Bu yazıya böyle başlamayı uygun buldum, daha doğrusu başlangıç cümlesi beni buldu! Sabahın saat ikisinde, ani bir isyanla kafamda belirdi ve düşüncelerin bombardımanına tutuldum.
BEN BİR ANNEYİM!!! cümlesi koca koca, siyah puntolarla, tavanda bir yerlerde yanıp sönmeye başladı. Kalkıp, hemen yazmaya koyulmalıydım fakat bilgisayarın yatak odamızda olması yüzünden her şeyi bir sonraki sabaha, yani bugüne erteledim.
Demek ki, bir insana ilham perisinin gelmesi böyle bir duygu, içiniz içinize sığmamakla beraber, düşünceler deliler gibi peşi sıra beyninize üşüşüyor ve “kışt!” diyorsunuz olmuyor, gözünüzü kapatıyorsunuz, eşinizin düzenli soluklarını dinliyorsunuz, ardından koyunları sayıyorsunuz ama o sırada, kafanızdaki siz, bir açıkoturumda tek el havada, avaz avaz kadınların haklarını savunuyor ya da doğru olduğunu düşündüğünüz maddeler birbiri ardına gelip sıralanıyor. Bu şartlar altında nasıl uyunur ki ?! Neyse…Uyumuşum…
ERTESİ GÜN…
Yine de düşündüklerimi hatırlamam lazım şimdi, unutmadan. Konumuzla ilgili olan parlak düşüncem ise anlık beliriveren bir şema mesela…
Aile bir şirket, yani İŞLETMENİZ. Anne ve baba GİRDİLER, İŞLETMENİN FAALİYET KONUSU; Çocukların eğitimi, gelişimi ve ailenin sağlıklı, mutlu bir şekilde yönetilmesi, ÜRETİM; Çocuk (-lar) ( Tabi ki, yan üretimler de var; Yemek yapmak, temizlik, ütü v.s…)
Belki de bunu, uzun süredir toplumda yerleşmiş ve klasikleşmiş olan EV HANIMI tarifini kırabilmek için yaptım, bilemiyorum ama bu konuya ayrıca parmak basmak istediğimde bir şekilde, kafama üşüşen düşüncelerin odağından belli. İçime yer etmiş bir kere, açıklamalarımı da o doğrultuda daha bilimsel kriterlere oturtmam gerekmekte!
Yapılan üretimi de, eğer MAL ve HİZMET olarak grupluyor isek, o zaman her iki yönde de üretim hepimizin ailesinde söz konusu diyebiliriz, öyle değil mi? Gerçi, insana yapılan tüm yatırımlar ( okul, hastane v.s… yemek sektörü ) hizmete girer fakat burada tartıştığımız, zaten üretilen malın hangi gruba girdiği değil, bir üretim yapılıp yapılmadığıdır.
Şüphesiz ki, bu sorunun yanıtı, dışarıda sektörel yönde çalışan her bir başlığın, kendi başına eleman istihdam etmesi, üretim yapıp, para kazanabilmesidir. Ders kitabını anımsatan ifadeler bir kenara bırakılacak olursa, ( çok sevimli!!) evlenme akdi yapıldığı andan itibaren işletmemizi (evimizi ve ailemizi) kutlamalarla açmışız demektir. Hayırlı olsun vatana millete! Hakikaten öyle ama! Yaptığımız her faaliyet biz zavallı!! EV HANIMI toplumsal statüsündeki kadınlar için dolaylı yoldan devlete de yapılan bir üretimdir! (Bu kadar da iddialıyım gördüğünüz gibi )
Örnek mi istiyorsunuz? Hemen! Mutsuz, ailede hiçbir ilgi görememiş, okulda başarısız ve sonuçta da işsiz olan birini ele alalım. Suça teşvik edilmesi daha kolay, işsiz olduğu ve tükettiği için üretime katkısı yok, dolayısı ile aile geçindirmesi, birey olması daha zor, sinirlerine hakimiyeti, öldürmesi, öldürülmesi daha olası v.s… Bu da gösteriyor ki, bir annenin doğrularıyla topluma kazandırdığı ya da yanlışlarıyla toplumdan zincirleme olarak çalabildiği bir sürü değeri var. (Ev hanımı, üretimi olmayan bir birey olarak algılanmamalı, yani sevgili okuyucum, kendi yazdıklarımla beni arkamdan vurma! )
Tabi ki, babalar da öyle fakat burada EV HANIMI / KADINI sıfatı yalnızca kadınlar için kullanıldığı ve hayatta EV BEYİ / ERKEGI diye bir şık olmadığı için belki bu isyankarlık (ev erkeği dendiğinde bile öyle bir ihtimal gözetilmemiş. Evine bağlı, eli işte, gözü oynaşta olmayan, efendi adamlar kastediliyor!!! ). Ayrıca, annelerin çocuklarıyla daha fazla geçirecek zamanları vardır ki, bu genel de ölümüne çalışan bir kadın için bile geçerlidir. Gecenin kör karanlığında kaç sefer siz ya da kocanız yataktan kalkmakta?! Bu böyle! Ne kadar kaçmaya ve erkekleşmeye de çalışsak, bu ufaklıklar bir dönem anneye yapışıyor ve tek yapacağımız, belki de bu işi bir kurallar zincirine oturtarak, en az yarayla atlatmak.
