Ruhçularda sıklıkla gözlemlenen bazı davranış bozukluklarına, dergimizin 32’nci sayısında yayınlanan  “Şu Cennet Vatanın Spiritüelleri”  başlıklı yazımızda ve izleyen bölümlerinde değinmiştik. Bu yazımızda tekrarlardan kaçınarak genellikle klinik bulgulara ve psikologlarla psikiyatristlerin gözlem ve tanılarına yer vermeyi tercih ettik.
 
Özellikle sağlam bir temele sahip olmadan ve eksik bilgiyle ruhçuluk macerasına atılanlarda en sık gözlenen psikolojik rahatsızlık ‘algısal dejenerasyon’dur. Bu durumda gittikçe artan ve derinleşen melânkoli hâli oluşmaya başlar; huzursuzluk, durgunluk, kabuğuna çekilme, vaktiyle çok sevdiği şeylere karşı isteksizlik; derin iç sıkıntısı (anksiyete); günahkârlık ve suçluluk kompleksi oluşumu; bazı organlarının eridiği, çürüdüğü veya yokolduğunu sanma (Cotard sendromları veya affektif elem anestezisi) gibi saplantılara kapılırlar. Melânkolinin en ileri derecesi maalesef intihardır. Hattâ kimi ileri melânkoli türlerinde, sırf daha sonra acı çekmesinler diye en yakınlarını veya en sevdiklerini de öldürüp ondan sonra intihar etmek dahi vardır. Bu duruma ruhsal esaslı bazı tarikatlerde toplu intiharlar biçiminde rastlanabilmektedir (suicide collective).

Melânkolinin en basit sonuçları algı bozulmaları, hatırlama güçlüğü, irade çöküntüsü ve çeşitli obsesyonlardır.

İleride değineceğimiz gibi psikopatolojik nedenli sindirim ve solunum sistemi bozuklukları; paranoid reaksiyonlar, uyum bozuklukları, aile içi problemlerde artış; fanatik düşüncelerle birlikte aşağılık kompleksi ve günahkârlık gibi duygularda yoğunlaşma; kimilerinde zamanla dinsel ibadetlere düşkünlük; bazılarında alkolizme ve diğer madde bağımlılıklarına yönelme veya en azından belirli ilaçlara alışkanlık (toksikomani), zamanla trankilizanlara (uyku ilaçları) bağımlı hâle gelme; beslenme bozuklukları; uydurma masallar anlatma (fabulation) sıkça görülen semptomlardır.

Aşırı bir şekilde erdem, bilgelik ve ezoterik bilgi edinme arayışına sürüklenenlerde, kimi zaman manik-depresiflerdeki kimi zamansa daha hafif bir seyir izleyen nevrotiklerdeki belirtiler gözlemlenmektedir. Hangi türü olursa olsun, uygulayanı içsel huzurdan alıkoyan, sinirlilik ve moralsizlik dahil basit ya da karmaşık rahatsızlıklara neden olabilen tüm bu programlar ve bireysel çalışmalar o kişi ,için yanlış veya en azından yararsız demektir. O nedenledir ki yoğun fiziksel egzersizlerle birlikte uygulanan ve çağdaş insan için daha uygun olan  ‘dinamik meditasyon’  türlerinin geliştirilmiş olması boşuna değildir.

