Önce bi soru…Hiç bilgisayarda adventure oyunu falan oynadın mı? Ya da FRP? SİMS veya? Bu gibi oyunlarda bir karakteri yönetirsin, özelliklerini sen ayarlarsın istediğin gibi, ama belli kriterlere uygun olarak…
Mesela Diablo gibi şeytan avına çıktığın bir oyunda oynayabileceğin karakter ya büyücüdür, ya okçudur, ya şövalyedir, ya barbardır, vs vs… Ama Diablo’yu
gidip Mario Bross karakterlerinden Luigi Mario ile falan oynayamazsın! 🙂 M.S. 2. – 3. yüzyıl Çin’ini fethetmeye çalıştığın bir Romance of Three Kingdoms adlı tarihsel simulasyon oyunu vardır ki orda da senin üç vuruşta Lord Diablo’yu deviren barbar karakterin bir işe yaramaz… Tabii tüm Çini 15 yıl içinde birleştiren halkın kahramanı olmuş Liu Bei de Luigi Mario gibi koşup zıplayıp yürüyen mantarlardan kaçamaz…

Yani her oyunun kendine has bir setting’i ve içinde varolduğu sanal bir dünyası var… Ve bir oyunu keyifli kılan bu tasarlanmış dünyanın zenginliği, çok çeşitliliği – ve senin kendini kaptırma düzeyin !!… Sen Diablo’da yapıp ettiklerini, geldiğin yerleri, bulduğun sihirli silahları kıvana kıvana anlatırken, veya bilfiil oynarken, 1. tekil şahısla cümle kurarsın : “Ben şööle şööle bi kalkan buldum, ben şu labirenti keşfettim, çok kalabalıktılar az kalsın ölüyordum….”

Yaani kendini kaptırdığın, yaani kendini oynadığın karakterle özdeşleştirdiğin zaman keyifli oyun… Ama niye kendi canına kastedilmiş gibi algılamıyosun her tarafını sarınca oyunun zebanileri?

Çünkü “kendini unutmadan oynuyorsun” . . .

Çünkü hatırlıyorsun “Burcu Munyas”ı . . .

Çünkü biliyorsun sıkılırsan başka bir karakterle oyuna girebileceğini, hatta hiç girmesen de olabileceğini; çünkü SEN, Diablo döven Barbar Hag yokken de varsın . . .

Ammmaaaaaa…. Bazı müptelalar da vardır hani… Saatlerce günlerce oynarlar bi oyunu… Kendimden biliyorum, ekran başından kalkınca mutfak kapısının arkasına saklanmış bi zombi veya yere gömülmüş bir yaratık falan
arayabiliyor gözler! 🙂

Yani kısacası “makrokozmik kökeni unutmak” dediğin aslında eğlence
düşkünlüğü! :))

Oynamayı seçtiğin oyun Şekerkız Candy’nin maceraları da olabilir, işte bööle
Diablo falan da olabilir… Hangisini seçtiğine de bakmaz hayat, maksat oynamak ve eğlenmektir… Diablo’da oynamak eğlencelidir ama Diablo’da olmak değil… Ciddiye alıyorsan kendini ve yaşadıklarını, harbiden cehennemin yeni katında şeytan kovalıyorsundur!! Yani oyun, realite olmuştur artık… Aslında bence Şekerkız Candy olmak da çok keyifli olmaz be 🙂 düşünsene sürekli iyilik yap, mutluluk saç, lolipop ye, yapış yapış ol… 😛 :)))

Aslında bu unutma kesinlikle bir acizlik değil, beceri!… Oyunu daha gerçekçi kılmak için tasarlanmış ve çok çaba gerektiren bir uğraş… Yani aslında kendimizi dar tutmak için uğraş veriyoruz!… İnsanın doğal varoluş hali haz! 😉
İkinci madde….. “ana ruhtan kopan ruhlar” ifadesi bireyci kültürün bir
etkisi… Hatta niteliksel değil niceliksel düşünmenin bir sonucu… Ruh’u bedenin içine girerek ona can veren bir şey gibi algılıyoruz… Din derslerinde de böyle vurgulanmıştır hep… “Hocam, ruh kaç aylıkken girer bebeğin bedenine? / 21 günlükken evladım…” gibi diyaloglar olmuştur mesela 🙂