Evet, kalınan yer neresiydi? Kutlamalarla evlendiniz ve işletmeniz resmi bir şekilde faaliyete geçti demiştik. O sırada, hammaddenin yerine geçen iki girdi, karı ve koca olarak evin finansmanını sağlarsınız. İkiniz de işinizden yorgun argın eve gelir, (Muhtemelen, siz anne adayı önce, kocanız sonra ) ve yemek telaşına girersiniz. Şimdi, yine düşünmenizi istiyorum, o sırada evdeki halının kirini, mobilyaların tozunu, camların pisliğini kim fark eder? Bunun yanıtını da size bırakarak ilerliyorum.Biraz TV ve derken yatma vakti, koltuğun üzerinde uyuklayarak son bulur gün. İşte günlük, heyecanlı, deli rutin!
Bu arada, işten sürekli şikayet edilir. Yol uzundur, vesaiti çok azdır, çalışma saatleri fazladır, önünüz açık değildir, bir türlü üst kademelere çıkamazsınız v.s….Sıkıntı… Bir değişiklik… Ne olsun? Bitki alalım, hadi, ev biraz yeşillensin. Tamam. Birkaç yere saksılar ve bitkiler. Zaman…Sıkıntı… Ne yapalım? Bu evde bir ses lazım, hareket olsun ama öyle de zorlamasın, kasmasın bizi, işte biraz şenlendirsin…Ne?! Hadiii, bir muhabbet kuşu! Şenlenilir. Zaman…Sıkıntı…Tamammmm! Artık yavaş yavaş hormonlar da devreye giriyor. Eee! Ne de olsa işletmemiz aynı zamanda organik bir yer. Şenlendirilmenin ve yeşillendirmenin konusu, hafiften tüylü ve mıncıklanası bir yaratığa doğru kayınca, bebekten bir önceki aşamaya gelindi demektir!
Görüldüğü üzere ne yapıyoruz? İşletmemizi (evimizi ve yaşadığımız ortamı ) güzelleştirmeye çalışıyoruz. Her işletmecinin yaptığı gibi. Siz, hiç satışı iyi olmayan bir işletme gördünüz mü ya da yıkık dökük bir show room? Bunun gibi bir şey işte!
Bir anda, artan sorumluluklar ve dekorasyon değişimleri işletme sahiplerini şaşırtır. Geride bakım bekleyip, boyun büken kendi yeriniz oluşmaya başlamış. Oysa, siz para kazanmak ZORUNLULUĞU ile bambaşka insanların, bambaşka amaçlarına hizmet verip, ayakta kalmaya çalışıyor, aynı zamanda içgüdüsel bir dürtüyle kendi ailenizi ve yuvanızı da var gücünüzle daim kılmaya uğraşıyorsunuzdur. Buraya kadar peki, fakat her nedense buna çabalarken, çevreden karman çorman bir bilgi akışı başlar. Kafalar ve yürekler karışıktır. Hamile de kalınmış bir kere! Ortada okunmuş okullar, alınmış diplomalar, sürekli; ” Çalışacaksııın… çalışacaksııın.” diye bir arka fon sesi. Üstelik,akıllarda var olan eğreti, gurur kırıcı ve burun kıvrılan bir ev hanımı tasviri!
Bu sıfata başlıklarla bir göz atalım isterseniz;
EV HANIMI!!!