Ruhçular, ruhsal tebliğlerin ya da uzaylı bilge kişiler ve üstün varlıklardan geldiği varsayılan sanal mesajların gerçekliğine ve değişmezliğine adeta  ‘mutlak hakikat’  derecesinde inanmış olduklarından, zihinleri ileri derecede koşullu, hafızaları dağınıktır. Öyle ki bir yandan kendilerini yeniliklere kapatırken diğer yandan çok kısa bir süre önce gördükleri ya da yaptıkları şeyleri unutabilirler. Bedensiz varlıklardan alındığı söylenen tebliğlere öylesine kutsallık izafe ederler ki, tıpkı fanatik dinsellerde olduğu gibi, hoşgörü yitiminin işareti olarak bu konularda hiçbir eleştiriyi kabul etmezler. Bütün konuşmalarında sıklıkla şu sözcükler geçer: Ruhsal plan, rehber varlık, spatyom, medyom, trans, hipnotik trans, telkin, durugörü, celse, tebliğ, ruhlar, astral seyahat, aura… Halbuki bu arada tahmin edilemeyecek ölçüde  ‘kaderci’  olduklarını fark edemezler. Asıl fark edemedikleri şey ise, ruhu yücelttiklerini sanırken, gerçekte, tüm diğer varoluş unsurlarını önemsememe, küçümseme ya da ihmal etme nedeniyle o çok değer verir göründükleri ruhsal dengelerinin de bozulmuş olmasıdır. Çünkü bir türlü anlayamadıkları ya da anlamamak için direndikleri şey, kendi varoluşları için, hiç birinden vazgeçilemeyecek olan ve ancak tamamı insanı insan yapan bütün bu unsurların düzenli, dengeli ve interaktif bütünlüğünün gerekli ve zorunlu olduğudur. Bu hâlin kaçınılmaz sonucu olarak zamanla farklı derecelerde zekâ gerilikleri (oligofreni) başlar. İmbesilite (zekâ donukluğu), debilite (eğitilebilir zekâ geriliği), idiotie (ağır derecede geri zekâlılık) bu durumun farklı ve yoğunluğu giderek artan dereceleridir. Yine de kendilerini toparlamazlarsa ileri derecede mani ve melânkolinin ardından, zamansız akut nöbetlerle gelen manyak-depressif psikoz halleri başgösterebilir. Bu nöbetlerin cinsini, süresini ve sıklığını belirlemek hayli zor, hattâ neredeyse imkânsızdır.

Bu arada panik ataklar başlayabilir, varsa da sıklaşabilir. Ataklar sırasında hep kötü bir şeyler olacağı ve ölecekleri hissine kapılırlar. Hem spatyoma, oradaki yüksek varlıklara, eski üstadlara erişmeyi, onlarla bir arada olmayı ister hem de ölümden aşırı derecede korkarlar. Depresyonla (ruhsal çöküntü) birlikte kişilik bozuklukları da (paranoid, şizoid, narsisist, kaçıngan… vd.) artar. Örneğin aşırı öfkelidirler, ama kendilerince hâlâ her şeyin yolunda gittiğini sanarak hiç bilmedikleri konularda dahi, tıpkı dinadamları gibi kolay çözümler üretip çıkış yolları önermeye devam ederler. Biyoenerji birikimine sahip olduklarını sanırlar; kendilerini şifacı, kutsanmış ya da seçilmiş kişi sanmaya başlarlar. Bir anda terapist oluverirler. Kendilerinden enerji, iyilik ve tabii ki üstün bir ruhsallık yayıldığını sanırlar. Pek çok  ‘önemli sırlara’  vâkıf olduklarına dahi inanabilirler. Toplum ve insanlık için çok önemli kişiler olduklarını düşünebilirler. Gelecek hakkında kehanette bulunurlar. Durup dururken şu bizim popüler ama bozulmuş ve çıkarcı-ticari amaçlara âlet edilmiş sözde astrolojiye merak sarabilirler. Ufolara ve ufoculuğa tutkuyla bağlanabilirler. Böylelikle rehber varlıklardan başka, uzaydan gelecek o  ‘ışık bedenli’  yolgösterici ve kurtarıcılardan, çok gelişmiş üstün varlıklardan (kendi kendilerini aşağılatırcasına) medet ve yardım ummaya başlarlar…