Değildir… Beden Ruh’un içine doğar… Ana Ruh bir yerlerde oturmakta, kendisinin bir kısmını ayırmış, parçalara bölmüş ve dünyaya ders görmeye yollamış falan değildir. Nedir, nerdedir diye merak mı ediyorsun?… Nefes alırken Ankara bozkırının öğlen sıcağında veya Avusturalya’nın nemli kıyılarında kim kimin içinden geçiyor?… Ööölesine bi merhaban olan biriyle tokalaşırken veya aylar sonra Mustafa hocanı görüp sarılırken kim kime dokunuyor?… Yumurtadan çıkışından beri bildiğin tanıdığın muhabbet kuşuna sevgiyle gözlerini diktiğinde kim kime bakıyor?..

Hiç gündüz düşlerine daldığın oldu mu? Olmuştur mutlaka… Hani birileini canlandırısın kafanda… Diyaloglar geçer o şahısların aralarında… Belki kendin de varsındır içlerinde, şöyle desem o da böyle dese falan diye çizersin kafanda… Ya da sadece hayal kahramanların vardır… Kimisi güçlü, mağrur; kimisi çekingen ama coşkulu; kimisi isyankar, kadere söven; kimisi yalnız, yalnızca sevilmeyi arayan; kimisi cabbar, elinden iş gelen, ara sıra kırıcı olabilen belki…..

O kişiler var mıdır, yok mudur peki?

Sen onları düşündüğün, ilgini o senaryoda tuttuğun sürece vardırlar… Dikkatini başka yöne çevirince yokturlar… Gerçek midirler bu durumda? Bence evet… Hem ilgini tekrar onlara çevirdiğinde ertesi gün, “bir gündür yokuz senin yüzünden lanet olasıca!” derler mi? Yokken yok olmayı bilemezler ki?! Nasıl desinler…

Peki ne kadar “senden ayrı” kişilerdir onlar?

İnsan kendisinde olmayanı tahayyül edebilir mi? Sen kendin olamayacağın kadar cabbar, kendin olamayacağın kadar çekingen, kendin olamayacağın kadar isyankar, kendin olamayacağın kadar sevgi dolu bir şey (kişi, durum,
senaryo) hayal edebilir misin?

Peki neden “seni” bilmez, hatırlamaz o karakterler? Basit : Hepsi birden olduğunda, hiçbirini duyumsayamazsın… Pilin iki ucu arasında voltaj farkı varır, bir devreye bağlayınca devreden akım geçer – peki o zaman neden pilin durduğu yerde içinden akım geçmiyor?? Ee çünkü iki kutup da zaten kendisinde 😉

Bir de hatırladığını düşün o karakterlerden birinin/birilerinin… “Hayal kurabilen birinin hayalini kurmak” nasıl bir keyif?! Nasıl bir uğraş? Nasıl gözünün bebeği olur o karakter?… Peki diğerlerini veya hatta o karakterin hatırlamıyorken ki halini dışlar mısın?? İstersen dışla, istersen sadece yeni bulduğun o “hayal-kurabilen” kalsın… Oyun durur… Rüya durur… Etkileşim kalmaz çünkü… Sonra bir bakarsın zaten o yeni bulduğun karakter senmişsin
🙂 Hayal kurabilen, zaten senmişsin…

Peki rüyadayken, rüyada olduğunu farkettikten sonra ne yaparsın?…

Ne marjinallik yapar, ne sistemi kırmaya dünyanın altını üstüne getirmeye çalışır, ne de uyanırsın : Rüya görmeye devam edersin… Rüyayı yönetmeye kalkmazsın. Ne getireceğini hevesle beklersin, hoşuna gitmeyen bir şey çıkarsa da anında değiştirebilirsin, çünkü senin rüyan… Neden müdahale etmezsin de ne getireceğini beklersin peki? Soruya soruyla cevap : Tanrı neden özgür iradeyi icat etti?…..

Star olmak, solucan olmak; hatırlayanlardan olmak, unutmuşlardan olmak… ne kadar da önemsiz, farkettin mi? 🙂

Zaten sadece bir kişi var : Ebedi Rüya Görücü . . . .