* Okumayan,
* Düşünmeyen,
* Robotlaşmış,
* Aşırı derecede titizliğe kapılmış,
* Sinir ve mutsuz hayatından dolayı çocuğunu (-larını) hırpalayan,
* Koca hakimiyetinde,
* Korkak,
* Adımını atarken bile erkeğe danışan, hiçbir şekilde kendi alanı olmayan,
* Kuşatılmış,
* “Hayır” demeyi bilmeyen,
* Bakımsız, kendine özen göstermeyen ( Nadiren, tam tersi şekilde kuaförden, manikür pedikürden başka uğraşısı olmayan.)
* Otokontrolsüz,
* Organizasyonsuz,
bir mahlukat! Çocuk yapılır (bu, genelde toplum baskısıyla gerçekleşir) sonra, heves geçer ve paçavra gibi bir kenara atılır.
Şimdi, eğer çalışmayan ve çocuğuna bakma özgürlüğünü kullanan bir kadınsanız, lütfen kendinizi bir tanımlayın. Tüm bu seçeneklerden hangisi size uymaktadır? Hiçbiri! Okumuşsunuzdur, boşu boşuna mı almışsınızdır bu diplomayı siz?
YANIT VERIYORUUUMMM! Evet, bana bu diploma, dünyada kendimden daha önemli kimse olmadığını, hayatta herkesten kazık yiyebileceğimi, gözümü sürekli açık tutmam gerektiğini, “Daha fazla palto, daha fazla çizme”nin yaşam sloganım olduğunu öğretti. Merci boku!!
Bir kere, alınan ve yana konulan hiçbir artı size bir zarar vermez. Tersine, özgüvenli ve eğitimli bir anne olmanızı sağlar. Beraberinde, yaratıcılık ve kendiyle barışıklık duygusu getirir. Daha ruhsal olmanıza ortam hazırlar çünkü artık düşünecek, kendinize ayıracak daha fazla zamanınız vardır. Bir cumartesi veya pazar çocuğunuzdan bakıcınız veya babası yoluyla kaytarabilirsiniz. Çalışırken öyle midir? Hafta arası, zaten göremediğiniz aileniz hafta sonuna birikir ve kendinizi yedi gün, yirmi dört saat işbaşında hissedersiniz. Bir de, nedense (neden olacak sorumluluğun fazlalığından dolayı işlerine geldiği için!) erkekler de, bu işin Allah tarafından kadınlara bahşedilmiş bir duygu olduğu saplantısı vardır. Dikkat edin, onların, muhakkak kendilerini atacakları bilgisayarlı bir odaları, çıkıp buluşacakları, zaman zaman içecekleri arkadaşları, sessiz bir şekilde okuyacakları gazetelerinin spor sayfaları ya da seyredip de odaklanacakları bir maçları bulunur. Peki, ya sizin neyiniz kaldı geri çalışan bayan? İşiniz sürekli toplantılarla, seyahatlerle mi donanmış? Eh, iyi de para geliyor, her şey çocuğunuzun (-larınızın) geleceği için değil mi?! Çocuğunuzun BUGÜNÜ nereye gitti acaba, hiç düşündünüz mü?
Avrupa ülkelerinde annenin yoğun çalışıp da, babanın ev işlerini üstlenmesi bizlerdeki kadar yol ortasından dinozor geçmiş etkisi yaratmıyor. Böyle bir alternatif de var tabi, aile efrat adamı boğmaz ise…
Size bir şey söyleyeyim mi, aynı parayı bir şekilde o insanlara verin ve her ay da garantileyin, bakın bakalım kaç koca, EV BEYİ unvanının üstüne atlamakta? Keşke, hayat hepimiz için daha kolay olsaydı ya da insanlar, yaşanan hayatın başka koşullarda daha farklı alternatiflerinin olacağını da fark edebilselerdi…
Bir de bırakın erkeklerin kadınların üstünde yarattığı baskıyı, kadınların da hemcinsleri üstünde yarattığı baskı inanılmaz şu aralar, ona da değinmeden geçemeyeceğim. Eskiden, olayın doğası gibi görülen ve pek de üzerinde yorum yapılmadan kabul edilen durumlar artık değişime uğramakta ve hepimiz ne olduğumuzu şaşırmış vaziyetteyiz. Yıllar yılı, ev kadınları kocalarının saldırılarına, hor görmelerine katlanmıyorlarmış gibi, şimdi bir de hemcinslerinin; “Evde oturan kadın prototipi, ıyyy rezalettt!” iyle muhatap olmak zorunda bırakılıyorlar. Bence, cinsiyetleri de bir kenara bırakırsak, insanın insan üstündeki bu kategorize etme hastalığı artık son bulmalı!
