derKi’nin bu sayısındaKi konsepte uygun olarak gelecekle ilgili komploları yazmak aslnda sanıldığı kadar kolay değil. Yakın zamanda ortaya çıkan gelişmeler aslında olması olası olayların çok yakın zamana kayacağını gösteriyor.

Bush’un konuşması ve NIC (National Inteligence Counsil) raporu (sanırım CIA’nin Internet sayfasında var) aslında ilk ele almamız gereken konular. Bu iki olay aslında bize bir takım ipuçları veriyor.

 

 

Burada hemen akıllara gelecek bir soruya da yanıt vermek gerek. Neden bu komplolar Amerika üzerine kurulu. Bu da normal  aslında, çıldırmış bir süper gücün kesinlikle belirleyici olması çok yüksek bir olasılık. Tabii burada “Metal Fırtına” gibi bir paranoya ortamı yaratmak amaç değil. Her ne kadar Doğu Perinçek bu olayları yıllar öncesinden söylediyse de (onu yabana atmayın, bir ucunda onun, öbür ucunda Vakit gazetesinin olduğu yelpazenin kaynakları güvenilir) bu işin daha akıllıca olacağı çok açık.

 

Önce bu sözünü ettiğimiz iki gelişmeyi inceleyelim.

 

Bunlardan birincisi Bush’un seçilmesi dolayısıyla yaptığı konuşma.

 

Bunu bir çılgının hezeyanları olarak görmenin ötesinde, içinde anlayanlar için mesajlar olduğuna inanıyorum. Öncelikle bu konuşmanın oldukça dinsel ağırlıklı olduğunu gözardı etmemek gerek. Biraz daha yakından bakalım.

 

At this second gathering, our duties are defined not by the words I use, but by the history we have seen together. For a half century, America defended our own freedom by standing watch on distant borders. After the shipwreck of communism came years of relative quiet, years of repose, years of sabbatical – and then there came a day of fire. “

 

Bu ikinci toplantıda, görevlerimiz sadece benim sözlerimle değil, birlikte yaşadığımız tarihle de belirlenmiş olacak. Yarım yüzyıldır, Amerika kendi özgürlüğümüzü uzak sınırları da kontrol ederek sağladı. Komünizmin çöküşünden sonra, nispeten sakin yıllar geldi, dinlenme ve Şabat yılları idi, sonra da bir Ateş Günü geldi. “

 

İlk olarak burada dini ifadelerle karşılaşıyoruz. Komünizmden sonra gelen dinlenme ve sabbatical (yani Tanrı’nın dünyayı yaratmasından sonra dinlendiği gün, bu şekli de yorumlamak işime geliyor yoksa öbür anlamlara girsek tam bir hezeyan) ateş günleri geliyor. Ateş günleri kavramı çok ilginç, çünkü Kıyamet senaryolarında bu ateş günlerinden, daha doğrusu gelecek olan ateşten sözedilir. Burada hemen akla gelen soru Bush’un kendisini Kıyamet’te görevli bir olarak görüp görmediğidir. Bush’un çeşitli konuşmalarından böyle bir sonuca ulaşmak olası ancak, yine de Amerika’nın “Yüce” stratejilerine dini bir neden yaratmak düşüncesi de gözardı edilmemeli. Çünkü bu kavram üç monoteist dinin taraftarlarınca hemen kabullenecek bir kavram. Hristiyanlığın olduğu kadar Museviliğin ve İslam’ın da bu tür beklenti içinde olduğunu unutmamak gerek. Bu sembollerle oynanmasının Dünya’yı nasıl bir felakete sürükleyeceğini de kendi yaşam süremizde göreceğiz.

  

America’s vital interests and our deepest beliefs are now one. From the day of our Founding, we have proclaimed that every man and woman on this earth has rights, and dignity, and matchless value, because they bear the image of the Maker of Heaven and earth. Across the generations we have proclaimed the imperative of self-government, because no one is fit to be a master, and no one deserves to be a slave. Advancing these ideals is the mission that created our Nation. It is the honorable achievement of our fathers. Now it is the urgent requirement of our nation’s security, and the calling of our time. “

 

