Gerek kendi arzumuzla, gerek hayatın ani müdahaleleri sonucu, bazen hayat değişir. Yol değişir. Hedefler değişir. İstekler, arzular değişir.
Yani aslında, oyunun biçimi değişir.
Sonuçta insanın da bu değişime adapte olması gerekir, çünkü elbette ki satranç oynamakla futbol oynamak aynı şeyler değildir.

Fakat bu noktada dirence düşeriz. Ego kendi imajını bildiği haliyle korumak ister, sonuçları ister iyi olsun ister kötü. Örneğin bir insan, istediği iş ve kazanç için daha faal, çalışkan ve organize olması gerektiğini zaten biliyor olabilir. Fakat mesele sadece bir sıfatı değiştirmek değildir burada. Yani sadece tembel, çalışkana dönüşüp, karakterin diğer tüm parçaları aynı kalmaya devam etmez.
Örnekten devam edecek olursak, çalışkan ve tembel insan arasında birçok farklılık bulunur. Öncelikle çalışkan için zaman daha yoğun deneyimlenir, çünkü bir saate tembelden daha fazla iş sığdırmaktadır. Bu sebeple bir saat ona çok çabuk geçse de, mesela bir sene daha uzun gelir. Öte yandan tembel için zaman daha seyreltilmiş gibidir, üç saatte belki de tek bir iş yapmaktadır. Bu sebeple ona, saatler çok yavaş akıyor gibi gelse de, boş geçirdiği için bir sene  çok daha çabuk akıp gitmiş gibi gelir.
Bir diğer fark enerji farkıdır. Fizyolojik olarak gereksinim duyduğumuz enerji bir yana, insanın işlerini halledebilmesi için motive olmuş olması, dolayısıyla o işleri talep eden hedeflerine dair pozitif bir enerji ile dolu olması gerekir. Aşık olmak gibi mesela. Aşık olduğumuzda hissettiğimiz pozitif yoğunluk, bize flört sürecinde yaptığımız birçok işi basit ve kolay gösterir. Bu iş belki de işten çıktıktan sonra o yorgunluk üstüne eve gidip, en baştan hazırlanıp, dışarı tekrar trafiğe çıkıp buluşmaya gitmektir. Normal şartlarda bu durum insanlara yük gibi gelir, fakat aşık insan için işten dahi değildir. Çünkü sonuca dair umut doludur ve bu umut ona bedensel ve zihinsel olarak yakıt sağlar.
İşte çalışkan bu motivasyona, pozitif enerjiye sahiptir, fakat tembel olan bir sebepten -belki kendine dair umudu yoktur belki de yaşama dair inancı- değildir. Bu yüzden birçok işi yarıda bırakır veya uzatır.

Bir diğer fark ise odaklanmadır. Çalışkanın, çalışkan olmasını sağlayan işlerdedir odağı, dolayısıyla bir anlamda o işlerin de içindedir. Bu onu aynı zamanda hayatın gündelik akışının içinde kılar. O, yapmakta olduğu işlerin bir parçasıdır, dolayısıyla bir ahengi deneyimler. Öte yandan tembelin zoraki yaptığı veya yapamadığı işlerde değildir odağı, çünkü odaklanacak kadar konuya motive olamamıştır. Dolayısıyla zihni sık sık dağılır, bu dağılma neticesinde gündelik hayatın akışını sık sık kaçırır, sonuç olarak kendisini tek ve boşlukta süzülüyor gibi hisseder.

