Bu sene Naturel Fuarı’na ikinci katılışım… İki fuar arasında sadece bir yıl geçmesine rağmen ben bu bir yıla neler sığdırmışım neler?
Geçen fuara “tesadüfen” bir derginin arkasında bulduğum davetiyeyle izleyici olarak katılmaya karar verdiğimde, aylar önce bağımın koptuğu Reiki hocam Tijen Aykut’la karşılaşacağımın bilinciyle, yola koyulmuştum. Hala tesadüflere huysuz çocuklar gibi ayak diresem de artık ne zaman karşıma çıkacaklarını en azından çarpışma anından kısa bir süre önce hissetme yetisi geliştirmiştim.
Aradan geçen bir yıl içinde bir Reiki seansı sonrasında iç sesimin arkadan itmesiyle aldığım notlar yine tesadüflerin fazla mesai yaptığı zamanların marifetiyle kitaba dönüşür gibiyken bir de kendimi derKi yazarı olarak buluverdim. En azından hem bir kitap hem de en Ki’li derginin yazarı olmak düşlerimi bile aşan bir şeydi. Ben evrene yazı yazmak istediğimi söylerken şaka yapıyordum aslında. Ama evrenin şaka kaldırmadığını nereden bilebilirdim ki?
Geçen seneki fuarda Tijen’le tekrar karşılaşmasam, spritüel yolculuğuma beni sıkmadan, zorlamadan, sabırla yol göstererek, inatçılığım karşısında geçirdiği sinir krizlerini bana yansıtmadan rehberlik edecek bir hocam olmamasının eksikliği ile belki de şu anda Reiki ile ilgilenmeyi bırakmış olacaktım.
Reiki ile ilgim kesilseydi ikinci seviye öğrenciliğine adım atmayacak ve bir deli cesareti geldiğinde yaptığım mental çalışma esnasında, safça anlaşılır, kısa ve öz bir cevap geleceğini umarak kendime görünüşte basit bir soru sormaya kalkışmayacaktım.
Bu soruyu sormasaydım, yedi uyurlar gibi iç dünyamın derinliğinde sessizce uyuklayan iç sesimin bam teline basmayacaktım.
İç sesim uyanmasa bu reiki seansının etkisiyle notlar almaya başlamayacak, bu notları reiki ile ilgili sohbet ettiğim bir arkadaşıma “tesadüfen” okutmayacak, o arkadaşımın “bunları neden kitap haline getirmiyorsun” ara gazıyla yine onun tesadüfen tanıdığı yayınevine ulaşmayacaktım.
Yayınevine daha kitap bitmeden gönderdiğim tanıtım notuna editör Ece Arar yüreklendirici bir cevap vermeyecek, ben de yazma konusunda her zamanki maymun iştahlılığımla bu işin üstüne gitmeyecektim.
Ece’den gelen cevapla heyecanlanıp bu notu ve o ana kadar yazdıklarımı Tijen’le paylaşmasam o da bana “Kızım sen kesin bizim dergide yazmalısın” demeyecek, ben daha “Ne derKisi, pardon ne dergisi?” demeye fırsat bulamadan beni o dakika MSN messenger’dan Sonsuz’la tanıştırmayacaktı.
Sonsuz’la tanışmasam diğer yayınevi ile yaşadığım iletişim kopukluğu yüzünden şimdiki yayıncım Gülüm Omay’la tanışmadan yazmayı bırakacaktım. Evimin kadını olarak sadece alışveriş listesi yazma alanında faaliyet gösterecek, kitabımı okumak için yanıp tutuşan geniş kitleleri (20 kadar arkadaşım, bir o kadar akrabam, iki editör, soba tutuşturucular, maça giderken minder yerine kullanmak üzere alanlar) etkilemeyecektim.
Gülüm’le tanışıp kitap basılma aşamasına gelmeseydi evrene “Hişt evren!!! Yazmayı istiyorum dedim, ben üşensem bile sen üşenmeyip beni dürtükleyerek ve tüm kaçış yollarımı tıkayarak bana bu kitabı yazdırdın. E madem yazdırdın, bir kitap yazdığımı en çok lisedeki edebiyat öğretmenimle paylaşmak isterdim ama ona nasıl ulaşacağımı bilmiyorum.. “İstek yap evrene yolla, o sana eşzamanlılıkla karşılık verecektir” derlerdi. Al sana istek, mezuniyetimin üstünden 18 sene geçmişken ben hocamı nasıl bulurum? Göster bakalım marifetini” diyerek kafa tutmayacaktım.