Amerika’nın en önemli ilgisi ve en derin inançlarımız artık bir noktada odaklanıyor. Kuruluşumuzdan bugüne, her erkeğin ve kadının hakları, onuru ve hiç bir şeyle karşılaştırılamayan onuru olduğunu savunduk, çünkü onlar Göklerin ve Yerin yaratıcısının suretini taşımaktaydı. […] Kimse efendi, kimse köle olamaz . […]Şimdi bu bizim ulusumuzun güvenliğinin bir şartıdır ve Zamanımızın ihtiyacıdır. “

 

Amerika’nın ilk kuruluşundan beri Amerika İnsanlık kavramlarına önem veriyormuş, bu da insanın Göklerin ve Yerin yaratıcısının suretinde olduğundan. Bu da dini bir kavram, Tevrat’ın yaradılış bölümünden alınma. Tabii burada Amerika’nın kuruluşundan itibaren bu tür ideallerin nasıl ön plana çıktığı da tartışılabilir. Amerika’nın kendisi bir tür ezoterik idealdi zaten. Ve bu amacına da ulaştı. Zamanımızın ihtiyacı olarak düşünürsek, ki bu Bush kendini burada görevli gibi gösteriyor, yine Dünya’nın sonu ile ilgili görüşlere yaklaşırız.

 

So it is the policy of the United States to seek and support the growth of democratic movements and institutions in every nation and culture, with the ultimate goal of ending tyranny in our world. “

 

Sonuçta, her ulusta ve kültürde, tiranlığı sona erdirmek amacıyla, demokratik hareketleri ve kurumları desteklemek Birleşik Devletlerin bir politikasıdır. “

 

Bush yine kendisi en büyük tiran değilmiş gibi Dünya üzerindeki tiranlıkları kaldıracağını söylüyor, ki Göklerin İmparatorluğu kurulduğunda tiranlıkların kalkması da yine dini bir kavram.

 

In America’s ideal of freedom, the public interest depends on private character – on integrity, and tolerance toward others, and the rule of conscience in our own lives. Self-government relies, in the end, on the governing of the self. That edifice of character is built in families, supported by communities with standards, and sustained in our national life by the truths of Sinai, the Sermon on the Mount, the words of the Koran, and the varied faiths of our people..

Amerika’nın özgürlük idealinde, ulusun çıkarı, bütünlükte, diğerlerine karşı toleransta, kendi yaşamımızın bilincinde olmakta yatmaktadır. Bu yapı ailelerde kurulur, kurumlarca desteklenir ve ulusal yaşamımızda Sina dağı gerçekleri, Dağdaki Vaaz, Kuran’ın sözleri ve insanlarımızın başka inançları ile beslenir. “

 

Burada Bush’un Kuran’dan söz etmesi göz yaşartıcı. Ama çok dikkatli olmak gerek. Aman çÇok dikkat. “Truths of Sinai” zaten Bush’un Yahudilik ile görüşlerine aykırı değil. Yahudiliği tam tanıdığını gösteriyor. “Sermon on the Mount” ise ilginç. Bu aslında Matta’ya göre İncil’in beşinci bölüminde geçer ve İsa’nın dağda öğrencilerine verdiği derstir. Ve bana göre Evanjelist öğretinin en büyük destek aldığı yerdir. Özellikle İsa’nın şu sözlerine dikkat edin: «Kutsal Yasa’yı ya da peygamberlerin sözlerini geçersizkılmak için geldiğimi sanmayın. Ben geçersiz kılmaya değil, tamamlamaya geldim. 18 Size doğrusunu söyleyeyim, gök ve yer ortadan kalkmadan, her şey gerçekleşmeden, Kutsal Yasa’dan ufacık bir harf ya da bir nokta bile eksilmeyecek. 19 Bu nedenle, bu buyrukların en küçüklerinden birini kim çiğner ve başkalarına öyle yapmayı öğretirse, Göklerin Egemenliğinde en küçük sayılacak. Ama bu buyrukları kim yerine getirir ve başkalarına öğretirse, Göklerin Egemenliğinde büyük sayılacak.» Hristiyanlığa temel olarak bu bölümü alması çok ilginç. («Kim kardeşine ahmak derse, cehennem ateşini hak edecek» kısmı da Bush’u koruyor sanırım. J). Kuran deyince de Kuran’ın sözleri sadece…

 

May God bless you, and may He watch over the United States of America.

 

Amin…

 

İkinci incelememiz gereken de bu NIC raporu:

 

NIC tarafından hazırlanan ve CIA tarafından yayınlanan rapor, en azından Bush gibi çılgon dinsel söylemlerden uzak ama çok çarpıcı gerçeklere parmak basıyor.

