Evet, derKi’nin Eylül sayısında; her türlü tepkiyi göze alarak ve itici konuma girmeyi kabullenip ‘sigara’ hakkında yazmaya karar verdim… Ancak tam da yazıyı hazırlamam gereken şu günlerde annemin ikinci kez anjio olması koşuşturmaları araya girdi. Tabii ki nadiren hiç sigara kullanmamış insanlarda kardiolojik problemler yaşamaktalar. Bazısı doğuştan gelen sorunlar sebebiyle bazıları ise olumsuz çevre koşulları pasif içicilik vb. durumlardan kaynaklanmakta hiç kuşkusuz. Ama anneminki hemen hemen bırakalı neredeyse 20 yıl olmasına rağmen, öncesinde 30 yıl boyunca sigara içmiş olmasından dolayı…

 

Sigara alışkanlığını edinenler ve devam ettirenler şunu bilmek durumundalar ki ‘sigara’ içinde bulunan 4000’i aşkın kimyevi maddeden bazıları metanol (füze yakıtı), tolüen (Tiner), radon (radyasyon), bütan (tüp gaz), aseton (oje sökücü), amonyak (tuvalet temizleyici), DDT (böcek öldürücü), polonyum-210 (radyo aktif/kanserojen), arsenik (fare zehiri), karbon monoksit (egzoz gazı) bu liste böyle devam edip gidiyor.

 

Şimdi yoğun sigara içilen bir ortama girdiğinizde neden oradaki havanın solunası bir şey olmaktan çıktığını ve bütün bu zehirli gazların meydana getirdiği karışımdan dolayı ortamın iğrenç bir kokuyla kaplandığını anlamak daha kolaydır sanırım. Bütün bu iğrençlikleri allayıp pullayıp insanlara satabilmek için yok ‘light’ mış yok ‘menthol’lüymüş veyahut ‘karanfil esanslı’ymış gibi değişik lezzetler katmaya çalışarak veya son derece şık ambalajlara sararak sigara üreticisi firmaların bu zehiri insanlara yutturma çabaları kabul edilesi bir şey değil.

 

2000 yılının Kasım ayında yayınlanan, değerli sanatçı Macide Tanır’ın anılarını yazdığı “Tiyatronun Cadısı” kitabını derhal almış ve bir solukta okumuştum. Şimdi bunun sigarayla ne alâkası var demeyin var şöyle ki; kitabın 257. sayfasında Macide Tanır Hanımefendi satırlarında şöyle diyor: “Şimdi bu günler sigarayı bırakma günleri… Ben de çok uzun yıllar sigara içtim. Sigarasız çalışılamaz, düşünülemez, oyun oynanamaz, sohbet edilemez, rakı içilemez, seyahate çıkılamaz, karar alınamaz vs. gibi geliyordu bana. Şimdiki gibi telefon elde dolaşılmıyordu. Telefon çalınca, ‘Buyrun efendim’ den sonra konuşmayı sürdürmek için uzanarak mutlaka bir sigara bulmak gerekirdi. Bir gün gazetede şöyle bir yazı okudum. (Tabii elimde sigarayla okuyorum, sigarasız okunmaz ki. Hatta o dönemlerde ufaktan ufağa sigaranın kansere neden olduğu yazılarını da sigarayla okuyorum. Ama dikkat isterim, birincisi okuma zevki ile yakıldı, ikincisi kahırdan içiliyor. Yani bu denli tiryakiyim.) ‘Amerikan hükümeti kendi ulusunu sigaranın zararlarından koruma kararı aldı ve bunu her yerde şiddetle yerine getiriyor. Doğal sonucu olarak Amerika’da satışlar çok düştü. Sigara imal eden dev firmaların kapanma tehlikesini önlemek amacı ile dünya çapında bir araştırma yapılmış, sigarayı çok tüketen ikinci sınıf ülkelerin pazarları araştırılmış. Türkiye liste başı.’ “Bu haber canımı acıttı.” Atatürk’ü düşündüm. “O da içiyordu” diyeceksiniz. Onun şartları çok ağırdı. Bugün yaşasaydı benim gibi düşünürdü. “Ben ikinci sınıf bir vatandaş değilim” dedim, elimdeki sigarayı sonuna kadar içmedim bile. Ciklet de çiğnemedim, çekirdek de yemedim. Kaç yıl geçtiğini hesaplamadım. Beyin ile bırakıldığını anladım.”