Başından beri psikozlar nedir, psikonevrozlar nelerdir, psiko-fizyolojik bozukluklar (psiko somatik sendromlar) nasıl anlaşılır, psikopatik reaksiyonlar (karakter bozuklukları dahil) nasıl tanımlanır… gibi temel konularda hiçbir bilgi sahibi olmadıkları halde, gerek yerli ve yabancı kaynaklı basmakalıp tebliğlerden anlayabildikleriyle, gerekse de aşırı derecede saygı, güven ve bağlılık duydukları üstadlarının önerileriyle her konuya ve her soruna kendilerince çözümler bulup neredeyse kalkıp bir de teşhis koyarak reçete bile yazarlar. Ya da sizi hemen bir celseye katıp rehber varlıklardan birisinin peşine takmaya çalışırlar. Tabii bu arada en karmaşık ve çok koşullu-çok değişkenli konu ve sorunları dahi kolayca yorumlar, her türlü meseleye en ideal çözümleri bulurlar. Bu durumun varacağı en masum durak maalesef  ‘erken bunama’  olacaktır.

Şizofreni (Erken Bunama) : Ruhçular ileri aşamalarda dünya gerçeklerinden ve kendi ruhsal realitelerinden öylesine uzaklaşmışlardır ki; bilinçle birlikte iletişim ve etkileşim halinde olması gereken gerçek ruhları yerine, ruh sandıkları varlıkların toplaştığı bir başka yapay mekanizmaya ve onun sanılarına bağlanmaktan ve bu bağlılıkla oluşan aldatmacayı yaşamlarındaki her şeyin önüne geçirmelerinden dolayı kaçınılmaz olarak duygusal, zihinsel ve ruhsal kopma-yarılmalar yaşarlar. İşte bunun da sonucu, eskilerin  ‘erken bunama’  dedikleri şizofrenidir.

Klinik belirtileri çok zengin ve çeşitli olduğundan burada uzun uzadıya anlatılmasına gerek olmamakla beraber genel olarak ruhsal fonksiyonlar arasındaki bağlılık ve tutarlılığa ilişkin dengelerin bozulması biçiminde tanımlayabiliriz. Ruhsal huzursuzluk yanında, dışarıdaki dünyanın gerçekleriyle kendi iç dünyasının bir türlü uyuşamaması en belirgin hususlardandır. Bunun sonucunda coşku ve heyecan azalır, ilgi zayıflar, amacı kalmadığı için hayattan bir türlü zevk alınamaz olunur.

Şizofrenide zekâ ve düşünme bozukluklarında zamanla artışlar baş gösterir. Seksüel ve homoseksüel obsesyonların görüldüğü olmuştur.

Şizofreninin paranoid, katatonik ve nevrotik… gibi türleri vardır. Prof. Dr. Rasim Adasal 1976 yılında şöyle yazıyordu: “Özellikle şizofreninin başlangıcında kâinatın oluşu, tanrı işleri, tabiatüstü kuvvetler ve buna benzer diğer metafizik problemlerle uğraşma obsesyonları görülmektedir”. Bunları biz söylemiyoruz; ülkemizde uzun yıllar en yetkili otorite kabul edilen kişi böyle anlatıyor. Bu tür şizofrenilerde ilaçlı tedavi yanında, ondan da önemlisi mutlaka psikoterapi ve sosyoterapi uygulanmalı; hasta, iyi planlanmış bir rehabilitasyona alınmalı ve belirli bir işle uğraştırılmalıdır. Özellikle henüz başlangıç dönemindeki şizofreni hastaları böylesine kombine bir tedavi ile ruhsal ve zihinsel sağlıklarına kavuşturulabilmektedir.

En ileri şekli paranoid şizofreni’dir.

Prof. Dr. Gıyas Ünsal, bundan otuzbeş yıl önce şöyle yazmıştı:  “ (mistik paranoyaklar)… kendilerini mehdi, mesih, peygamber, tanrı… sanan ve bunu çeşitli yorumlara bağlayan hastalardır… Bu mistik delirler geliştikten sonra hastalar nutuklar vermeye, vaazlarda bulunmaya, sağa sola telkin mektupları gödermeye başlar. Bazıları aynı zamanda melekleri veya peygamberlerin ruhunu, tanrıyı gördüklerini ileri sürerler. Bunlar gerçek halüsinasyon olmaktan ziyade, bazı paranoyalı azizlerde olduğu gibi daha ziyade hayalî görmelerden ibarettir.”