 

Bunlardan en önemlisi, terörist grupların etkinliklerinin artacağı, hatta teröristlerin ellerine biyolojik, hatta nükleer silah geçirebilecekleri. Ayrıca terörist grupların “siber saldırı”larda da bulunup, önemli bilgi ağlarını da tahrip etmesi gündemde.

 

Burada bir parantez açalım. Bu tür raporlarda, terörizme gereğinden fazla bir ağırlık verilmesi ve olduğundan çok daha büyük tehlike olarak gösterilmesi, Amerika’nın daha olası çılgınlıklarını haklı göstermek amacını da taşıyabilir. Aynı şekilde, raporda, El-Kaide gibi, ondan daha güçlü bir İslami terör örgütünün sahneye çıkacağından sözedilmekte. Bu da İslam ülkelerinde oynanan oyunun medyatik altyapısını hazırlama amaçlı olabilri. Tabii bu varsayımlar , böyle bir örgütün de ortaya çıkmayacağı anlamına gelmez. Belki bundan korkuyor gözükenler bunu hazırlıyorlardır bile.

 

Bir başka saptama yapmak gerekirse, biraz daha tarihe dönersek, Haçlı Seferleri sırasına aklımıza Tapınakçılarla , Haşhaşiler geliyor. Haşhaşiler (Hasan Sabbah’ın adamları) aslında ilk terör örgütü prototipidir. Ancak Tapınakçılar bunlarla iyi ilişkiler kurmuş ve gerektiğinde kullanmasını bilmişlerdir. Nereden aklıma geldiyse…

 

Raporda bir ilginç nokta da, gelecek için yazılan senaryolar. Burada da belirtildiği gibi, bu senaryolar, öngörüleri değil, olası durumları içerior. (öngörü ile olası durumlar arasında ne fark olduğuna da siz karar verin)

  

Bu senaryolara da kısaca göz atalım, çünkü çok mantıklı görülenlerin yanında bomba da patlıyor.

 

Davos : Bilindiği gibi global ekonomide büyük önemi olan Davos zirvesinin gelecekte Çin’in de zorlamasıyla Asya’ya kayacağı düşünülmekte. Ekonominin Asya’ya kaymasında ikinci aktörün de Hindistan olacağı raporda yer almakta. Burada dış ticaretle uğraşan biri olarak bir parantez açmam gerekirse, Uzak Doğu ticaretinin bir ayağının Orta Doğu’da, Birleşik Arap Emirlikleri gibi uydu ülkelerdedir. (Örneğim Çin orada büyük bir üs kurmayı planlıyor) Orta Doğu’da üslenen bir ülke bu ticarete de hükmedebilir.

 

Pax Americana : Pax Romana, Roma Barışı gibi kullanılan bu sözcük, Roma’nın işgal ettiği yerlerde kurduğu merkeze bağlı rejimlerin “barış” içinde yaşaması, daha doğrusu, merkeze itaat etmesi anlamına gelmekteydi. Tabii burada Pax Americana daha marjinal bir anlam taşıyor, yani “Tiranlık” ile yönetilen ülkelere Amerika’nın özgürlük (!) götürmesi ve buralarda terör (!) ile savaşması. Pax Americana terimini daha önce ben de kullanmıştım ve aslında bu deyim Amerika’nın politikasını çok güzel açıklıyor. Tabii bu politikayı Pax Romana gibi merkeze bağlı uydular yaratma açısından ele alırsak.

 

Hilafet : Eveeeeeeeeettt (radyodaki gibi oldu) Senaryoların en ilginci. Buna göre bu 15 yıl içinde Bin Ladin ailesinden biriyle hilafet kuruluyor. Bu hilafet global düzene karşı oluyor, yani Pax Americana’ya bir karşıtlık oluşturuyor. Bu arada raporun her yerinde İslam’ın terör ile özdeşlelştirilmesi de hilafeti tehlikeli bri güç olarak göstermekte. Aslına bakarsak, bizim aklı evvel dinci yazarlarımızın savının aksine hilafet varolduğu dönemlerde hiç de İslam dünyası tarafından takılan bir kavram değildi. Öyle olsaydı Arap dünyası farklı davranırdı. Lawrence biel daha hilafeydi. Bu kavramın hortlatılması ancak, Amerika’nın kendine bağlı bir hilafet oluşturmak istemesi ile açıklanabilir. Yani, bana karşı olmasın , benden yana… pardon Global Dünya’dan yana bir halife olsun diye. Bunun 2020’ye kadar gerçekleşmesi de çok büyük olasılık. Bu “modern” Türkiye’den mi çıkar acaba? Aç tavuk kendini buğday ambarında zanneder diye bir söz vardır.

