Güçlü Beden Berrak Zihin Açık Kalp yazı dizimize devam ediyoruz. İlk yazımızda, nasıl farkındalık kaybedip yaşamdan ve kendimizden kopuk hale geldiğimizi inceledik. Bunun çıkış yolunun bedenimizle, zihnimizle ve kalbimizle nasıl alakalı olduğunu inceledik. İkinci yazımızda bedenle nasıl farkındalık içeren güçlü bir ilişki kurarak berrak zihin ve açık bir kalp için zemin oluşturabileceğimizi tartıştık.Bu yazı, berrak zihni nasıl geliştirebileceğimiz üzerine.

Bedenle böyle bir ilişki geliştirebilmenin doğrudan sonucu ve aynı zamanda paradoks içeren bir şekilde bu ilişkiyi geliştirmenin ön koşulu, berrak bir zihin geliştirmek. Zihnimiz, eğer bir düşünürseniz devamlı bedenin nasıl hissettiği ile ilgileniyor, çünkü biz zihinsel hazlarımızı bile bedende yaşıyoruz. Aklınızdaki düşünceleri birkaç gün boyunca izleyip de kategorize ederseniz, muhtemelen geçen düşüncelerin alt yazısı olarak şunları veya şunların farklı şekillerini göreceksiniz:

Acı hissetmeyeyim, haz hissedeyim.
Kazanayım, kaybetmeyeyim.
Onay alayım, suçlanmayayım.
İnsanlar beni iyi bilsin, hakkımda kötü düşünmesinler.

Bu karşılıklı ikiliklerden oluşan sekiz düşünce kategorisine Buddha“8 Dünyevi Rüzgar” diyor.Bu rüzgarlar devamlı esiyorlar ve zihnimize karanlık bulutları, yoğun sisleri taşıyorlar.Zihnimiz devamlı bu karanlık bulutların, yoğun sisin ve sert esen rüzgarların etkisi altında, berraklıktan uzak, karışık, karanlık,kopuk… Üstüne üstlük zihnimizin bir özelliği de neye odaklanırsa onun şeklini alması. Bu nedenle biz çoktan bu bulutların, bu düşüncelerin, bu duyguların,kendimizle,insanlarla,dünyayla ilgili anlattığımız hikayelerin kendimiz olduğuna inandırmışız kendimizi.

Zihnin gerçek doğası

Ancak acaba gerçekten öyle mi? Meditasyon geleneğinde zihin de diğer beş duyu organı gibi bir duyu organı olarak kabul edilir. Yani göz nasıl objeleri görmeye, kulak sesleri duymaya yarıyorsa, zihin de düşünceleri algılamaya yarayan bir altıncı duyu organıdır. Eğer benim zihnim tekrar eden düşüncelerden, bana işkence eden veya haz veren duygulardan oluşmuyorsa ve bunlardan bağımsız ancak bunları algılayan şeyse, o zaman zihnim nasıl bir şeydir acaba? Şekli nasıldır? Rengi nasıldır? İçeriği nasıldır? Zihnim ya o bulutlar ve sis değilse, ya onların da içinde yer aldığı gökyüzü ise ? Bulutlar, sis, fırtına, gökyüzünün doğasını değiştirir mi, gökyüzüne bulaşır mı? Bulutların ardındaki gökyüzünün berraklığını, şeffaflığını, sonsuzluğunu ortadan kaldırır mı?
Eğer ben, zihnime devamlı gelen, biraz durup bana işkence eden, sonra geçip yerini bir başkasına bırakan düşünce, duygu ve hikayeler olmadığımı fark edersem ve bu düşüncelerin içinde yer aldığı gökyüzülüğümü, berraklığımı, şeffaflığımı idrak edersem, o zaman ne olurdu acaba? Olgularla, dünyayla, kendimle ilişkim nasıl olurdu?
Bedenimle, kalbimle ilişkim nasıl olurdu? Sekiz dünyevi rüzgarla ilişkim nasıl olurdu?

Bu berraklığa ulaşmak ve bu berraklığı kalıcı bir biçimde geliştirmek işte bir önceki yazımızda bahsettiğimiz bedenle kurduğumuz ilişkiden başlıyor: Bedenin ve bedende olanların farkında olmak. Nefesin farkında olmak. Bedenin arzular ve korkular yolu ile zihnimizi nasıl bulandırdığının farkında olmak. Duyguların ve duyuların farkında olmak. Bedenle güçlü bir ilişki kurmak.