Şimdi de diğer muhtemel rahatsızlıklara kısaca göz atalım:

Nevrastenik Reaksiyonlar: Genel adı  ‘sinir yorgunlukları’dır, ama daha ziyade sinirlerin zayıflamış olmaları nedeniyle ortaya çıkarlar. Düşünmede ve dikkati yoğunlaştırmada zorlanma bu rahatsızlık grubunun önemli bir belirtisidir. Migren, bel ve sırt ağrıları, kramplar ve kaslarda karıncalanamalara sıkça rastlanır. Sindirim bozuklukları ve iştahsızlık artar. Göğüs bölgesinde yalancı ağrılar, ekstrasistoller ve taşikardik semptomlar görülür; tansiyon dengesi bozulur. Cinsel empotans gözlemlenebilir.

Bu rahatsızlık genellikle hafıza zayıflığı, unutkanlık ve dalgınlıkla birlikte seyreder.

Konfüzyonlu Mani: Uzun uzadıya saymaktan özellikle kaçındığımız mani türleri arasında, ileri derecede ruhçularda en çok rastlananıdır.

Oryantasyon ve uyum bozukluklarıyla başlar; hafıza sorunları baş gösterir; görme ve işitme halüsinasyonlarıyla seyreder; zihnin puslanması artar; yapay ama büyük korkular oluşmaya başlar;  korkular arttıkça, ilginçtir ki megalomanide de artışlar gözlenir… sonunda bu durumlarla ilişkili daha başka ruhsal bozukluklar ortaya çıkar. İleri aşaması olan megalo-manyaklıktan sonra ise delirme neredeyse kaçınılmaz olur.

Ancak konfüzyonlu maninin başlangıcında bir  ‘ipomani dönemi’  vardır ki, pek çok olumsuzluğu gizler. İpomanik tipler canlı, neşeli, konuşkan hattâ şakacı ve yardımsever görünürler. Ama iki farkla: Birincisi, genellikle önceleri böyle değildirler; ikincisi, artık herkese akıl vermeye ve çok önemli tasarılarından ciddiyetle sözetmeye başlamışlardır. Bir başka belirtisi de sürekli kendilerini dinleyecek muhatap aramaları ve biraz olsun sıkıştırıldıklarında taşkınlığa yönelmeleridir.

Anksiyete Nevrozu: Ruhçuların bir türlü kendi gerçek varlıklarına erişememiş olmaları nedeniyle özellikle kabulenmemekte ısrarcı oldukları böylesi bir durum aşırı üzüntü verici içsel bir huzursuzlukla başlar; çoğu zaman panik derecesindeki endişe ve korku ile kendini gösterir. Manevi sıkıntılar felaket haberciliği ile dışa vurulabilir, çoğu kez de melânkoli ile devam eder. İleri derecesi anksiyete krizleridir. Her türlü çevresel etkenin tehlikeli olabileceğine inanır ve bundan sürekli endişe duyarlar. Bu kişilerde hep kötü ve tatsız olaylar olacakmış hissi hakim olur. Böyle zamanlarda hayatın yaşanmaya değmeyeceği, asıl huzurun spatyomda  (ahiret, ruhlar âlemi) bulunacağı kanaati yerleşebilir. Bir yandan toplumdan kaçmak isterken öte yandan da yalnız kalmaktan korkarlar. Heyecanları böylesi olayların etkisiyle iyice dengesizleşir. Öyle ki, aradıkları huzuru sadece ruhsal seanslarda ve celselerde bulabilecekleri yanılgısına kapılırlar. Ama bu arada da hipnotik, telepatik… güç ve yeteneklere sahip olduklarını sanırlar.