 

Ben her hayatın lisan-ı münasiple yazıldığı takdirde bir sürü örnek ve ibretle dolu olduğunu düşünenlerdenim. Keyifle okuduğum bu kitaptada bilhassa bu sigarayı bırakma bölümü beni derinden etkiledi. Şimdi bir çok ‘Sanatçı!’ sigara ve alkol üreticisi firmalarla anlaşarak filmlerinde, kliplerinde, konserlerinde ve afişlerinde o ürünlerle görüntü veriyor ve hayran kitlesini özendiriyor. Hatta bazı sivri akıllılar, sanki alkol uyuşturucu ve benzeri maddeler kullanılmadan insanlar yaratıcı olamazlarmış gibi bu maddeleri kullanmayı özendirici bir tavır içindeler… Bu günlerde bu tip anlaşmalar içine girdiği bariz olan bir ‘Sanatçı!’ “sahne benim, orada ne istersem yaparım!” deme saygısızlığı ve cür’etini bile gösterdi.
 

Bende birçok kişi gibi çocukluğumu sigara içen aile büyüklerimi gözlemleyerek geçirdim. O dönemden zihnimde kalan en çarpıcı kareler babaannemin ve dedemin zaman zaman ağızlıklarındaki ziftleri temizleme işlemleridir. Her ikisi de Ermeni ustalar tarafından yapılmış harika gümüş tabakalar ve gümüş işlemeli kehribar çok şık ağızlıklar kullanarak tütün içmelerine rağmen; belirli bir müddet sonra temizlenmezse ağızlıktan akma raddesine gelen ziftleri ve insanın burnunun direğini kıran kesif kokusu ve parmak aralarını ve dişleri sarartan etkisiyle sigara ile ilgili izlenimlerim tek kelimeyle iğrençti!.

 

Çocukluktan genç kızlığa geçiş döneminde ise annesinden babasından gizli içen bazı arkadaşlarım eğer anide yanlarına çekindikleri birisi gelirse hemen kül tablasını benim önüme iterlerdi. Çok komiktir bazen bu şekilde önümde dört beş sigara durduğu olurdu. Bazen de öyle ısrar ederlerdi ki “içsene bir tane sende, hadi n’olur!” falan diye (içki ve sigara tüketimi için ısrar etmekte ancak bizim toplumumuza özgü bir durumdur) metozori bir iki denemem oldu. Ancak öyle rafine bir damak zevkine sahibim ki hemen “Siz bunu nasıl içiyorsunuz? İnsanın ağzında bakır kap yalamış gibi bir tat bırakıyor, hay sizin aklınıza turp suyu sıkayım!” deyiverdim…

 

 

Hayatın bir yerinde bir vesileyle sigaraya başlayanlar hep ya arkadaş ortamı ya da aileden bu alışkanlığı edindiklerini ifade ederler. İyi de etrafımızda her gördüğümüz şeyi sorgulamaksızın alıp hayatımıza uygulamak da neyin nesi? Eğer benim gibi protest bir yapınız varsa ya da illâki ben her şeyi kendimce sorgularım ve aklıma yatarsa uygularım diyenlerdenseniz o zaman iş değişiyor.

 

Hele iş hayatında; sigarayı sigarayla yakarak içen, uç uça ekleyen bir yığın kişiyle çalıştım. Şimdi bilimsel toplantılara katıldıkça ve orada ‘kapalı bir ortamda pasif içicinin 1 saatte 4 sigara içmiş gibi zarar gördüğünü’ öğrendiğimde neden akşam işten eve gelince çok sevdiğim anneannemi öpmek istediğimde bana “aman kızım leş gibi sigara kokuyorsun!” deyip beni ittiğini ve de kendim bizzat içici olmadan da nasıl zarar görebildiğimi anlıyorum.

 

Ben hiçbir konuda hani “tavşan b.ku gibi kokmaz bulaşmaz!” derler ya işte asla öyle olamayanlardanım. Tam tersi her konuda son derece net tavır sergilemekten yanayım. Dolayısıyla geçtiğimiz yıllarda ‘sigara’ karşıtı tavrımı da netleştirmek adına gidip Sigarayla Savaşanlar Derneği’ne üye oldum. Hatta icra komitesine kadar girdim. Bu sayede bir yığın bilimsel toplantıya katılma ve bu konudaki fikirlerimi pekiştirme ve şekillendirme fırsatım oldu. Öğrendiklerim karşısında –ki asla sonu yok bilgi edinmenin- donup kaldım.

 

 Bir kere şu anda Türkiye’de sigaraya başlama yaşının 11 olduğunu ve hatta sigara üreten firmaların yetkililerinin bunu yeterli görmeyip başlama yaşının daha aşağılara çekilmesi yönünde talimat verdiklerini!

 Yapılan araştırma sonucu ortaya çıkan tespitlerde, öğrenci bütçesinin paketle almaya pek elverişli olmaması ve de idare yakalandığında bütün paketi alıp imha edeceğinden; okulların civarında bulunan bakkal ve marketlerin tek tek sigara sattıklarını!

 Yakılan her sigaranın insan ömründen 11 dakika aldığını ve çekilen her nefesin beyinde 50.000 hücre öldürdüğünü!

