Her yeni yıla girerken, içimi hem buruk bir acı hem de hafif bir korku kaplar. Korkunun nedenini benim sadık okuyucularım iyi bilirler. (“Noel Baba’nın Geyikleri” adı yazımda derin bir şekilde bahsetmiştim.) Her yeni yılda mutlaka başıma bir kaza gelir o yüzden saçma sapan bir şekilde yeni yıla girerim diye uzunca bahsetmiştim. Mesela bir yılbaşı gıda zehirlenmesi geçirmiştim, yılbaşını doktor ve hemşirelerle kutlamıştık ve hiçbir hemşire de fantezi yapılacak türden değildi. Gayet katır suratlı tiplerdi. Hadi doktorlarla muhabbet ederiz diye düşünürken onlar da “ulan bu vardiyayı bana kakaladilar ya, bu dünyanın taaaaa…” şeklinde düşünüyorlardı. Böyle olunca bizde biraz hareketler yapalım, insanları eğlendirelim dedik, yapmaz olaydık. “Nalbant” Zehra Hemşire’nin yaptığı iğnenin acısını hala tüm benliğimde ve de kaba etlerimde hatırlarım… Ama yine de severim yeni yılı, neşeli ve güzel bir gündür çünkü. Sağa sola hediyeler alınır, tatlı bir telaşla koşturulur, acaba bunu mu beğenecek yoksa bunu mu beğenecek şeklinde telaş yapılır….
Sinir bozucu yanları da vardır tabii. Eğer sevgiliyle kutlanacaksa otel veya eğlenilecek yer seçimi tam bir beladır mesela… Ya da arkadaş grubuyla kutlanacaksa birinin istediği diğerini tutmaz, sonuçta da kimsenin sevdiği bir yere gidilmez… Zaten hadi eğlenelim diye gittiğin yerler de seni beğenmezler… Normalde kolundan tutup seni içeri çeken barlar senin yüzüne bile bakmaz, normal fiyatın beş katı bir fiyat sunar “beğenmiyorsan girme kardeşim” tarzı bir tutuma girerler.
Bir de küçük çocukların çok sevdiği iddia edilen Noel Baba vardır ki o da ayrı bir hadisedir. Ben mesela hiç sevmezdim, o bembeyaz sakallı, kıpkırmızı giyinmiş dağ gibi bir adamı. Hatta ilk gördüğümde korkudan ağlayarak anneme sarılmıştım. Bir de bu kırmızı dev seni annenden söküp alır kucağına oturtur; “Ho Ho Ho… Söyle bakalım ne istiyorsun Noel’de” diye sorar ya, tam bir kabustur. Çocuk ne isteyecek o anda, ya evinde olmayı ister ya da annesiyle beraber olmayı. Sen o kucakta zırlar zırlar durursun, Noel Baba da sıkılır tutuşturur eline bir araba “haydi bakalım küçük in aşağıya, bakalım diğer arkadaşın ne istiyor?” diye seni bırakır, diğer zavallı “arkadaşını” alır oturtur kucağına….
Tabii tüm Noel babalar böyle değil. Amerika Florida’da oturan bir arkadaşım bana yine ilginç bir Noel Baba hikayesi anlatmıştı. Fakirlere yardım amaçlı dernekler bu gibi günlerde marketlerin önünde tezgah açıp o güne uygun kıyafetler giyinip yardım toplarlarmış. İşte böyle bir marketin önünde zenci bir Noel Baba’ya rastlamış. Hava sıcak olduğundan Noel baba şortlarla, güneş gözlüğüyle duruyormuş. Noel Baba ceketi, sakalı ve şapkası varmış ama kulaklarda küpeler, kocaman altın bir kolye filan. Tam “getto” Noel babası anlayacağınız. Bu Noel Baba, hem gulerek hem de Amerikan filmlerinden alıştığımız o Harlem-zenci ağzıyla konuşarak para topluyormuş: “Hey adamım, fakirlere para topluyoruz ya, o beyaz kıçınızı kaldırın da biraz lanet para verin.” (orijinali daha küfürlü bol ama sayın editörüm o lafları yazmama izin vermez.)