 

Korku Çemberi : Tabii Amerika her türlü hareketi haklı göstermek için, terörü olduğundan daha fazla abartamak zorunda. Bu da terör ile ilgili senaryoları arttırmakta. Çok da ciddiye alınması gerekmiyor sanırım.

Kısaca önümzideki 15 yıl içinde Dünya’yı yönlendirilmesi düşünülen Amerika’nın resmi ağızları böyle diyor.

 

Burada tabii Türkiye’nin adı çok geçmese de bu senaryoların odağında olduğu kesin.

 

Aa pardon unutmadan geçtiğimiz ay The Wall Street Journal’da çıkan bir yazının bir cümlesini de anımasatalım.

 

“Perhaps the most bizarre anti-American story au courant in the
Turkish capital is the “eighth planet” theory, which holds not only
that the U.S. knows of an impending asteroid strike, but that we know
it’s going to hit North America. Hence our desire to colonize the
Middle East.

It all sounds loony, I know. But such stories are told in all seriousness at the most powerful dinner tables in Ankara. The common  thread is that almost everything the U.S. is doing in the world—even tsunami relief–has malevolent motivations, usually with the implication that we’re acting as muscle for the Jews.”

 

“Türkiye başkentinde bu günlerde geçerli olan, belki de en garip Amerika karşıtı hikaye, `sekiz gezegen’ teorisidir. Buna göre, ABD olası bir gök taşı ile çarpışmadan haberdar olmanın da ötesinde, bunun kuzey Amerika’yı vuracağını da bilmektedir. Bunun için Orta Doğu’yu kolonize etmek arzusundadır.

 

Bütün bunların aptalca geldiğini biliyorum. Ortak kanı, ABD’nin dünyada yaptığı hemen herşey – tsunami yardım da dahil – kötü niyetlidir, ve genelde bizlerin, Musevilerin bir gücü olarak hareket ettiğimiz anlamındadır.”

 

Burada olağanüsütü bir komedi var. Sanki bu teorilerin kaynağı Türkiye’ymiş gibi, Amerikan halkına sunuluyor. Bir de aptalca deniyor . Oysa bu konu Amerika’da çok tartışılan bir konu, burada satıraarısnda bu konu Türkiye’nin de gündemine geldi demek istiyor sanırım. “Yahu durun bir dakika , o beğenmediğiniz Türkler de bunu anladı” demek ister gibi. Yahudiler konusunda da olduğu gibi.

 

Evet, geçen ayki gelişmelerin üzerinde geçtikten sonra olayı biraz toparlayalım.

 

2020 yılına kadar Amerika bu politikasını sürdürme ve kendine verilen misyonu (!) gerçekleştirme çabasında olacak bunu anladık.

 

Amerika’nın anladığı bir şey de, buna oldukça tepki geleceği. Bu yüzden terör korkusunu canlı tutmak zorunda. Bu da önümüzdeki yıllarda terör vakalarıyla çok daha fazla karşılaşacağımızı gösteriyor.

 

Amerikan çıkarlarına aykırı bir başka olay da, yükselen Müslüman nüfuz. Bu nüfusun önemli bir bölümünün de Avrupa ve Amerika’ya dağıldığı düşünülürse olayın daha dikkat çekici olduğu ortaya çıkıyor. Bu demektir ki, Hilafet senaryoları gündemde olacak.

 

Öte yandan Amerika’nın bu önümüzdeki 15 yıl içinde varolup olmayacağı da ayrı bir merak konusu.

 

Eğer Amerika ekseninden uzaklaşırsak, Uzak Doğu’da farklı bir dünyanın kurulmakta olduğunu görebiliriz. Buradan yükselen güç de Dünya’nın çehresini değiştirecek. Bu aynı zamanda Orta Doğu’daki ticari dengeleri de değiştirecek. Avrupa’nın dışına kaçan bu ekonomik merkez aslında Euro karşıtı Amerikan politikası için de bir önem sağlamakta. Amerika’nın buraları karıştırması, sonra da özgürlük(!) getirmesi olası. Rusya’nın olası müdahalesi de ekonomik silahlarla engellenebileceğine göre ilginç gelişmeler kapıda.

