Netflix’in yeni dizisi “Atiye” hakkında kısaca yorumlarım şöyle:
Birincisi 190 ülkede gösteriliyor bu dizi. Bu bağlamda ülke tanıtımına müthiş bir katkı. Göbeklitepe ve Nemrut gibi Anadolu’nun iki çok önemli noktasını izleyecek tüm dünya. Gerçekten bravo bu anlamda.
Çekimler de harika. Hakkı verilmiş mekanların. Dünya çapında çekim kalitesi olmuş.
Ben senaryoyu derinlikten uzak buldum. Çok fazla klişe var. O kadar tahmin edilebilir ki her şey. Kitabı okumadım, ama nedense sorunun kitapta olduğunu düşündüm. Ha kötü mü? Değil. Ama vasat bence. Derinliği yetersiz. Tabii bu benim ölçülerimde. Yoksa eminim beğenen niceleri olacaktır, özellikle de yabancıların çok seveceğini düşünüyorum.
Oyunculuklar ise bariz yetersiz. Tamam kadro gayet güzel. Ama Mehmet Günsur bile bir oynayayıp çıkayım şeklinde oynamış. Beren Saat çok tatlı, fakat oyunculuk maalesef. Bir de gereksiz bağırtı çağırtı var.
Tabii herkes Hakan Muhafız ile karşılaştırıyor. Hakan Muhafız’ın 1. sezonu ile karşılaştırdığınızda, yine karşılaştırılamaz bile. Çok iyi kalır. 2. sezonu ise o kadar kötüydü ki ilk bölümden sonra kapatmıştım.
Peki izlenmeli mi? Elbette izleyin. Sonuçta benim yorumum, çok daha iyisinin yapılabileceğini hissettiğimden. Biz dünya çapında diziler çekebiliyoruz, belgeseller yapabiliyoruz artık. Tekniğimiz, görselliğimiz harika. Fakat daha da derin işler, daha sıkı senaryolar çıkarabiliriz. Bu topraklarda bunun için gani gani kaynak mevcut.
****
“Atiye”nin ardından benzer şekilde işlenmiş “Kanaga”yı da izledim. “Kanaga”nın daha derin olduğu söyleniyordu. İzledikten sonra nedir şu “derinlik” onu biraz konuşalım istedim.
Canlar, bir dizide spiritüel konseptlerin işleniyor olması onun derin olduğu anlamına gelmiyor. Bir insanın sürekli yine spiritüel konseptlerden bahsetmesi de onun derinliğinin göstergesi değildir. Konsept kelimesini özellikle kullanıyorum. Çünkü konsept, zihindeki fikirlerdir. Eşruhlar, paralel evrenler, psişik yetiler ve daha nice spiritüel konseptler de esasında sadece bir fikirden ibarettir. Bunları biliyor olmak, bunları konuşmak kişiyi derin yapmıyor.
Bu deneyimleri derinlemesine yaşayan kişiler de zaten bu konulardan pek bahsetmezler. Zaten yaşarlar ve yaşamlarıyla size ilham olur. Mesela eşiyle öyle bir ilişkisi vardır ki orada hem aşkı görürsünüz, hem sürekli birbirlerini beslemeyi, geliştirmeyi ve güncellemeyi. Onların enerji alanlarına girdiğinizde zaten bunu hissedersiniz. Bu deneyimi yaşayan kişiler “Bak bu benim eşruhum” diye tutup size getirmezler. Bir dış onaya ihtiyaç duymaz. Keza yine mesela gerçek psişiklerin hayatları hiç de kolay değildir. Var benim arkadaşımlarım böyle, ne zorluklarlar yaşıyorlar şahidim. Ama ortalara çıkıp da ben böyleyim demiyorlar, bilakis hiç ortalarda olmamaya çalışıyorlar. Yine daha nice konsept vardır böyle, yaşayanlar susar, gerektiğinde anlatabilir de; ama sürekli bunlardan konuşmazlar. Spiritüelliğin S’sinden bile haberleri yoktur, ama varlıklarıyla sizi derinden etkilerler.
Derinleşmek olgunlaşma ile ilgilidir. Ruhsal büyüme ile ilgilidir. Deneyim ile ilgilidir. Derin bir insanın enerji alanına girdiğiniz anda bunu hissedersiniz. Onun konuşmasına bile ihtiyaç yoktur. Onun yakınında bulunmanız bile sizi bambaşka bir ruh haline sokar. Sizi dinginleştirir, huzur hissedersiniz. Hatta bazılarının aurası o kadar geniştir ki tüm şehre, tüm ülkeye, tüm dünyaya yayılır. Onun enerji alayla bağlantı kurduğunuzda binlerce kilometre öteden bile o sükuneti hissedersiniz.
Çünkü derinleşmek, bağlantıda olmak demektir. Kiminle? O’nunla… O kim? Senin en yüksek, en yüce, en ilahi halin. Sen bile değildir O, Biz’dir ama Biz’den de ötedir. O’na nice isimler verilmiştir. Ama ben O demeyi tercih ediyorum burada. O’nunla kurduğun ilişki ne kadar güçlüyse, sen O’nu çok daha fazla yansıtırsın. Sana bakanlar O’nun görürler. Kendilerindeki O’nu hatırlarlar. Kendilerindeki kutsiyeti, ululuğu hatırlarlar. Ve bunun için tek bir kelime bile etmene gerek yoktur.
Derinlik işte böyle bir derinliktir. Dizilerden başladık, bir örnek vermek gerekirse “Yunus Emre” dizisindeki Tapduk Emre’yi hatırlayın. Sadece anlattıklarıyla değil, ekranda göründüğü her an yaydığı enerjiyi hatırlayın. Orada rahmetli Payidar Tüfekçioğlu öyle bir aradan çekilmişti ki bizlere akan Tapduk Emre olmuştu. Keza yine mesela “Vuslat”taki Abdullah Efendi’yi izleyin. Nasıl derin bir karakter. Burada oynayanlar kadar senaryoyu yazanların da nerelere bağlanıp o karakterleri yazdıkları da önemli. Hepsi bir bütün işliyor.
Bu bağlamda ne “Atiye” ne de “Kanaga”da bu derinliği göremedim ben. Hatta “Kanaga”da spiritüel konseptlerin göze göze sokulması sıkıcı bile geldi. Mesela izlemediğim birkaç bölüm var, ama bir an önce izleyeyim isteği yok. Fakat “Yunus Emre” de öyle miydi? Biraz hazmetmek ve anlamak için bölümler arası boşluk verdiğimi bilirim.
Derinlikten bahsetmişken mesela Nacer Khemir’in “Bab’aziz”i izleyin. Pal Nalin’in “Valley of Flowers”ı izleyin. Neşeli ve de çok derin bir film “Otoyol 60″ı izleyin. Bunlar spiritüel derinliği olan filmlerdir. Bizden mesela “8 Saniye” hem çok güzel, hem de gayet derin bir filmdir.
Bununla birlikte elbette ki “Atiye” ve “Kanaga” gibi yapımların artması güzel çünkü nicelerine yol açıyorlar. Fakat eldeki kaynaklarla çok daha derin işler yapılıp, insanların hayatlarına nice dokunuşlarda bulunulabilir. Bu noktaları da dillendirelim ki bunun yolu daha da açılsın… : )