Bu istek, peçete üstüne yazılmasa da evren tarafından dikkate alınmasaydı, daha önce sadece derki yazarları için kurulan yazışma grubunda “tesadüfen” birkaç kez yazışarak samimi olduğum Cüneyt Duru ile fuarda karşılaştığımızda sohbet ederken aramızda şöyle bir konuşma geçmeyecekti:
-Müjde birazdan bir arkadaşım gelecek o da ŞTL’li. (Şişli Terakki Lisesi)
-Sen nereden biliyorsun benim ŞTL’li olduğumu?
-Biyografinde yazıyor.
-Kim gelecek? (Birden nedense ulaşmaya çalıştığım edebiyat hocamla bir bağ kurma yönünde evrenin ayak oyunları yaptığını çakar gibi oldum ama bu ne kadar dolambaçlı bir yoldur ki hala tam bağlantı kurabilmiş değilim kafamda)
-Tanır mısın bilmem senden 8 yaş küçük biri.
-Tanımam ben mezun olduktan sonra başlamıştır o. (Hayalkırıklığım ayan beyan ortada. Boşuna umutlandım demek. Bu gelen ne tanısın benim hocamı, o okula başladığında Şenay Hoca kesin ayrılmıştır okuldan. Hem tanısa ne olacak, en iyi ihtimalle benden 8 sene sonra da onun bağı kopmuştur hocayla. Yine de içimdeki bu “kızım var bi şey bu tesadüfte” hissi bir inatçı ki sorma gitsin)
-İşte geldi, tanıştırayım sizi.
-Merhaba memnun oldum. (Hoş beş, eskileri yad etme fasılları. Çocuk ne bilsin benim sormaya kıvrandığım bir soru olduğunu, hah soruyorum işte)
-Ya bir Şenay Hoca vardı tanır mısın?
-Tanırım tabii. Ama Şenay Hoca ayrıldı okuldan.
-Yaa? (Al işte ayrılmış diyor, “boşuna umutlandın demek” repliğini burada da tekrarlıyoruz iç sesime karşı)
-Ama biz hala görüşüyoruz hocayla
-(Görüşüyoruz mu dedi???) Nasıl yani, hala bağınız kopmadı mı?
-Yok ben sigortacıyım, Şenay Hoca da benim müşterim. Ararsan çok mutlu olur, telefonu ezberimde vereyim mi?
Nerede kalmıştık?
Fuarda Cüneyt’e ve onun arkadaşına rastlamasaydım bir kitap yazmanın sevincini paylaşmak için Şenay Hoca’ya ulaşamayacaktım.
Hocamın telefonunu Kasım ayının ortasında ele geçirmiş olmama rağmen iş yoğunluğundan dolayı arayamadığım için kendime kızdığım günün 23 Kasım olduğunu farketmeyecektim…
Ertesi gün öğretmenler günüydü ve sanırım bir öğrencinin sevdiği edebiyat öğretmenine verebileceği en anlamlı hediyeyi vermeyi başardım: Hocamı aradım ve uzun, heyecan dolu konuşma sonunda adresini alarak kendisine kitabımı gönderdim. Eylül ayında evrene gönderdiğim talebim, evrensel hatlardaki yoğunluk yüzünden 2 aylık gecikme ile karşılık bulmuştu. Kitap yazmakla ilgili olan talebin 15 yıl sonra cevaplandığı düşünülürse buna da şükür demek lazım.
Bu yazının ana fikri nedir?:
-
Evrenden neler istediğinize dikkat edin:
-
Yazmayacak kadar maymun iştahlı olsanız da, 15 yıl gecikmeli de olsa, size rağmen size kitap yazdırır,
-
Biraz araştırmayla hocanıza ulaşmanın kolay yolu varken, üşenip tembellik etseniz de ne yapar eder 18 sene sonra bile bir kesişme noktası yaratır.
-
“Tesadüf” diye bir şey yoktur, biz ona spritüel camiada arkadaşlar arasında “eş zamanlılık” diyoruz.
-
Öğretmenler günü ile ilgili bir yazıyı Kasım ayında kaleme alamamış olsam bile hem Reiki hocama hem de edebiyat öğretmenime teşekkür edebilmek için hiçbir zaman geç değildir hatta her işte bir hayır vardır. Buna da yine aynı camiada “bütünün hayrına” filan diyoruz.
-
Her önünüze geleni yazar yaparsanız böyle yazılar okumaya müstahaksınız.
-
Hiçbiri
-
Hepsi