Açık havada dahi eğer yoğun sigara içilen bir ortam söz konusuysa ‘%30 oranında Pasif İçicilik’ söz konusu olduğunu!

 Yalnızca Türkiye’de her yıl 100.000 kişinin erken yaşta ‘sigara’ ya bağlı hastalıklar sebebiyle öldüğünü ve bu rakkamın içindeki 10.000 kişinin ‘pasif içicilik’ ten, bu 10.000’nin içindeki 4.500 kişinin iş arkadaşları, 4.000’i eşleri tarafından zehirlenmekten ve de en önemlisi 1.500 bebeğin anne-babaları tarafından 1 yaşına gelmeden pasif içicilikten kaybedildiğini!

 Ülkemizde ‘sigara’ için sarf edilen paranın Sağlık Bakanlığı bütçesinin 4 katı olduğunu!

 

Daha yakınlarda kaybettiğimiz Türk Mizahının büyük ustası Oğuz Aral’ın; 17 yaşından beri günde 3 paket sigara içtiği ve doktorların beyinde ufalma olduğu yönündeki tespitlerini gazetede okuyunca içim cızzz etti. Her ölüm erkendir sözüne katılanlardanım ancak hatırlarsanız son derece yakışıklı ve gür sesli bir sanatçı vardı Tanju Okan ve “Benim en iyi dostum içkim sigaram” diye birde şarkısı vardı. O’nu da ‘en iyi dostum diye nitelendirdiği’ aşırı sigara ve alkol yüzünden genç yaşta hem de bacağı falan kesilerek kaybetmiştik. Ne acıdır bunlar hepimizin gözü önünde yaşanıyor ama çoğumuz balık hafızasına sahip olduğumuzdan unutulup gidiyor…

 

SSD’nin okullarda verdiği konferanslarda ve panellerde bulundum ve çok çarpıcı bir tespitimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Bütün konuşmacıları dinledikten sonra öğrenciler söz alıp “Madem ‘sigara’ bu kadar kötü neden okula geliyoruz öğretmenler, hastaneye gidiyoruz doktorlar, taksiye biniyoruz şoförler, televizyonu açıyoruz devlet büyükleri sigara içmekteler?” diye sorunca; hatta bir tanesi “Atatürk’te içiyordu!” deyince, -ben ölsem dahi laf altında kalmam- hemen atlayıp “O’na Türkiye’nin daha çoook ihtiyacı vardı keşke içki ve sigara kullanmasaydı da O’nu bu kadar erken kaybetmeseydik! Daha hayata geçireceği birçok ilke ve inkılapları vardı!” deyiverdim. Ayrıca “Atatürk’ün yaşadığı dönemde tıp bu kadar ilerlememiş ve sigara içinde bulunan zararlı maddeler bu derece detaylı tespit edilmemişti ve de %100 kanserojen olduğu bilinmemekteydi!” diye ilâve ettim.

 

Çok şükür ki 4207 Sayılı Yasa yürürlüğe girdi ve bugün ülkemizde toplu ulaşım araçlarında ‘sigara’ içilmesi yasaklandı. Bu yasa yalnızca ulaşım araçlarında değil ‘Umuma ait kapalı mekânlarda da geçerli!’ ama ne yazık ki kısmen uygulanıyor.

 

Amerika gibi ‘çakal’ bir ülke düşünün; normalde hak etmeyene 1 cent bile vermez ancak ‘sigara’ için açılan tazminat davalarında milyonlarca dolarları takır takır ödüyor. Elimde bir gazete kupürü var “Light sigara aldatmacasına 150 milyon dolar tazminat!” diye. ABD’nin en büyük sigara firması Philip Morris kanserden ölen bir tiryakinin eşine 150 milyon dolardan fazla tazminat ödemeye mahkum edilmiş. Çünkü mahkeme, “light” sigaraların sağlığa daha az zararlı olduğu görüşünü yanlış ve yanıltıcı bulmuş…

 

Ben kendi adıma gerçek bir çevreci olarak –TEMA Vakfı Başkanı Sayın Hayrettin Karaca’nın ‘üzerinize vazife olmayan işlere karışın’ sözlerinde ifade ettiği gibi- sigarayla mücadelemi hayatımın sonuna kadar sürdüreceğim. Ve inanıyorum ki bütün ‘kötü alışkanlıklar’ ın kökeninde sevgisizlik var! Kişi kendini sevse ve değer verse iyi şeylere lâyık görecek ve nakdini ve vaktini böyle şeylere sarf etmeyecek.

 

Lütfen kendinizi ve çevrenizi zehirlemeyin!. Lütfen sigara içmeyi mazur gösterecek beyanlarda bulunmayın!. Ve lütfen YANLIŞları her ne sebeple olursa olsun savunmayın!. Çünkü yanlışları savunarak ASLA doğrulara ulaşamayız…

Şiyma Aksekili