Geçenlerde TV’de çok güzel bir belgesele daha rastladım. Adı “Domatesin Zaferi”. Konusu ise haliyle domates üzerine.

Aslında domatesin bu kadar özel bir bitki olduğunu hiç düşünmemiştim. 15. Yüzyılda Peru’dan getiriliyor Avrupa’ya. O da denizciler sadece sarı çiçeklerini sevdikleri için. Sonradan zehirli zannedildiği için yenmiyor. Fakat zamanla sofralara kabul ediliyor. Dünya üzerinde on bin kadar domates türü varmış şu anda. Ve de bazı kültürlerde adı “Cennet Meyvesi” imiş verdiği lezzet itibariyle.

Belgeselde domates ile hayatları değişen insanların öyküleri vardı. Birisi Irina Zacharias. Bir Rus fotoğrafçı. Çocukluğu Perestroyka döneminde geçmiş ve ailesi domates tohumlarını satarak geçimlerini sağlamışlar. Bu yüzden domatese büyük bağlılık hissediyor ve hayatını domates türlerini korumaya adamış. Domates üzerine kitapları ve kendisinin özel takipçileri var.

Bir diğeri Napolili bir aşık. Adamın domatesi anlatırken bile gözlerinde o aşkı görebiliyorsunuz. Tarlasındaki domatesleri toplayıp hemen işleyip çeşitli şekillerde saklıyor. Diyor ki “Benim tarlada aldığım o kokuyu o lezzeti, kişi kavanozu açar açmaz almazsa ne gereği var ki bunca verdiğim emeğin.” Bu yüzden tarladan toplayıp 2 saatte işlerlermiş domatesi.

Bir diğer aşık da şarkıcı Joe Cocker. Domateslerle konuşan adam derlermiş ona. Çiftliğini ilk aldığında bomboş bir araziymiş ve ne yapacağım burada derken, çocukken babasıyla gittiği domates tarlası aklıma gelmiş. Sonra da kendini domateslere adamış. Hatta belgeselde ona yeni türleri hediye ediyor bir araştırmacı. Bunları yetiştirmek için turnemi iptal edebilirim diyor. Ve de tohumları ektiğinde, ilk filiz başverdiğinde, o filizleri okşayarak severmiş. Onlara müzik dinletirmiş her gece. Blues çok seviyorlar diyor.

Tüm bu hikayelerdeki ortak nokta ise çocukluk. Domates ile aşk, aslında onları çocukluklarına bağlıyor. Daha doğrusu ruhun en saf haline. Keza domates konusundaki lezzet algımız daha anne karnında annemizin yediği domateslerden başlarmış. Bu kadar da derin bir süreç bu böyle.

Peki neden şu anda pazardaki domatesler böyle lezzetsiz? Çünkü Avrupa Birliği sofralarda yalnızca beş türün olmasına izin veriyormuş. Bunların da tadı beş para etmez diyor Napolili yetiştirici. Yani on bin tür ve birbirinden lezzetli domatesler olabilecekken, sadece beş lezzetsiz türe bağlı tutuluyor insanlar.

Domatese hiç böyle bakmamıştım. Daha doğrusu günlük hayatımızda hep karşımızda olan şeylerin ardındaki hikayeleri ve daha önemlisi onların ruhunu hiç algılamıyoruz. Algılamadığımız için de onların ruhuyla bağlantı kuramıyoruz ve de aslında kendi ruhumuzla bağlantı kuramayıp ruhsuz bir yaşamın içinde doğup ölüyoruz. Domates gıdadan ibaret ve zaten ruhla işimiz olmadığı için de ruhsuz üretilmiş saman gibi tatlarla ömrümüz geçiyor. Sonra da soruyoruz, bu hayattan neden tat alamıyorum diye…

Hasan 'Sonsuz' Çeliktaş

18 Kasım 1976'da Mersin'de doğdu. Toros Koleji'ni bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü'ne girdi. Fakültesini çok sevdiğinden mezuniyeti sonrasında oradan ayrılamadı ve asistan kadrosunda eğitim hayatına devam etti. 2005'te ise İzmir'e yerleşti. 2001 yılında "Sonsuzlukotesi" mail grubunu kurmasıyla başlayan yazarlık hayatı, önce 2002'de sonsuzlukotesi.com'u, daha sonra da 2004'de derKi.com'u kurmasıyla devam etti. Bir yandan da Cosmopolitan, Esquire, Yeni Aktüel, Zodiac, Akşam Brunch gibi dergilerde ve Akşam Gazetesi'nde serbest yazar olarak yazıları yayınlandı. 2011'de ise Anadolu topraklarından doğup Amazon.com'da yayınlanan ilk Türk Spiritüel dergisi "The Wise"ı oluşturdu. Halen yazmaya devam ediyor. Duru Sonsuz ile Özün Dünya'nın babası sıfatıyla onlara rehberlik yapmaya çalışıyor...