Bu şekilde bedensel farkındalığı geliştirmek, berrak bir zihni geliştirmenin önemli parçalarından. Peki, başka ne yapmaya, neyi geliştirmeye ihtiyacımız var, olanı olduğu gibi gören, bu sayede de takılmadan akmayı becerebilen, berrak, şeffaf, net bir zihin geliştirebilmek için? Bu o kadar engin ve geniş bir konu ki… Üzerine sayfalarca yazarız, yine de kapsamış olamayız. Ancak gelin bir kaç önemli öneriyi paylaşalım.

Konsantrasyon Geliştir.

Düşünsenize kalkıştığımız işi. Otomatik olarak kaçtığımız bazı durum ve duygularla doğrudan yüzleşmek, ve onların hakkında görmezden geldiğimiz gerçekleri doğrudan görmeye çalışmak gibi bir şeyin peşindeyiz. Sizce bu nasıl bir zihin gücü gerektirir? Dikkatimizi başka yöne, özellikle de kopuğun kulübesine doğru çekmeye çalışırken her şey, biz bu dikkati alıp korktuğumuz, canımızı acıtan, doğal olarak kaçmak, dokunmamak, hissetmemek istediğimiz şeylerin üzerine yöneltmeye çabalıyoruz. Bunun için ciddi bir konsantrasyon ve bunun getirdiği kararlılığa ihtiyacımız yok mu?

İşte bunu için bizi içimizdeki ve dışımızdaki olgularla ve gerçeklerle doğrudan yüzleştirmeyi ve bu sayede içlerindeki hakikati görmemizi sağlamayı amaçlayan hemen her öğreti, bir şekilde bizim konsantrasyon kasımızı güçlendirmeyi yolun önemli bir parçası haline getiriyor. Buddha’nın aydınlanmaya giden yolunun 3 ana parçası arasında, erdem ve bilgelik ile birlikte konsantrasyon da var. Bu konsantrasyonu, bu zihinsel gücü geliştiremezsek, zihnimizi kaplayan ve devamlı hareket eden bulutlardan dikkatimizi çekip de sormamız gereken en önemli soruları soramayız.

Neyse ki konsantrasyon bir kas gibi çalışıyor. Çalıştırırsanız, gelişiyor. Beynin nöroplastisitesi, yani yeniden şekil alabilirliği bizim bu konuda yardımımıza yetişiyor. Düzenli olarak meditasyon yapan kişilerin beyinlerinde konsantrasyonu sağlayan merkezlerde kalıcı olarak gri hücrelerde artış görülüyor. Aynı zamanda bu kişilerin duyusal ve bilişsel farkındalık gibi, tepkiselliklerini kontrol edebilmek gibi, hatta halinden memnuniyet gibi bazı özelliklerinde ve bu özelliklere denk gelen beyin bölgelerinde gelişim gözleniyor. Bu özellikler, berrak bir zihnin özellikleri. O açıdan konsantrasyon geliştirici uygulamaları hayatın bir parçası haline getirmek, yaşamımızı bir kutlama olarak yaşamak için çok kritik.

Meşguliyetlerini azalt, sadeleş.

Ancak bu konsantrasyonun oluşabilmesi ve zihnin berraklaşabilmesi için zihni devamlı meşgul etmekten ve devamlı karıştırmaktan uzaklaşmamız lazım. İçinde toz toprak olan bulanık bir suyu devamlı karıştırırsak bulanık kalmaya devam edecektir. Bu suyu kendi haline bıraktığımızda tortular zamanla dibe çökecek, su arınacak, durulaşacaktır. Zihin de aynen böyle. Kendimize ve zihnimize alan yaratmak, onun durulmasını sağlamak, onu berrak zihne ulaştıracak bir takım becerileri geliştirecek fırsatı vermek anlamına gelir. Ancak dar bir odaya nasıl bir sürü eşya doldurursak bu odada hareket etmek imkansız hale gelirse, zihnimizi de gereksiz meşguliyetlerle doldurmak onun akıcı bir biçimde hareket etmesini ve asıl önemli olan şeyleri belirleyip onlara odaklanmasını engeller.
Buradaki en büyük problem, bizim zihnimizi bir hazza kaçma aracı olarak kullanmamızda maalesef. Ellerimizdeki telefonlar, televizyon dizileri, hırslarımız, kafamızı taktığımız gereksiz endişeler, tekrar eden düşüncelerimiz, ve tabi ki bedensel hazların peşinde koşturmamız, bizim zihnimizle oynadığımız acıdan ve rahatsızlıktan kaçma, haz ve mutluluk peşinde koşma oyunumuz. Zihnimiz devamlı şimdi ne alayım, ne yiyeyim, nasıl onay alayım, nasıl takdir göreyim, kendimi fiziksel veya maddi olarak nasıl güvenceye alayım, cinsel ve duygusal tatmine ve hazlara nasıl ulaşayım, daha ne edineyim, daha da edinmek için nasıl olanaklarımı genişleteyim, bunlarla meşgul değil mi? Düşüncelerinizi bir izleyin: Devamlı acı ve rahatsızlıktan uzaklaşmak ve tatmin ile hazza ulaşmak dışında nadiren bir düşünce geçtiğini göreceksiniz. Meşguliyetlerimizin neredeyse tamamı arzularla ve kısa dönemli hazlarla alakalı.