 

Gelelim Orta Doğu’ya. İsrail ve Filistin sorunu başlarda olacak büyük olasılıkla

 

İsrail’in durumu biraz karışık. Çok dinci İsrail’liler, bu devletin bir komünist olarak kabul edilen  Ben Guşiron tarafından kurulmasından hoşnut değiller ve yeniden kurulmasını ve bunun için de kan akmasını düşünüyorlar. Bu grupların radikal İslamcı gruplarla da iletişim içinde olduğunu düşünüyorum. Bu orayı daha da karıştıracak.

 

Arap ülkeleri zaten Amerika’nın uydusu, hilafete de sıcak bakalar. Onların dünyayı şekillendirecek bir gücü olduğuna inanmıyorum.

 

Gelelim asıl konumuza Türkiye’ye. Türkiye Kemalist yapı ile kazandığı kozları birer birer teslim etmekle meşgul. Kemalist yapıyı büyük hızla yok etmeye çalışan hükümet yerine sağlam bir alternatif getiremedikçe bu planlarda sadece oyuncu olmaya hazırlanıyor. Medya da uyutmaya devam ettikçe bu daha da dramatikleşiyor.

 

Yıllar önce ölümüden önce Turgut Özal ile yaptığımız bir görüşmede , Türkiye’nin bölünmesi fikrini ilk onun ağzından duymuştum. Bu planın her daim yürürlükte olduğunu büyük üzüntüyle başka kaynaklardan da doğrulama olanağım oldu. Bu bölünmeyi önleyecek en önemli gücün de yolsuzluklarla uğraşması başka talihsizlik. Ancak daha önceki yazılarda da belirttiğim gibi, Türkiye aslında daha ilginç “okkült” komploların da odak noktası. Bu tarih boyunca da böyle olmuş. Yukarıdaki gazete haberinin de kaleme  alınması çok rastlantı olmasa gerek.

 

2020’deki Türkiye’yi hayal etmek çok güç. Herhalde Dünya’daki gelişmelerden en çok etkilenecek ülke Türkiye olacak ve geleceği için yapılan her türlü plan her türlü gelişmeyle etkilenecek.

 

Bu planları değiştirecek bir tek Marduk  kaldı. Bu bana hep eski tiyatroları anımsatıyor. Oyun çok karışınca “Deus ex-Machina” adı altında gökten (iple tabii) tanrı ine ve müdahale eder. Bu konuyu Sevgili Burak’a bırakalım, Bakalım yeni kitabında neler diyecek?

 

Ancak bir tek önemli husus, bu tür beklentiler anında, bu beklentilerin gerçekleşeceği zamana yaklaştıkça insanların her şeyi kabul eder olması. Bir başka deyişle, nasıl olsa değişecek düşüncesi ile oynana oyunlara fazla ses çıkartmaması. Bunun pişmanlığı da 2013’de yaşanmaz umarım.

 

Küresel ısınma , kirlilik ya da kaynakların tükenmesi en önemli sorunlardan biri.

 

Kyoto protokolü buna çözüm olabilir mi? Tartışılır. Kendi içinde yaşadığım bir örnek vereyim. Avrupa’da çimento fabrikaları yavaş yavaş üretimini durdurmaya başlıyor ve genel trend ,  çimentonun fırınından çıkan hammaddesi olan klinker alıp, kurulacak bir değirmende öğütmek üzere; çünkü asıl kirliliği yaratan fırınlama. Avrupa klinker alıp sadece öğüterek bu protokolden etkilenmiş gözüküyor. Ancak, kişi başına düşen çimento miktarı azalmayacağına göre , klinker üretimi ve kirlilik yaratılması bu anlaşmaya taraf olmayan ülkelere kayıyor. Örneğin Avrupa’nın klinker alımı Msır ve Türkiye’ye kaydı. (Türkiye’de hem fiyatlar yükseldi, hem de fabrikalar kapasite arttırımına girdi). Sonuçta global olarak kirlilikte bir azalma olmuyor. Sadece bir yerlere kayıyor. Daha temiz kaynaklara ve teknolojilere yönelmedikçe de bu böyle olacak.

 

Olsun, sonradan uzaylılar ya da rehberler kurtarır sorun değil.

Erhan Altunay