Toplumda ki her türlü statüyü göğe de çıkartırsınız, yerin dibine de sokarsınız. Burada önemli olan, herkesin kendi koşulları içinde dürüst davranması. Yalnızca hoşuna gitmiyor, çalışmak zorunda veya hayatındaki tek varlığı olarak işini kabul ediyor diye, geride kalan kadınların ayaklar altına alınmaması. Bir insanın evinde işini yaparken, kitabını okurken, çocuğunu kim ve ne olduğu birine teslim etmeme özgürlüğüne kim karışabilir yahu?!
Bu konuyla ilgili olarak da örnek vermek istedim şimdi;
Bankaya gidilir ve kredi kartı istenir. Ortak bir de hesap vardır üstelik. “Mesleğiniz?” “Ev hanımı.” (Kocamın sağ kolu, kızımın annesi, evimin temizlikçisi ve hizmetçisi, aşçısı, organizatörü v.b..Bu böyle uzar gider) “Hımmm!”(Iyyy! boş boş ne yapar evde bu kadın, ne sıkıcı!) “Kredi kartını işyeri bilgilerine bağlı olarak yalnızca kocanızın adına düzenleyebiliyoruz ama size bir ek kart çıkartabiliriz!”
İngiltere’ye gittiğimizde ise, yabancılar ile kendi ülke vatandaşları ikiye ayrılır. Kocam ve kızım bana uzaktan bakarlar, ben de asılmaya giden koyun psikolojisi ile ilerleyen sıranın bir parçası olurum. Görevlilerden biri doldurulacak bir formda yardımcı olur, mesleğiniz sorusuna “house wife” yazarım ve adam şöyle bir sırıtarak, yapılacak daha ilginç işlerin de varolduğunu belirtir. “He he he! çok iyi bir espri beyefendi, sizi tebrik mi etsem, yoksa ben de yarattığınız bu ikinci sınıf vatandaş psikolojisinin yanına bir de bu cümleyi eklemenize mi ifrit olsam?!” Bu iç sesim tabi ki, ben de nazikçe tebessüm ederim ve geçerim.
Peki, gazetede yayınlanan bir araştırmaya dikkat ettiniz mi? Amerika’nın sayılı üniversitelerinden mezun %60 ila %70 arası kadın avukatların, son otuz yılda yönetim departmanlarından belli bir pastayı kapmaları beklenir, hatta planlanırken, seçim, evinde oturup, çocuk büyütmek yönünde kullanılmış!!!! Bu bayağı ilginç bir gelişme. Yani, bu sayılı okullardan mezun avukat bayanlar o kadar mankafalarmış! ki bir yerde, EV KADINI statüsü onlara daha cazip gelmiş!!! ( Bak sen şu işe?!)
Kendi eğitim kuruluşunun yöneticisi ve eğitmeni statüsündeki bir dost, evine geldiğinde direkt kulaklarını kapatarak, odasına kaçan ve çocuğunu okulda unutan annelerden bahsetmişti bana… Durum vahim, değil mi arkadaşlar?!
Tüm bu yazılanlardan ortaya çıkan sonuç nedir? Kadınlar çalışmamalı mı? Kadınlar yoksa çalışmalı mı? Ev hanımı olmak neden bu kadar acayip bir sıfat?
Bence, günümüzde kadınların üstündeki yük, eğer işi geç saatlere kadar sürüyorsa, toplantılarla ve seyahatlerle pekişmişse, bebekle beraber içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Tabi ki, kadınlar da erkekler de kendi isteklerini yerine getirmek, hayatlarını sürdürmek amacı ile çalışmak zorundadırlar. Kefenin bir tarafında zorunluluk vardır, diğer tarafında ise sonsuza kadar süren bir hırs. Hayatı devam ettirmek için gereken zorunluluk ise -ki genelde aslında durum budur-, şöyle deyin en azından; “”Keşke ben de aynı durumda, evde çocuğuma ve evime odaklanabilme şansına sahip olsaydım.” Bir de, tabi ki ne evi, ne çocuğu önemsemeyenler var ki, onların zaten bu konumda çocuk sahibi olmaları beni çileden çıkartıyor!! Resmen böyle hissediyorum, düşünüyorum ve herkes gibi düşündüklerimi açıklıkla söyleme özgürlüğümü kullanıyorum.