Anksiyete krizleri genellikle geceleri oluşur. Karanlıktan korkarlar; hattâ duyulan korku, endişeye ve boğulma hissine kadar vardırılır. Gece krizlerinde karanlıkta çeneleri kilitlenir; soğuk soğuk terlerler; solukları düzensizleşir, hattâ arada bir kesilir gibi olur. Uyku bozuklukları (insomnia) ve uyku sırasında nefesin tıkanması ya da solunumun duraklaması demek olan  ‘uyku apnesi’ sıkça görülür. Gerginlik spazmlara kadar varabilir; göz kararmalarına, bacaklarda uyuşma ve titremelere rastlanabilir. Enseden bele kadar inen ağrılar hissedebilirler. Kalp atışları hızlanır, kriz derin bir yorgunluk, bitkinlik ve yaşamdan bezginlik hissiyle sonlanır.

Obsesyonlu Nevroz: Şiddetli içsel sıkıntılardan tüm çabalara ve irade gösterilerine rağmen kurtulamamanın sonucunda ortaya çıkarlar. Eksik bilgi, tutarsız-dengesiz ve saçma ruhsal saplantılar bu süreci hızlandırır. Giderek fobiler çeşitlenir, irade zayıflığı artar, özgüven azalır.

Bir türü de  psikasteni’dir. Ruhsal enerji azalır, zihnin gerçeklik fonksiyonları bozulur. İngiliz uzmanlar bu durumu  ‘obsessional neurosis’, amerikalılarsa  ‘compulsive neurosis’  olarak adlandırırlar. Diğer ruhsal saplantılar yanında hayal kırıklıkları, çeşitli mesleki kaygılar, düzensiz ve dengesiz cinsel yaşam, obsesyonlu nevrozu artıran ve hızlandıran nedenlerdir. İrade zayıflığı, genel ve ortak belirtileri arasında başta gelenidir. İnsan bedeninin değersiz, anlamsız, hattâ çirkin olduğu düşünülmeye başlanır. Hastalığın şiddetine göre kuşku ve kararsızlık da artar. Kendi ruhsal dengesizliklerini ve yorumlama yanlışlıklarını haklı çıkaracak kanıtlar ararlar. Kuruntuları her geçen gün artar. Ruhsal sandıkları konulara iyice takılırlar. Ruh, insan, kader, dünya, ölüm, âhiret, kötü ruhlar, şeytanî güçler… gibi konulara metafizik obsesyon derecesinde taklılırlar. Böyle hastalara ileri hallerde ruh hekimlerince şizofreni tanısı dahi konulabilir.

Yine de zaman içinde geleceği görme yetisini edindiklerini sanırlar. Kendilerince  ‘gelişmekte’dirler. Sık sık  ‘astral seyahat’  yaptıklarını iddia ederler; düşünce okuyabildiklerini,  ‘aura gördüklerini’  sanabilirler. Kimileri ise depremleri, su taşkınlarını ve tüm doğal âfetleri önceden bilebileceklerini düşünürler.

Psikonevrozlar: Pek çok nedeni ve çeşitleri olabilir. Konumuz itibarıyle bizi ilgilendirenler ruhsal fonksiyon bozukluklarıyla ortaya çıkan sinirlilik, içsel çatışma halleri; hayat felsefesindeki çarpıklıklar neticesi ortaya çıkan garip ve mantıksız savunma mekanizmaları oluşturma; aşırı hırçınlık, eleştiriye karşı tahammülsüzlük hattâ saldırganlık; nefsi cezalandırma isteği; kendini başkalarından üstün görme dürtüsünde artış; uyku bozuklukları, irade zayıflıkları, yorgunluk ve asteni; gittikçe derinleşen iç sıkıntıları, şüphe ve güvensizlikte artış; melânkoli, hastalık kuruntuları (hipokondriak belirtiler), delirme korkusu, obsesyon ve fobilerde çeşitlilik ve yoğunluklarındaki artışlar biçiminde görülürler.

