Aşağıdaki satırları 30’uma iki hafta kala yazmıştım , yani resmi olarak henüz yirmilerimdeydim ve son üç senedir New York’ta yaşıyordum. Kısmı delilik anı diye adlandırdım onu o zaman. Tam değil de yarı deli gibi olma hali, bir yarınız burada bir yarınız “başka” bir yerde. Ama ikisi de bütün. İşte bu satırlar o muhteşem anda yazıldı: “Yazmaya başlamak iyi gelir diye düşünüyordum ne zamandır ama düşünüp planlı hareket etmekle olmuyor bu iş, daha doğrusu işin samimiyetine uymuyor bence, ne demekse. Belki günün birinde fikrim değişir hadi bakalım oturup yazayım dediğimde dökülüverir kelimeler. Şu an tam tersi işliyor bende, kelimeler dökülüveriyor, yakalayıp yetişebilirsem ne ala. Bazen öyle oluyor ki kelimeler akıp gitmişler benden öte bir yerlere taa içimdeki en gizli köşelere, çıkartıp dökemiyorum kağıdın üstüne. Sonra o gizli köşelerde öyle bir şişkinlik yapıyorlar ki boşalt boşaltabilirsen. Ama gene de hoş ve düzeyli bir ilişkim olduğunu söyleyebilirim yazmakla, tüm geç kalışlarıma rağmen hala hoşgörüşü var bana karşı. Dostum o benim, benim ona olduğumdan daha dürüst ve içten bana. Eskiden sık sık teşekkür ederdim varlığı için, dedim ya son zamanlarda pek huysuzum, nankörleştim, varlığını daha az anar öldüm. Ama öyle özledim ki onu. İnsanın kendinden kopması belli bir süreç alıyor: önce ufak ufak azalıyor kendine gidişler, denizin kıyısına gidip konuşmalar, yazışmalar. Geçer zannediyorsun ama geçmiyor, biraz daha biraz daha açılıyor mesafeler, uzaklaşıyorsun denizden. Sonra bir görüyorsun ki sen Kars’tasın deniz İzmir’de. Bunu farketmek iyi de dönüş yolu çok acılı, yolda arzulanmayan bir dolu mola, Kars’a geri dönüş, Kars’ta bekleyiş tekrar yol için karar alış vs. uzun zaman. Bir de yorgunluğu çabası. Gittiğinde dönüp kimseyi bulamamak en büyük korkum, ya beni bırakıp gittiyse ya döndüğümde bulmazsam? Herkesin bir sabrı var nihayetinde.

 

Bu sefer de buldum onu, hiç değişmemiş. Ama ben değişmişim öyle uzağım ki dinginlikten. Oturup onun huzur veren sakinliğini, sadeliğini yaşamaktansa kendi huzursuzluğumun içinde debeleniyorum. Hem kıyısındayım hem değilim. Öyle güzel anıyorumki beraber geçirdiğimiz sakın anları. Gene olur mu deniz, gene olur mu dersin. Anlatmaya başlasam sana rahatlar mıyım biraz?

Sanırım bu hayat sürecinde anladığım şu benim, insan nereye giderse gitsin kafası-kalbi onunla geliyor, o yüzden bunların birisinde huzur yoksa nereye gidersen git huzuru bulamıyorsun. Teori olarak çok doğru.ama ya huzurun, dinginliğin tam kıvamındayken , kalben ve aklen, bir kaosun ortasına düşersen? (Bu arada kaosa bilinçli veya bilinçsiz girmek hiç bir şey farkettirmiyor ulaşacağın sonuçta) Bundan hiç mı etkilenmezsin? Her gün kendince çok inandığın değerleri şüpheye düşürüp sorgulatacak yeni bir ortamda bulursan kendini ne kadar sürdürebilirsin içsel huzurunu? Diyebilirsin ki, bu çok inandığın değerlere bağlılığın veya inancın ne kadar kuvvetli ise o kadar kolay sürdürürsün, yok işte ben burada dur diyorum buna. İnsanız, insanım, insansın… Sonuçta herkes ihtiyacı olan tecrübeyi yaşıyor zaten, kaos ortamına gidiyorsan orada edineceğin tecrübeler vardır diye kendini rahatlatlamayada çalışabilirsin, hatta uzunca bir süre işinede yarayabilir, ama hiç mi yitirmezsin dengeni, hiç mi kaçmak istemezsin uzaklara?