Diyelim ki, çocukları da seviyorsunuz, olayın ciddiyetini de kavramadınız, oldu bir kere, o zaman lütfen ÖNCE BEN saplantısından vazgeçin bari!!! Yüzde kaç annenin arkasına bir kere bile bakmadan teslim edeceği, tamamıyla güvenli bir çocuk bakıcısı var? Sizin çocuk bakıcınız güvenli diyelim ve siz de bazı konularda çocuğunuzu programlı götürmeyi tercih ediyorsunuz, bunun ne kadarı uygulanabiliyor? Evinizde gizli kamera sistemi mi var? Bu da olabilir ve her durumda da mutlusunuz. Gülümseyin! Siz, gerçekten işine aksatmadan devam edebilecek, aynı zamanda da kendisiyle paralel, pırıl pırıl bir çocuk yetiştirebilecek bir kadınsınız demektir, tebrikler!
Şu anda çevremde, parasını kazanıp, kariyer çabasında olan ama yüreğinde de koskocaman bir vicdan azabıyla evine son hız dönen, her dakikasını çocuğuyla paylaşmak zorundaymış gibi duyumsayan, birazcık kızıp sinirlense, “Aman Allah’ım çocuğumu çok kötü kırdım, bunun telafisi nasıl olacak?” diye kendini yerden yere atan, dört alanda -ki bu alanlar alımlı bir kadın olup kocasının dikkatini ayakta tutabilme, evinin kadını olup yemeğini, temizliğini, alışverişini yapabilme, kariyer sahibi olma ve iyi bir anne olabilme kapasitesini elinde tutmaya çalışmaktır- mükemmeli yakalamaya çalışan fakat onun yerine omuzları ağır yükler altında ezilmiş, mutsuz, enerjisiz ve tahammülsüz anneler var.
Şimdi oturup düşünmenizi istiyorum, muhakkak ki aksayan bir taraf vardır. Sizdeki hangisi? Kariyer aksamaya başlasa iş kaybedilir, bu konuda kaytarmak biraz zor, kocaya gelince…Belki de adam uçar gider, Allah korusun, o da ihmale gelmez. Geriye, evin düzeni ya da çocuk kalıyor değil mi? Evde bir yemek yemedin, iki yemedin, sonrası? Çocuğunu bir ihmal ettin, iki bıraktın arkanda, gerisi?!
Çok büyük bir firmanın genel müdür yardımcısı bir kadının bir oğlu olur. Çocuk bakıcısını çok sever, bakıcısı da onu.Kadın, hiç durmadan çalışmaktadır. Derken, bir şekilde oğlu düşer ve bacağında çok nazik bir yer incinir. Daha bebektir ve belden aşağısı alçıya alınmak zorunda kalınır. Bir de hiç yemek yemez bu oğlan, bir tek bakıcısından yer. Anne, bu olaydan sonra birkaç gün zar zor izin alarak oğlunun yanında kalır. Zira, çok zordur bebeğin alçılı olması, zaman içinde alçı hep pislikle kaplanır, durum daha da içinden çıkılmaz bir hal alır. Bebek hala hiçbir şey yememeğe devam eder, zaten huysuzdur da…Bir gün mutfakta bakıcı yemek yedirirken, anne sessizce gidip kapı kenarından bakmaya karar verir, nedir bu işin sırrı? diye. Sonuç; Tren geldi, çuf çuf çuf, geldiii ( bebeğin ağzına doğru, bebek reddeder ) hoppp! aferimmm! ( bakıcının midesine iner ) Anne bu kadar yıldır, elinden kaçırmadığı, bu sebepten dolayı sürekli güvendiği bakıcısını bu halde görünce işini bırakır ve oğluna kendisi bakmaya karar verir. Şu anda süper bir çocuk olmuş, arkadaşımın anlattığına göre ve anne hala çalışmıyormuş.