Noel Baba’nın da cılkını çıkarmışlar anlayacağınız.
Tabii Florida da normalde hava nasıldır onu bilemem. O seneye özgü müydü, yoksa Florida’da hiç mi kar yağmaz o konuda bir fikrim yok. Coğrafyam zayıftır. Ama çocukluğumda çoğu İzmirli çocuk gibi kara hasret bir yılbaşına girerdik.
Benim kuşağım Izmirliler hatırlar, o zamanlar yeni yıla genelde Yunan kanalı olan EPT1-2 ile girerdik. Kimse anlamazdı o Yunanca programları, ama çok da anlamana gerek yoktu zaten. Çocuklar icin bir suru Warner Bros ve Walt Disney cizgi filmi verirlerdi, ve o çizgi filmlerde Daffy Duck’ın kafasına örs yada piyano düştüğünde, efektler Yunanca da olsa, İngilizce de olsa gülerdin. İşte orada sürekli görürdük karı ve de bembeyaz karlar içinde oynayan çocukları… ama Izmir’de yağmazdı kar. O bembeyaz hayallerden çıkıp yağmur, çamur ve kömür tozu kokan Alsancak’a inmek ise tam bir hayal kırıklığıydı.
Sonra Ankara’ya gittiğim yıllarda o hasretin acısını çıkarmıştım ama. Yere biraz kar düşmeye görsün, kaldığım yurtta ne kadar İzmirli, Adanalı… varsa topluca aşağı inerdik ve ıslanmadık yerimiz kalana kadar karlar içinde yuvarlanır ve güreşirdik. Tabii o zamanlar yaşları 22-23 olmuş bir sürü eşşek gibi adamın karlar içinde anıra anıra gülmesine Ankaralılar anlam veremezdi. Bizim “Sonsuz” Hasan, bu kar yağmasından en zararlı çıkanlardan biri olurdu. Gözleri aşırı derece bozuk olduğundan kartopunu genelde 5-10 santim ötesindeyken farkına varır, kartopunu yedikten sonra da kimden geldiğini bilmediği için rastgele birisine savurur, bir sürü düşman kazanırdı. Ama kartopu yiye yiye sonradan akıllanmış ve yeni bir taktik uygulamaya başlamıştı. Kartopu atandan kaçmak yerine, ona kartopu atanı kovalamak, yakalayınca bulduğu en yakın kar yığınına devirmek ve donuna kadar kar sokmadan bırakmamak gibi değişik bir taktik uygulamaya başlamıştı. O zamanlar bir sürü takma ismi olan Hasan’ın (“Sonsuz” bunlardan biri değildi) kar yağıncaki takma ismi Deli Hasan olmuştu. Bu yaptığımız çılgın kartopu savaşı ve kar güreşi ardından bir hafta boyunca hiçbirimiz yataktan kalkamaz ve grip yatardık. Hatta galiba bir kere bizim katı komple karantinaya almışlardı.
Kar güreşlerini geride bırakıp biraz da kurduğumuz hayallere dalalım. Yeni yılda hep yeni hayaller kurulur, yeni başlangıçlar yapılır. Bir nevi değişim, ya da başlangıç noktasıdır yeni yıl. Bu yüzden tehlikelidir de… Bir arkadaşımız yılbaşında kız arkadaşına hediye olarak 4 taksitle kazak almıştı, kız da ona gayet uyduruk bir tablo hediye etmişti. Aradan 2 ay geçip de ayrıldıklarında, arkadaşımla beraber kazak parasını vermeye gittiğimizde çocuk burnundan soluyordu: “Ulan gittik hatuna canavar gibi kazak aldık, terkedildik… Hatun şimdi yeni sevgilisiyle gezerken giyiyor o kazağı, biz ne yapıyoruz? Hala burada mal gibi parasını ödüyoruz o kazağın. Peki ya biz ne aldık… Kötü bir tablo. Ne yapayım lan ben tabloyu?” O yüzden yeniyılda alınacak hediyelere de çok dikkat etmek gerekir.