Belki de büyüklük taşlayıp, “Artık bu git gel sürecinden bunaldım. Üç ömürlük tecrübeyi bir kerede yaşamak istiyorum ben” dedin kendini bir şey zannedip; öteki taraf da “al sana üç ömürlük tecrübe” deyiverdi. Seçeneklerin nedir: kaçıp gitmek, kalıp kafayı yemek, kalıp öğrenmen gerekenleri öğrenmeye çalışmak. Üçü de cesaret ister ve belki de en nihai sonuçta üçü de aynı kapıya çıkar (Tabii ki en nihai sonuç kaç ömür alır, daha kaç sıkıntı yaşatır Allah bilir? Ama söz vermemiş miydin üçünü bir seferde halledeceğim diye?) Kaçsan benzer şeyleri yaşayamayacağının garantisini kim verdi sana? Denemek istiyorsan ne ala? İşte memur olanla memur olmayanın ayrıldığı nokta burası.

Ohh böyle yazınca rahatladım, çünkü bütün yazdıklarım kelime oyunundan ibaret, ama yaşam çok basit, hayat basit ve çok güzel… Tek bildiğim bu! Gitsem de kalsam da, aklım başıma bir ömürde gelse de gelmese de herşeye değer. Benim en büyük kusurum bu işte!Her şey anlamsız geliveriyor bir noktada. Ne uğruna ölünen inançlar, ne prensipler ne genellemeler önemli benim için.ben demekten de sıkılıveriyorum, yazmakla olmuyor bu iş, şu yazdığımı hissedebilmeniz lazım. Hayat çok basit! O yüzden önemli değil bilgiyi yaymak; önemli olan ışığı yaymak. İçindeki hareketli minicik kıvılcımı yaymak. Yanınıza geldiğimde hissettirebiliyorsam bunu size ne ala, sonra kendi gerçeğinizi kendiniz bulursunuz.

Burası çok şey öğretti bana. İçinde büyüdüğüm o güvenli minicik kozamdan çıkıp da şap gibi kalıverince, dünyanın öbür ucunda öğrendim dünyanın esasında kaç bucak olduğunu. Yok yok kötü anlamda değil aslında. Minicik kozamdaki gerçekler dışında nasılda milyonlarca başka gerçek varmış gözlerimle gördüm. Gördükçe daha da önemsiz oldu prensipler, atılan nutuklar, konuşmalar. Kim haklı kim haksız, ne önemli ne önemsiz sınırlar silikleşti. Silikleştikçe ben genişledim, hiç bir yere sığamaz oldum. Koca ruhu küçücük gövdede taşımanın sıkıntısını yaşadım. Ya onu da küçültüp mecbur bırakacaksın içinde yaşamaya ya da onunla akıp gideceksin. Su akar yolunu bulur. İlk sözünü dinlediğimde kendimi burada buldum.Bakalım sonraki duraklar ne olacak?

Aslında anladım ki yazmak cesaret ister, üstüne gitmek gerekir canını acıtan, kalbini sızlatan hislerin, hele onlar bir de kelimeler döküldü mü yüreğin yerinden sökülür. Kaldıramazsın kaçarsın, benim gibi…uzaklaşırsın denizden. Uzaklaşırsın kalbinin kıyılarından, bil ki deniz içimdeki benden başkası değil. İçimdeki çocuk o, beni benden iyi bilen , hoşgörüsü sonsuz çocuk. Öyle özledim ki seni. Sayfalarca yazsam kalkmasam şunun başından gene yakın olabilir miyim sana? Duvarı ben ördüm aramıza, kaldıran da ben olmalıyım şimdi… Ahh deniz, ahh çocuk öyle boşki içim, bütün kelimeler köşe kapmaca oynuyor benimle.

İnsan uzakta olmadan bilemiyor sevdiklerinin önemini değil mi? Senden ayrıldım, öyle özledim ki dingin kıyını, serin esintini , dalga sesini. Annemi de böyle özlüyorum işte, en az senin kadar. Ne aklımdan ne kalbimden çıkıyor annecim. Gittiğim heryere geliyor benimle, içimden konuşmak adet oldu onunla . Kimselere değişemediğim kökünü özledim annecim, karşılıksız sevgini özledim. Belki o yüzden çocuk istemeye başladım kimbilir, ne güzeldir bu sevgiyi hissetmek. Ahh annecim bir daha olsa seni bırakıp gider miyim hiç? Sen yoksun yanımda, deniz yok. Çok yalnızım.