Farklılıklar daha uzatılabilir ama bu iki örnek üzerinden gelin bu iki farklı insanın günlük yaşamını bir gözümüzde canlandıralım.
Çalışkan sabah erkenden şevkle kalkıyor, kahvaltısını ediyor, işlerine başlıyor. Bu işler dolayısıyla gün boyu sık sık insanlarla, ortamlarla, olaylarla temas kuruyor ve gündelik hayat içinde yaşıyor. Daha hızlı hareket ediyor, daha organize yaşıyor ve gür çıkıyor sesi. Daha çevik bir beden duruşuna, daha kararlı mimik ve davranışlara sahip.
Tembel ise uyanıyor ama belki de yataktan uzunca bir süre çıkmıyor, çünkü neden çıksın? Çıktığında ise motive olamamış olmanın getirdiği mahmurlukla, ağır hareket ediyor. Genel olarak asık suratlı, daha sessiz, çökük omuzlara sahip. Gündelik yaşamda tutunduğu bir şey olmadığı için daha çok zihninin içinde yaşıyor ve çevreden de kopuk yaşıyor. Bu uyumsuzluk hissi onun depresifleşmesine yol açıyor ve gittikçe daha içe kapanan bir profil ortaya çıkıyor.

Şimdi, diyelim ki tembel insan artık tembel değil çalışkan olmak istiyor. Gördüğümüz gibi bu sadece bir plan yapıp ona uymakla alakalı bir durum değil. Onun, alışkanlıklarını, bakış açısını, davranış biçimlerini, hatta stilini değiştirmesi gerekiyor. Çünkü işte, gerçekten tembel bir insansa muhtemelen sürekli rahat, tercihen evde pijama tipi kıyafetlerle dolaşıyordur. Oysa artık bu da değişmelidir. Onun içine sığındığı olumsuzluktan kurtulup, gülümsemeyi eski haline bir ihanet olarak görmemeyi öğrenmesi gerekiyor.
İşte bu sebeple Ego direnç gösterir. Çünkü Değişim, tek bir kablonun bağlantı yerinin değişmesi değil, hemen her şeyin en baştan düzenlenmesidir. Bazı konularda daha büyük, bazı konularda daha küçük adımlarla. Bir evde bir odayı değiştirmek gibi. Yalnızca o oda değişmez, odanın değişimine göre diğer odaların kullanım alanı da değişir. Belki o odadan çıkan bazı eşyalar başka odalara yerleştirilir. Belki o odanın yeni hali için başka odalardan eşyalar oraya getirilir. Çöp çıkar; o odadan çöp olarak çıkan bazı eşyalar, başka odalardaki bazı eşyaları da işlevsiz kılar, onlar da atılır.
Bu değerlendirmenin amacı, okuyucuyu değişim konusunda korkutmak değil, hayır. Onu olayın boyutlarının genişliği ve bu genişliğin sebepleri konusunda uyarmak, ki ilk işlerin alengirli bir hal aldığı noktada değişmek isteyen okur pes etmesin. Çünkü en nihayetinde o değişen yeni odayı düşünün. Belki yeni gelen bebek, belki yeni bir iş için düzenleniyor o oda. Ve iş bittiğinde orada yeni bir hayat başlayacak, o eve bütünüyle yeni bir soluk gelecek. Kahvenizi alıp, yepyeni odanın işi bittiğinde oturup ona baktığınız keyif dolu an gelsin gözleriniz önüne. Ki bu daha harika değil mi? Tek bir odayı, tek bir amaç için düzeltmeye başlayacaksınız, ama tüm eve can gelecek.
Bir taşla kim bilir kaç kuş vuracaksınız!
Tembel, kararsız, pesimist, korkak, umutsuz olmak- bunlardan biri  için yola çıkacaksınız, ama sonuçta göreceksiniz ki hepsi az veya çok değişecek ve düzelecek.

O yüzden değişecek sizden korkmayın. Değişimin ne kadar karmaşık olduğundan da. Siz sadece sonuçta ne olabileceğinize odaklanın ve onun artılarına. Kalan her şey, yavaş yavaş toparlanır ve yeni siz, birçok kazanımla yeni hayatına başlar.

Sevgiyle kalın

Emine Tülin Erinç

NLP ve Profesyonel Koç, Öğrenci Koçu,