Histeri: Histerik krizler ve bayılmalardan başka uyku halleri (katalepsi, letarji, somnanbulizm) görülmeye başlar. Gülme ve ağlama krizleri gelebilir. Kişilik bölünmelerine hattâ çoklu-bölünmüş-kişiliğe kadar gidebilen vakalar gözlemlenmiştir.

Aşırı hayalcilik sonucu hatıra bozuklukları oluşur. Bazı önemli bilgilerin, hattâ yaşamdaki dönemlerin unutulmasıyla hatıra ve hafıza boşlukları meydana gelebilir. Yalancı psikoz gibi başlayan histeri psikozları, ruhsal seansların ısrarla sürdürülmesi sonucu zamanla sıklaşarak ağırlaşır. Yeni yeni garip jestler, mimikler ve teatral tavırlarla anlamsız ve sahte gülme alışkanlıkları edinilir. Akıl ve bilinç dışı saplantılar arttıkça bunlar dışa vurulmaya çalışılır. Benimseme ve kendini kaptırmadaki artış oranında yalancı halüsinasyonlar baş gösterir, giderek bunlara kendini inandırma eğilimleri artar. Bazı heyecanlara tahammülsüzlük göstermeye başlarlar. Bu arada bencillikleri artar. Çevresinde ilgi uyandırmak ve önemsenmek için hayal mahsulü olaylar ve uydurma öyküler anlatmaya başlarlar. Histeri nöbetlerinin sıklığı ve her defasındaki süreleri de zamanla artış gösterebilir. Çok iyi hastalık taklidi yaparlar.

Fobik Reaksiyonlar: Korku esaslı, olumsuz ve anlamsız ruh hallerinin nevroza dönüşmüş biçimidir. Ruhçularda gerçekten de sıkça rastlanabilen belirtilerdendir. Üstelik onlarda bu konfüzyonel haller, korkutucu ve ürkütücü hayalî görüntülerle desteklenmiş durumdadır.

Bazı sesler duyduklarını sanabilirler; kapalı mekânlardan korkarlar (claustrophobie), bazen de aksine insanların kalabalık halde bulunduğu geniş ve açık alanlardan korkarlar (agoraphobie); yükseklik korkuları da (acrophobie) hayli yaygındır. Öyle ki yüksek yerlere çıkamaz, çıksa da aşağılara bakamazlar; bacakları titrer, başları döner, nefesleri tutulur; ama bir yandan da sıçrama ve atlama duygusu baş gösterir.

Bu tür fobilerin diğer biçimleri arasında karanlık korkusu (nyotophobie), hayvan korkusu (zoophobie), deniz korkusu (thalassophobie), hastalık korkusu (nosophobie)… sayılabilir.

Nasıl arabalarıyla kaza yapanlarda direksiyona çıkma korkusu oluşabiliyorsa; yukarıda sayılan fobik reaksiyonların, o kişilerin geçmiş yaşamlarında meydana gelen bir takım tatsız olaylar ve geçirilmiş olan kazâlarla ilgili olabileceği öne sürülmektedir. Ama özellikle amatör parapsikoloji tutkunları ve henüz başlangıç düzeyindeki ruhçularda bu türden davranışlar ruhsal panik unsurları haline gelerek,  ‘fobik karakter’  özelliği gösterecek kadar psişik yapılarında yer etmiş olabilirler.

Psikopatlık: Bu da üzerinde önemle durulması gereken bir hastalık grubudur. Pek çok çeşidi vardır. Genel olarak karakter bozuklukları bu grupta yer alırlar.

Konumuzla ilgili olanlardan en sık rastlananları şunlardır:

. Moral ilgisizlik.

. Kazanılan sahte üst-benlik nedeniyle gerçekte impulsif-saldırgan karakter edinmiş olduğu halde bu eğilimlerini bastırma çabaları.

. Övünme ve kendini aşırı derecede beğenme, üstün görme (paranoid eğilimler). Böylesi duygular kaçınılmaz olarak bencilliği artırırlar.