Fiziksel olarak insan olmanın en kötü yanı uçamamak bence. Uçamıyorum, ayaklarım yerden kesilip özgürce havaya karışamıyorum ya çok koyuyor bana bazen. Uçup hız yapmak istiyorum hatta, havayı yarıp geceyim, ya da hava bütün hücrelerimi şişirip patlatsın istiyorum. Çok özgür olurdum o zaman işte, uçup uçup dağların tepelerine konardım. Belki şu an hissettiğim kapana sıkışmışlığı biraz olsun yaşanabilir kılabilirdi.

Siz siz olun kapana sıkışmayın. Tanrı değiştiremeyeceğim şeyleri kabul etme gücü versin bana. Amin…

Hayatın anlamsızlığını bütün çıplaklığıyla idrak ediverdim bir anda. Vallahı bir anda oldu. Şurada otuzuma girmeme sadece iki hafta kalmışken bana hayatın verdiği en güzel hediye bu galiba. İçim kaynıyor fıkır fıkır, koşmak istiyorum taa Nepal’e kadar, koşmakla gidebilirmişim gibi geliyor. Bütün sevdiklerim dizilsin karşıma istiyorum, gidip hepsini teker teker kucaklayıp içime sokayım. Şu ana kadar yapamayıp yapmak istediğim şeyler birer birer yankı yapıyor kulaklarımda… Off bu ne güzel enerjidir, nereden gelir, kim gönderir? Hem güzel hem rahatsız edici.Hem hiç rahat edemeyeceğim bundan sonra hem de çok rahat edeceğim. Niye seviyorum yazmayı, hem denize yakın olabileyim hem kendimi ifade edebileyim diye.Yok yaşayamam bundan sonra kendimi istediğim şekilde ifade edemeden öldür beni gitsin daha iyi. Sabahın daha sekizi ama canım şarap içmek istedi, kim tutar beni içmemek için. Bir kadeh içip konuşmaya başlamak istiyorum Tanrıyla. Kafam iyi olunca daha rahat konuşuyorum kendileriyle de o yüzden.Bak nasıl dökülecek kelimeler o zaman. Hem konuşayım hem yazayım, otuzuma girmenin nasıl bir şey olduğunu anlatayım. Neleri bıraktım arkamda, nasıl delirdim böyle, belki zaten biliyordur ama bir de benden duysun. Delirmek iyidir böyle, tümden deliremiyorsanız arada sırada kısmen delirin, o da iyidir. Rahatlatır, size kim olduğunuzu hatırlatır. Her şey bununla başlıyor zaten, kim olduğunu hatırlamakla. O zaman anlıyorsun nelerle zaman kaybettiğini, şu hayat denen şeyin anlamsızlığını. Bir arkadaşımın arkadaşı demis ki aman be 40 senemi 50 senemi yaşayacağım bundan sonra neyse cezam öderim, çekerim olur biter. Bundaki deliliği iliklerinize kadar hissedebildiniz mi? Anlamsız her şey hemd e çok anlamlı.

Senin kim olduğun dışında her şey koca bir boşluk. Bir de bunu görmenin bir ağırlığı var, o önce sıkıntı yapıyor ama korkmayın üstüne gidin, bir anda berraklaşıveriyor herşey. Sinip korkuyor. Ohh kaçırdım galiba sıkıntılarımı ne güzel. Şimdi bir şarap koyayım kendime. Tanrım bir ben vardım, bir de sen. Kim kimi yaratmış ne olmuş, nasıl olmuş konuları üzerinde çok okudum çok düşündüm, şimdi anlıyorum ki bu da boooş. Hayat sadece bunu anlamak ister, bunu anla sonrası kendiliğinden gelir, daha doğrusu gelen deli cesareti diye bir şey. Senin varlığını inkar etmiyorum ama kendi içime kattım onu, şöyle bir karıştırıp gözlerimi kapattım, derin bir nefes alıp gözlerimi açtım, bir ben kaldım kendimle. Kendi şerefime içiyorum…

Berna Köker