“Hazların ve arzuların tuzağı.”

Bu açıdan sadeleşmek, bu arzularımıza daha bilgece bakmak önemli. Fark etmemiz gereken belki de en önemli şey şu: Çoğu zaman reklamlar, reklamını yaptığı malın verebileceğinden daha fazlasını vaadediyor. Diyelim ki siz mutluluğunuzu dünyadaki en güzel lezzeti bulmaya bağladınız. O lezzeti bulmak, en önemli amacınız. Düşüncelerinizin bu amaç çevresinde nasıl organize olacağını hayal edebiliyor musunuz? O zaman yediğiniz her yemek, neye döner? Yok, dersiniz, bu da değil. Bazı lezzetler yaklaşacaktır o ideal lezzete, ama hiç bir zaman tam tatmini alamayacak, tam olarak mutlu olamayacak, hiç geçmeyen bir tatminsizlik, mutsuzluk içinde yaşayacaksınız. Bu zihin, ne kadar berrak olabilir sizce?

Olmaz ya, diyelim ki bir gün aradığınız o lezzeti, o harika lezzeti buldunuz. İşte bu! dediniz. Aradığım, yıllardır peşinde koştuğum, uğruna herşeyden vaz geçtiğim lezzet bu. Keyifle yediniz. Çok mutlusunuz. Ya sonra? Diyelim ki bundan sonra da hep aynı yemeği yiyebilecek imkanlara da sahipsiniz. Eee? Ya 3. yemek? Ya 10. yemek? O zaman ne olacak? Zihnimiz bu durumda ne durumda, neyle meşgul olacak?
Tüm yaşamımız bu şekilde değil mi? Eğer zihnimizi meşgul eden, tüm zihin alanımızı kapsayan tüm bu şeylere, arzulara, hırslara, endişelere, vs. bilgece bakmazsak, zihnimiz ve dikkatimiz tamamen bu bulutlarla kaplanır, bu bulutlar sanmaya başlarız kendimizi. Böyle bir zihinde de ne konsantrasyon gelişebilir, ne berraklık, ne de zihnin gerçek doğası bulutların ardından ortaya çıkabilir.

Düşüncelerle eğlenmeyi bırak.

Biliyorsunuz üç haftadır bir meditasyon inzivasındaydım. Bir meditasyon sonrasında, zihnimin tamamen sakin, sessiz, neredeyse kıpırtısız halinin keyif ve huzuru içinde doğada yürüyüş yaparken, birden bire bir düşüncenin doğduğunu fark ettim: Websiteme yapmayı planladığım yeni değişikliklerle ilgili bir fikir, bir plan, bir niyet. Bu fikirle beraber zihnimde, içimde büyük bir hazzın doğduğunu, ve zihnimin hemen bu fikre yapışarak nasıl yeni düşünceler ürettiğini, bu yeni düşüncelerden de haz almaya çalıştığını, bu hazları devam ettirmek için devamlı düşünceler yaratmaya devam ettiğini gözlemledim bir yandan süren derin sakinlik ve sessizlik içinde. Ancak bu hazlar, bu eğlence zihnime yetmedi; şimdi de bir an önce bu fikirleri hayata geçirmek ve bundan da haz almak isteği doğdu içimde. Bu istekle de hem bedenim, hem nefesim, hem de zihnim gerilmeye başladı. Ne de olsa meditasyon inzivasındayım, daha bir süre bunu yapamayacağım. Öte yandan deneyimle biliyorum ki, bu gibi yaratıcı faaliyetler bana büyük haz verse de hiç bir zaman tam tatmin sağlamıyor, biraz daha, biraz daha, biraz daha yapmak istiyor insan, iş ki o tatmini, hazzı, eğlenceyi devam ettirebilesin. Ve bir bakmışsın ki zihninde o berraklıktan eser kalmamış, devamlı eğlenmeye çalışan, devamlı haz peşinde koşan, hiç bir zaman tatmin bulamayan, ve acıdan kaçmaya çalışan gergin, dolu, bulanık bir zihin, gergin bir beden, gergin bir kalp. Evet, aynen bir önceki maddede anlattığım yemek örneği gibi.