İnsanların çalışıp çalışmamaları tamamıyla kendi hür iradelerine kalmıştır. Etiketlenmek, bir sıfatı söylerken, sıkılıp, incinmek benim meselem. Zaman zaman, bazılarımız şehirden, gürültüden, pislikten, yozlaşmış insan ilişkilerinden kaçıp daha sakin ve doğayla iç içe bir hayat yaşamayı yeğleyebilirler (Bu konuda bile büyük metropol insanı ile doğaya yakın insan tipi arasında bitmek tükenmek bilmez bir çatışma vardır. Her nedense, sanki herkes aynı şekilde düşünmek veya aynı şeylerden zevk almak zorundaymış gibi!). Hayatta her şey sürekli bir şekilde akıp, sonu yokmuş gibi gözüken kazanma içgüdüsüyle paralel gitmeyebilir. İnsanlar, üzerlerindeki etiketlerle insanlıklarını, entelektüelliklerini kazanmazlar. İşlerinde çok iyi yerlere gelmiş olan ama hayatla, kitapla, gezip görmeyle alakası olmayan çok insanla tanışmışızdır. Kırın biraz o bakış açınızı artık, insanlara birey olarak değer vermeyi öğrenin, üzerlerine yapıştırılmış olan etiketlere bakmamaya, o etiketleri de kısır döngü düşüncelerle doldurmamaya çalışın!!!!
Bütün bunları niye mi yazıyorum? Eğer, çocuk sahibi olmayı düşünen bir anne adayı iseniz, işte size karşılaşacağınız bin bir bilinmeyenli denkleminiz. Bu denklem de ne yazık ki, herkesin kazanması diye bir şey söz konusu olamıyor. Kazançları, yalnızca maddi anlamda ya da kariyer olarak algılıyorsak, hamile olup da çocuk doğurmak, hayattaki tüm değerlerin bunlar olmadığını zaten öğretecektir. Siz, kendinizi ve isteklerinizi, önceliklerinizi herkesten daha iyi bilirsiniz. Dolayısı ile, bu işin kolay olmadığına kanaat getirdikten sonra, lütfen kendiniz olarak karar verin! Eğer, dönüşü olmayan bir kariyer eşiğinde duruyorsanız, çocuk yapmayın! Ev hanımı iseniz; okuyor, düşünüyor, organize oluyor, her işinizi eksiksiz yerine getiriyor iseniz BİRLEŞİN!!!! Şaka yapmıyorum. Mesleğiniz bölümüne, bundan sonra Ev hanımı gibi ne idüğü belirsiz bir sıfat yerine, eğitiminiz sizi nereye getirdi ise onu yazın ya da “Anneyim” deyin. Benim kafamda beliren cümle gibi; “BEN BİR ANNEYİM!” diye yazın, koca koca puntolarla.
İsterseniz, bu cümlenin kapsadığı kalemlere bir bakalım beraber; Evinizde hiçbir işe ayıracak dakikanız olmadığını varsayalım. Maddi durumunuz mükemmel ve sürekli seyahattesiniz . Tamam! İlk önce evde bir sağ kolunuz olmalı ki bu kişi;
* Organize eder
* Alışveriş yapar
* Evde diğer işleri yapanların ( yemek, temizlik, çocuk bakımı v.b…) kontrolünü gerçekleştirir
* Ayrıca belli bir paranın da yönetimi, maaşların verilmesi vesairenin düzeni onun elindedir.
Maaşına; 500 milyon diyelim.Diğeri yemek yapar, 250 milyon. Çocuk bakıcısı 300 milyon alsın. (Bir arkadaşım İstanbul’da yatılıya 350 dolar verdiğinden bahsetti) Temizlikçi her hafta gelmeli ki sizin gösterdiğiniz performansı biraz yakalayabilsin, ona da 40milyon x 4 diyelim, 160 milyon etti. Toplayalım bakalım; 500 m+250 m+300 m+160 m. Sonuç; 1 milyar 210 milyon (Bu da makul fiyatlar dahilinde, bazıları bu fiyatları katlayarak almakta ). Şimdi anladınız mı, her bir küçümsenen ev hanımının! finanse edilmeyen kısmını? Bir de buna çocuğunu yetiştirirken gösterdiği özeni, çocuk okuldan her eve gelişinde annesini evde bulmasının avantajlarını ekleyin, sonuç?