Bir araştırmaya göre yılbaşında çoğu insan yeni yıla girince kendi kendine bazı sözler verirmiş. Bu verdiği sözler arasında en popüler olan ikisi “Bu yıl sigara içmeyeceğim”, öbürü de “bu yıl her gün günlük yazacağım” imiş. Yine araştırmanın devamı gösteriyor ki insanların %80 sigaraya bir hafta sonra tekrar başlıyorlar, günlük yazma süresi ise genelde o kadar bile bulmuyormuş. Siz hangi kesimdensiniz? %80 mi? Yoksa azınlık olan %20 mi ?
Yılbaşı planları, evvelden bahsettiğim gibi dikkatli yapılmalıdır. Ama bu da büyük bir problemdir. Gider 1 ay evvelden yer ayırtırsın, kız arkadaşınla gitmek için, sonra son hafta kavga edersin, tek başına kös kös gidersin o yere. Millet sevgilisiyle harala gürele eğlenirken sen o sırada Paris’te yeni sevgilisiyle yeniyıla giren eski kız arkadaşını hatırlar “ya en azından bir sey desin” diye telefonla ararsın, sonra Fransızca “aradığınız şebekeye şu an ulaşılamıyor. Zaten niye arıyorsun ki? Hatun terketti seni oğlum…S en şebekeyi arıyorsun da esas sen şebeksin” telefon uyarısını dinlersin, iyice moralin bozulur, verirsin kendini rakıya, verirsin kendini hindiye… Ya da kızarkadaşınla iyi girdin yeniyıla da, esas sen yeni birinden hoşlanıyorsan? O zaman ne yapacaksın ? Kızarkadaşınla olduğun için onu mu aldatıyorsun, yoksa onu düşündüğün için kız arkadaşını mı? Al sana paradox… Çık bakalım işin içinden…
E peki o zaman, gidilecek yeri uzun zaman evvelden ayırmayalım, o anda gidelim dersin , o daha büyük bir bela; yer bulamazsın.
derKi yazarlarımızdan Reha Ağabey, eski yılbaşlarına olan özlemden, sobada kestane kızartmaktan, dedenin masal anlatmasından, tombala fırdöndü oynamaktan dem vurmuştu bir kere. Öyle bir yılbaşı yaşamadım hiç ya da belki çok küçükken yaşadım da ben hatırlamıyorum. Dedemi de ben çok küçükken kaybettik, onu da zaten hayal meyal hatırlıyorum. Ama diğer arkadaşlardan dinlediğim kadarıyla bu tarz yılbaşları da çok eğlenceli geçmiyor. Bir arkadaşın aynı böyle huzurlu bir yılbaşı ortamında , dedenin masal anlatırken birden delirdiğini, “Biz Yunanı esiir aldık” marşıyla evde gezindiğini, ondan ürken kedinin uyku sersemliğiyle sobaya yaklaşıp kuyruğunu yaktığını, can havliyle sıçrayıp bir çocuğu tırmaladığı, kestaneleri devirdiğini filan anlatmıştı. Çıkan kargaşadan yararlanan bir uyanığın bir anda ikinci çinkoyu tamamladığını, bunu gören sinirli amcanın “hile yapma laaaan” nidalarıyla çocuğa saldırdığını, bizim arkadaşın da tüm gece “cool” davranıp tavlamaya çalıştığı komşu kızının evden kaçtığından bahsetmişti. Tabii bütün yatırımları boşa çıkınca “ulan sizi bana sayıyla mı veriyorlar” diye o da amcasının üstüne atlamış, topluca aile karakolluk olmuştu ondan sonra… Karakolda da büyük eğlence çıkmıştı sonra. Bir yerde Yunan’ı denize dökmeye giden dede, bir yerde sinirli amca, bir yerde ağlayan çocuklar, diğer tarafta da karakolun müdavimi tarvestiler, sarhoşlar…
Değişik bir tattır yılbaşı. Ne kadar o gün sevgilinden ayrılmış olsan da, ailenden uzakta olsan da, dışarda buz gibi bir hava olsa da , yine de sıcak olur için.
İster birayla şarapla, ister ayranla kutla, ister yılbaşı ağacı dik, istersen fırdöndü oyna…
Çok güzel ve sadece yılda bir kez yaşanan bir gündür.
O yüzden hepinizin yeni yılı kutlu olsun…