. Egzantriklik. Farklı ve aykırı giyim-kuşam ve farklı davranışlarda bulunma isteği.

. İbret almama, yaptıklarından pişmanlık duymama.

. Sosyal uyum sorunları ve bunun sonucunda antisosyallikte artış.

. Özensizlik, derbederlik, pejmurdelik, fiziksel kirlilik…vd.

. Saldırganlık, ileri derecede sabırsızlık, geçimsizlik ve kavgacılık.

. Yalan söylemede ve mitomani’de (hayalî yalanlar, uydurma maceralardan doyum) artış.

. Aşırı müdahalecilik.

Uzman ruh hekimleri 1970’li yılların başında, gelişmiş Batı toplumlarında hastanelere ve sağlık merkezlerine başvuran hastaların 1/7’sinin gerçek hastalık nedenlerinin psikolojik rahatsızlıklar olduğunu belirlemişlerdi. Bu oran 90’ların başında 1/6’ya yaklaşmıştı. Bu arada sadece Kuzey Avrupa ülkelerinde oransal bakımdan azalma gözlemlenmiş, ama tüm diğer Avrupa ve Amerika ülkelerinde (Japonya dahil) artışlar görülmüştür. Son istatistikleri merakla bekliyoruz.

Muhtemel semptomlardan diğerlerini uzun uzadıya anlatmak sıkıcı olabileceğinden, araştırılmalarını daha fazla bilgi edinmek isteyenlere bırakarak, önemli gördüğümüz birkaçını daha sıralamakla yetinelim. Mesele yeterince anlaşılmıştır. Bunlar;

. Hipokondri (kuruntu nevrozları),

. Cinsel soğukluk ve yetersizlikler,

. Psikosomatik esaslı ruhsal hastalıklardır (başta reaktif depresyon olmak üzere tüm akut ve kronik anksiyeteler, solunum güçlükleri, mental anoreksi; yine sık görülen rahatsızlıklardan mide ve duedonum ülserleri, ürtiker ve diğer cilt rahatsızlıkları, sinirsel hipertansiyon, migren… gibi).

SONUÇ

Siz yine de içinizi rahat tutun. Ruhçuluğa eğilim gösterseniz de göstermeseniz de, kendinizde bu belirtilerden herhangi birini gözlemlemiş olmanız illâ ki ruh hastası olduğunuzu göstermez. Ama birkaçını bir arada gözlemlediğinizde mutlaka ve fazla vakit geçirmeden gereğini yapınız… ve de mümkünse en kısa zamanda şu ruhçuluk takıntısından vazgeçiniz.

Ruhçuluk ve parapsikoloji ile uğraşmak yerine düzenli spor yapınız; eğer varsa, bu arada diğer kötü alışkanlıklarınızı da bırakınız. Bol sıvı ve bitkisel ağırlıklı doğal besinler tüketmeye gayret ediniz. Hayvansal gıdalardan en azından bir süreliğine uzaklaşıp onun yerine ayurvedik bir beslenme düzenine geçiniz, yiyeceklerinizi çeşitlendiriniz; düzenli uyuyunuz. En az bir hafta, en çok iki hafta sonra size uygun olduğunu düşündüğünüz pozitif ve insan-odaklı bir felsefe ile uğraşmaya başlayınız. Bol bol sinemaya, tiyatroya, sanat sergilerine gidiniz; sevdiğiniz bir müzik türünü (arabesk hariç) dinlemeye daha çok zaman ayırınız. Daha da önemlisi hiç vakit geçirmeksizin temel klasik yoga sistemlerinden birisine başlayınız.

Her gün aynı saatte yatıp aynı saatte kalkmaya gayret ediniz; canınız sıkıldıkça duş alınız; bol bol sebze, meyve tüketiniz,  bunların taze sıkılmış az posalı sularını tercih ediniz. Eminim ki aradaki olumlu farkı daha başlarken gözlemleyeceksiniz.

A. Kerim Soley