Bu paraları veremeyip, aynı zaman da deliler gibi çalışıyorsanız, o zaman gerçekten şöyle bir durup halinize bakmanız ya da üstünüzde ki korkunç yükü fark etmeniz gerekmektedir. Böyle bir yoğunlukta çocuğunuza verebileceğiniz, o herkesin ağzındaki NİTELİKLİ beraberlik olasılığınız ne kadardır?
Hani, o çıkıp çıkıp konuşuyorlar ya, karşı tarafta kıvranan anne var, kocasından beklentileri dört beş katına çıkmış, yorgunluk ve bezmişlikten kendine bile bakacak hali kalmamış ya da kendine pırıl pırıl bakan ama sinirleri harap olan, sürekli sırıtan bir maske altında dolaşan, omuzları yükten çökmüş, mutsuz anneye cevap veriyorlar; “Önemli değil efendim, çocuğunuzla geçirdiğiniz zamanın fazlalığı değil kalitesi, niceliği değil, niteliği…” diyen tipler, sakin sakin… “Kardeşim, ne niteliğinden bahsediyorsun sen? Uykum var uykum! Uyuyamıyorum, düzen kalmadı, kocamla seks bile yapamaz olduk, sürekli uyumak istiyorum, yapamayınca harap oluyorum. Beklentiler, çocuk ağlamaları, işyerinin sıkıntıları üstüme üstüme geliyor, bıktımmmm!!!”
Evladınız, hayatta bugüne kadar sahip olduğunuz ve olacağınız en değerli varlıktır. Kendinizden vazgeçin, paspas olun, kocanız evde otur, çalışamazsın diyorsa ve aklınız varsa yoksa çalışmaktaysa, bu insanları, çocuklarınızı harcamayın. Onlar, sizin kişisel hırslarınızdan da, kocanızla olan sorunlarınızdan da, doyumsuzluklarınızdan da daha önemli canlılardır. Sürekli kuruyup, suyu verilmesi unutulan bitkilerinizi, dışarı yeteri derece de çıkartılmayan yarı çıldırmış köpeğinizi v.s.. kendilerine daha iyi bakacak olan başka insanlara devredin. Çocuk yapmayın! Evliliğinizi asla kurtarmaz, hatta yok eder. Bunu, büyük bir açıklıkla söylüyorum. Her insanın bir kapasitesi vardır ve yapılacak fedakarlık düzeyi de bir yere kadardır. Hayatta, “Öyle de böyle de büyüyorlar işte!” gibi bir düşünceyle çocuk büyütecek iseniz, baştan bu adımı atmayın! Böyle, yarı dışlanmış bir psikoloji ile büyütülen bir bebek, sizlere ileriki yıllarda daha büyük problemlerle geri gelen bir ergene dönüşecektir. Toplumda bazı yer etmiş, alışılagelmiş ve basite indirgenmiş hayata bakış açısını unutun!
Hamile kalmak, çocuk sahibi olmak, bir insana bakıp, yetiştirmek hayatınızın her anını kapsayan ÖNEMLİ BIR MESLEKTİR! Bu meslek de iyi olabilmek için donanmak, okumak, DÜŞÜNMEK, taktik kullanmak, sinirlere hakim olmak zorunda kalmak, zaman zaman uyuyamamak gibi erdemler gerekir. Dönem için de biri, diğerine ağır basarak ilerler. Bir taraf kolaylaşırken, belki diğer bir taraf zorlaşır.
Yazacaklarım, yani başlıklar altında toparladıklarım, kendimce başarılı olduğum, deneyimleyip, okuyarak, düşünerek çözümler ürettiğim aşamalardır. Lara dünyaya geldiğinden bu yana bir düzenle başladı yoluna, o şekilde de yürümekte, aynı hayat gibi zaman zaman dalga geçilerek, zaman zaman da önemi üstüne ciddi zaman harcanılarak…
Umarım, tüm anneler ve babalar olarak kendi çocuklarımızı önemser, dikkate alır ve attığımız her adımın iki, hatta beş adım sonrasını tahmin edebiliriz. Hayatta basit olarak gördüğümüz en ufak bir hareketin bile onlara verilen karmaşık ve önemli mesajlar olduğunu algılayabiliriz. İnsanları kategorize etmeden, önyargılı isimlendirmeler yapmadan ve tanımaya çalışarak karar veririz.