak elementini küstürüyorum. Tanrı aşkına bunu neden yapıyorum? Arasında ne gibi bir fark olabilir? Hepsi ben değil miyim? Toprak bedenime suyu vermezsem, bilincime hava üflemezsem, ateş nasıl dönüştürebilir tüm var saydığım sanal dünyamı?
Cevap ruhsal planda gizli: Zihnimin algılamadığı ama bilincimin çok iyi bildiği, hatırladığı, birleşmek ve iletişimde olmak için güçlü istek duyduğu, özlemini çektiği ince tabakaya (Yüksek Benliğim) kabul vererek; tüm unsurlarımla bütünleşmelerine izin vermek.
2- Hangi bağımlılığımız yüzünden düşlerimizden vaz geçtik? Diğer bir deyişle; en büyük bağımlılığımız nedir? Küresel midir yoksa bireysel midir?
En büyük bağımlılığım bireysel olamamaktan dolayı küresel dünyanın bana sunduğu “ limitli” hediye paketinden çıkacak olan “çaresizliğim.” İnsan düşlerimin kısıtlayıcı zemininde yaratıcılığıma, bağımlılık zinciri takarak yaşamak ne kadar da çok hoşumuza gidiyor di mi aslında? Ya zincirsiz olabilseydik ve tüm bağımlılıklarımızın aslında insan yönümüze darbe olduğunun farkına varabilseydik?
Bunu deneyimlemek için tek şart, şartlara uymamaktır. Şartlılık zihnin en sevdiği oyalama oyuncağıdır. Bağımlılık şartlara uyma neticesinde daha da güçlenir. Örneğin; spor, yeme alışkanlıkları, sigara, alkol, ilaç, sex gibi toplu bilinç dürtmeleri sonucunda bağımlılığa yakalanan kişi de mutsuzluk kaçınılmazdır. Neden mi? “İnsan; insan olmanın bağımlılığını ve acizliğini bir anlığına fark ederek deneyimleyebilse, zıt kutbu olan Tanrı tarafına hızla yükselecektir.” İşte burayı görmezden geliyoruz da ondan.
3- Sihirli dünyanın kapılarını kapatınca bireysel olmaktan çıkarak toplum olduk. Toplum olunca sevgisiz ve korku dolu yaşayan varlıklara dönüştük. Birgün çalışmayacak kadar cesur olacak toplumu cesaretlendirmek onu tembelliğe yönlendirmek midir yoksa yaratıcılığının farkına vardırmak mıdır?
Hadi bakalım buyrun burdan yakalım. Çalışmayan varlıklar olmak da nerden çıktı? Üretmek, geliştirmek olmazsa nasıl bir toplum olacağız? İşte işin püf noktası da bu zaten. Toplum olmak gibi derdimiz olmasaydı bizler; bireyselleşmiş, özgürleşmiş varlıklar olarak zaten muhteşem aynalar olacaktık. Sistem hatalı demek istemiyorum sadece aynalar buğulandı ve kimsenin aklına suyu azcık ılıtmak gelmiyor. Tembel olmak çalışmaya ve güdüme girince elbette işçi bulma kurumlarında yığılmalar olacaktır. Toplumun en önemli kesimi sizin adınıza birşeyler bulmaya yine bizzat sizin tarafınızdan atanırsa, daha çok bekleyeceğinizden hiç kuşkunuz olmasın.
Sihir yapmak isteseydik nasıl yapardık acaba? Hımmm. Acaba sihiri kendimizden başka alanlara kaydırarak en büyük sihiri yapmış olabilir miyiz? Diğer bir deyişle; en büyük sihirimle kendimi sihirin etkise kaptırarak, yöneticiler, sözde öğreticiler, güdümleyiciler yaratmış olabilir miyim? Eğer öyleyse geri alma vaktim çokdan geldi de geçiyor olabilir. Yazı başlığıma geri dönecek olursam eğer biraz daha açıklayıcı olabilir mi?
“Bağımlılık Yaratıcılığı Öldürünce Sihir Müebbet Hapse Girdi! Artık özgürleşmek isteyen yaratıcılığımızın avukatı olmak için ne duruyoruz? Avukat dediğimiz kavram bizim bilinç sıçramamızı sağlayacak olan ruhumuzun devreye girmesidir.
4- Bolluğun sadece para olduğunu söyleyerek onu limitli hale getiren bizlerin gücü ile yoksulluk devreye girdi. Bolluğun bir ruhu var mıydı ve evrene hizmet eden çok güçlü bir enerjiye sahip miydi? Yaratıcılık bollukla birlikte anıldığında, bolluk da yoksulluğa karşıt gösterildi. Bizler hoşlanmadığı işleri ruhuna tezat olarak yapan varlıklar olarak; yaratıcılık hakkımızdan vaz geçerek gerçekte neye hizmet etmeye başladık? Yoksulluk enerjisine!
Yoksulluk Yoksunluk Bağımlılığı Yaratır!