Hani alkollü içkilerin etiketlerinde yazıyor ya, aynen onun gibi: Düşünceler sizin dostunuz değildir. Düşüncelerle eğlenmeyi bırakın.

Ehil olmayan zihin hallerindense, farkındalık ve ehil zihin hallerine prim ver.

İşte bu yüzden zihnimizde olumsuz düşüncelerdense olumlu zihin hallerini geliştirmek çok önemli. Zihnimizde öfke, açgözlülük, uyuşukluk, kibir, haset, kıskançlık, bulanıklık olduğu zaman bunun farkında olmak, ve farkındalık ile bunları beslememeye yatırım yapmak. Bunları beslersek bizi götürecekleri yer, Kopuk’un kulübesi çünkü. Zihnimizde sakinlik, anlayış, ayrımsama gücü, farkındalık, şefkat, cömertlik, uyanıklık, enerji olduğunda bunun farkında olmak, ve farkındalık ile bunları beslemek için çalışmak. Bunlar bizi Kopuk’un kulübesinden çıkaracak ve berrak bir zihne ulaştıracak şeyler.

Bu hiç bir zaman duygularımızı, olanı bastırmak anlamına gelmiyor. Çünkü çok iyi biliyoruz ki, bunları bastırmak bizi doğrudan Kopuk’un kulübesine geri götürür. Zaten bu madde “farkına var, ancak besleme” diyor. Farkında ol. Zihninde ne olduğunu, zihninin ne halde olduğunu gör, ancak onun içinde kaybolma. Konsantrasyonunu kullan. Farkındalık geliştir. O seni berraklığa götürecek.

Zihninde gerçek kabul ettiğin düşüncelerini sorgula.

Zihninde senin sandığın, hatta daha da ötesi “sen” sandığın bir sürü düşünce, inanç, kalıp var. Doğru olduğunu bir kere bile sorgulamadığın bir sürü kavram, önerge, emir var. Dünyanın nasıl bir yer olduğu ve nasıl bir yer olması gerektiği ile ilgili bir sürü kabulün var. Kendinin ve diğer insanların nasıl olması ve nasıl davranması gerektiği ile ilgili bir sürü standart var zihninde. Bunların “doğru” veya “gerçek” olduğuna emin misin? Bu inançların, kabullerin, düşüncelerin nereden zihnine girdiğini biliyor musun?

Bir düşün bakalım. Bir sorgula. Anla. Bırak zihnindeki gereksiz ve dayanaksız, bu nedenle de sana yük olan, seni gözünün önündeki gerçekleri görebilmekten alıkoyan, sana sen fark etmeden işkence eden, seni kısıtlayan, ve çoğu zaman kopuk’un kulübesine kapatan bu boş inançlar çözülsün, erisin, köpük köpük yok olsun. Ve yerini zihninin gerçek doğasının uçsuz bucaksız, her şeyi içine alan, ve güneşin altındaki hiç bir şeyi ayırmayan berrak, engin gökyüzüne bıraksın.

Bu sayede oluşan berraklık, bedensel farkındalığımızı ve onunla kurduğumuz ilişkiyi güçlendirecek. Ve bu sayede kalbimiz, bedenin tahakkümünden ve düşüncelerin tahakkümünden özgürleşmeye, gerçekten gevşemeye, açılmaya başlayacak. Bir sonraki yazımızda bunun üzerine konuşacağız. O zamana kadar kendinize, bedeninize, zihninize iyi bakın.

Bu yazı ilk olarak marefidelis.com da yayınlanmıştır.
https://marefidelis.com/berrak-bir-zihin-ve-farkindalik/

Dost Can Deniz