Elbette bolluğun bir ruhu vardı. Para kavramı ruhunu yoksulluğa kaptırınca yaratım durdu. Kağıt kavramına hapsolan para, onun özüne uygun davranmayan insanoğlunun ihtiras enerjisi ile yaratıcılığından uzaklaştı. Para ile herşeyi alırsınız. Sağlık dahil. Açıkça söylemek gerekirse bu koca bir palavradır. Sözü edilen kağıt parçası ile bu denilen doğrudur. Ancak paranın enerjisini hissedip, onun sizinle olan arkadaşlığına tekrar izin verebilirseniz, sihiri tekrar oyun alanınıza alacaksınız.
Para’ya “elinin kiri” olarak yafta yapıştırınca aslında kendimize en büyük haksızlığı yapmış olduk. Kendi özümüzü unutarak yaşamaya mahkum olduk.. Bizler yaratıcılık hakkımızı paraya çevirdik ve değerini düşürdük. Kısıtlı bakış açısı ile varlığımızın kur’unu sabitleyemedik ve devülasyon oldu.. Kısacası kendi isteğimizle yaratıcılığımızdan vazgeçtik ve şimdi her yerde onu arıyoruz. Üstelik yoksunluk bağımlılığına giren zihminim beni yönettiğinin bile farkında olmadan.
Yaratan biziz ama insan acizliğini düşününce bu imkansızdır. Zihin her daim kendini sanal dünyanın rollerine kaptırıp bizlerde özümümzden uzaklaştıkça ki; bu yoksunluk dramında olduğumuzun resmidir. Hal böyle olunca; bağımlılık kendiliğinden gelişiyor ve güçleniyor.
Tanrı-kaynak-evren-aşk-bütün olan ya da adına siz her nederseniz deyin ki zaten biliyorsunuz işte siz olan tarafınız ve özünüz; ışığını insan hali ile yansıtıyor ancak biz bunu deneyim alanına sokmazsak, diğer bir deyişle; ışığı açmaya istekli değilsek bunu bizim adımıza kimse yapmayacaktır. Dışarıdan beklentide olduğumuz herşeyin açtığımız ışığımızla (para,sevgi,şifa vs) ve bizden gelecek komutla (açıl susam açıl, boşuna değildi di mi?) hemen harakete geçeceğini aslında bilmiyor muyuz? Bilmesine biliyoruz da bir türlü korkularımızın önüne geçemiyoruz. Korkuları biriktirdiğimizi yeterince görebiliyor muyuz?
Bu arada yoksulluğa Hz.Muhammed’in yoksulluğa çok güzel atıfta bulunduğu bir sözü ile eklemek yapmak isterim. “Fakirliğimle gurur duyarım” Bunun anlamı onun yoksul olması değil tam tersi çok zengin olmasıydı. O kendi yaratıcılığına öncülük yapıyordu. Fakirliğin aidiyetsiz haline dikkat çekmek istiyordu. Kendi adına (ikilikte kalmaya meyilli zihin) değil Yaratıcı (bir olan) adına konuşuyordu. Evrenin yaratıcının sonsuz bolluğunda olduğunu vurgulamak istiyordu. Fakirliğimizi yani zihnimizin etkisine girmeyen bilincimizi fark ettiğimiz zaman bu gerçekten inanan hakikat yolcularının büyük sırrınına kapı açar. Bu da zihnin kısıtlı olduğunu ancak bilincin sonsuzluğa açılan bir zenginlikte, sınırsızlıkta olduğunu anlama kabiliyetidir. “Zihnimin aciz (fakir) olduğunu fark eden bilincimle (zengin) ile gurur duyarım desek daha açıklayacı olur mu acaba?
Zihnim Kumbaraya Dönüşünce Biriken Korkular Oldu!
Biz insanlara tüm enerjiler hizmet etmektedir. Elbette kendi yarattığımız “para enerjisi” de buna dahil. İnsanoğlu olarak “biriktirmek” kavramı ile tanıştırıldığımızda, kısıtlama enerjisini de hizmete açmış bulunduk. Biriken korku dolu zihinler, giden ise yaratıcılığımız oldu… Zihin dönüşüm geçirip “Yaratanına (Tanrısal bilinç)” bayrağı teslim edeceği yerde bizler onun kumbarası olarak korku, endişe, mutsuzluk, sevgisizlik biriktirmeye başladık.
Son olarak tamam da bize ne öneriyorsun? diye soranlarınıza cevabım şudur.
“Değerli olan bir şey her zaman değerlidir. Hiç bir şey onu aslından uzaklaştırmaz sadece arada paslanabilir. Bu pası gidermenin en güzel yolu kumbaranın içine arada bir göz atmaktır. Tedavülden kalkanlar varsa ayıklamak, değerlenenlerin farkına varmak ve yeni yatırımlara sebeb olacak birikimleri (deneyimler, yaratım kabiliyeti vs) değerlendirmeye cesaretli olmak.
Şimdi gidin kendinize bir iyilik yapın ve devüle olmuş yaratıcılığınızı bozdurup altına çevirin ve sonra onu ruhunuzun bankasına yatırarak, sizin adınıza işlem görmesine ve değerlenmesine izin verin. Böylelikle maddesel bağımlıkların esaretinden ve sahiplenmesinden çıkarak, onun yerine yaratıcılığın çoklu ve eşsiz zenginlikteki sihirli alanına giriş yapın ve onun müebbet hapsine son verin.”