Bilge insan fırtınaya yakalandığında Tanrı’ya dua eder. Kendisini tehlikeden koruması için değil, korkusundan özgürleşebilmesi için
Emerson

Einstein dört yaşına kadar konuşamadığı için ailesi onun geri zekâlı olduğunu düşünüyordu. Müzik öğretmeni, Beethoven’ı “umutsuz vaka” olarak tanımlamıştı. Muhammed Ali’ye öğretmeni “Senden hiçbir şey olmaz” demişti. Sağır, dilsiz ve kör Helen Keller’in başardıklarını çoğumuz biliyoruz. Bilmiyorsanız biyografisini okumanız size ilham olacaktır. (Her Şey Su İle Başladı-Kuraldışı Yayınları)

Günlük gazetelerde zaman zaman tüm zorluklara rağmen ayakta durmayı ve fark yaratmayı başarmış insanların haberleri ve hikâyeleri yayımlanır. Onları bir başka gözle oku. Empati kurarak ve ilham alarak oku.

Yaşamında boşluk hissediyorsan yaşamadığın içindir. Neyi yaşamadığın için? Rüyalarını. Yüreğinin rüyalarını. Belki bugüne kadar gerçekleşirse seni mutlu edeceğini düşündüğün birçok amacını gerçekleştirdin. Peki, o boşluk geçti mi?

Ne çok insan kendisini mutlu edeceğini sandığı şeyleri gerçekleştirdiğinde mutlu olacağı yerde daha da mutsuzlaşıyor. Çünkü başarının geçici sarhoşluğu geçtikten sonra, umduğu doyumu bulamamış olmanın hayal kırıklığını yaşıyor.

Gittikçe daha çok insan “Yüreğinin Rüyası”na odaklanıyor. Buna kimileri “Anlamlı ve Amaçlı Yaşamak” diyor, kimileri “Sevdiği işi yaparak para kazanmak” diyor.

Gerçek rüyalarımız, ruhumuzdan, yüreğimizden gelir. Enerjimizi yükselten, değerli, yaratıcı, yararlı ve üretken olduğumuzu hissettiren her faaliyet, bize gerçek rüyamızın ne olduğu hakkında ipuçları verir. Hayatınızda keyif alarak yaptığınız faaliyetler neler?

Rüyalarını yaşayan, rüyalarını gerçekleştiren insan kendini farklı, özgün, canlı, enerjik, tutkulu ve daha “gerçek” hisseder. Kendisi olduğunu hisseder. Rüyalarını gerçekleştirmek bir seçimdir. Rüyalar atacağın adımlarla gerçekleşir.

“İyi de ben rüyamın ne olduğunu bile bilmiyorum” diyebilirsin.

Sor kendine: “Yüreğimin şarkısı ne?” “Ruhumu dans ettiren, yüreğimin söylediği o şarkı ne?” “Yıllarca yapmak istediğim ama birtakım engeller, korkular ya da inançlar nedeniyle yapmadığım/yapamayacağıma inandığım şey ne?”

Rüyanın ne olduğunu keşfetmek için en uygun zaman sabahları ilk uyandığın zaman ya da doğanın içinde kendine ayırdığın sessiz sakin zamanlardır. Zihin sakin olduğunda netlik artar. Tüm başarılı ve doyumlu insanlar büyük kararlarını sakin bir zihinle alır ve hayatlarının her alanında dengenin olmasına önem verir.

Belki şu anda birçok hedefin vardır. Onları teker teker gerçekleştiriyor ve hayatının yolunda gittiğini düşünüyor olabilirsin. Şu soruyu sor kendine: “Gerçekten mutlu muyum?” “Doyumun ve mutluluğun bana hedeflerimi gerçekleştirdiğimde geleceğine inanıyor muyum? Huzurun, doyumun kaynağı daima içimizdedir. Dünyanın tüm başarıları kişiye bu huzuru veremez.
Sıkça iç dünyanda nasıl hissettiğine dikkat et. Amaçları gerçekleştirmek iyidir. Onları gerçekleştirdiğinde gerçekten neler hissettiğine dikkat et. Kendini ödül kazanmış hissediyor musun? Yoksa bir mücadeleyi sona erdirip bir sonraki hedefe mi yöneliyorsun? Hayatında yarattığın küçük başarıları kutlamak için kendine zaman ayırıyor musun? Hiç kimse sana aferin demese bile sen kendine aferin diyor musun?

Hayattaki gerçek mutluluk ve doyum, tutkuyla gerçekleştirmek istediğin misyonu bilmene ve onu kucaklamana bağlı.

İçinde olağanüstü yaratıcılık ve gerçekleşmeyi bekleyen sadece sana özgü rüyalar var. Bu rüyaları gerçekleştiremeden sürdürülen hayatta hissedilen o derin boşluğun acısı, onu gerçekleştirme riskini alma korkusundan çok daha acı vericidir. “Hepsi bu mu? Hayat sonu gelmez bir mücadele mi? Katlanılması gereken bir ceza mı?” diye soruyordu görünüşte her şeye sahip olmuş ama aradığı mutluluğu ve huzuru bulamamış yetmişli yaşlarda bir kadın.

 

Günlük yaşamın detaylarına öylesine takılıyoruz ki Büyük Planı göremiyoruz. Ödenecek faturalar, değiştirilecek çocuk bezleri, iş sıkıntıları, ev ve aile sorunları, masamızda yığılmış dosyalar, ev temizliği, beklediğin terfii almamak…

Hayatın yükü altında ezildiğimizi hissederken, hayatın ödüllerini gözden kaçırıyoruz.

İşte bu anlarda başımızı kaldırıp ufka bakma zamanı. Daha büyük bir planın parçası olduğunu hatırlamak. Kendi büyüklüğün, senin en harika versiyonun. Dünyaya geliş nedenin ve dünyaya sunacağın armağan, ruhunda kayıtlı ve ortaya çıkmayı bekliyor. Tıpkı genlerinin içinde oturan DNA sarmalları gibi. DNA’ların sadece genetik bilgileri değil, Ana Planın bilgilerini de ihtiva ediyor. Günlük yaşamın telaşı içinde misyonunun ne olduğunu göremiyorsun ama o orada, kendisini ifade etmeye izin vermeni bekliyor.

Hayatımızın kıyılarına vuran dalgalarla boğuşmakla meşgulken ufku göremiyoruz. Dalgalar gelince zıpla. Üstüne çık. Dalgalar boyumuzu aşıyorsa, dalgaların altında kalmak yerine onunla birlikte sörf yapmayı öğrenebiliriz. Usta bir sörfçü, dalgaların üzerinde ayakta kalmayı başarır. Bunu başarana kadar çok kez düşer kalkar, gittikçe güçlenir, dengesini geliştirir, her geçen gün daha da ustalaşır. Sakin bir denizden usta bir sörfçü de denizci de çıkmaz. Hiçbir çabanın ve zorluğun olmadığı bir hayat, anlamlı büyük bir hayat olamaz.

Bundan sonra zor bir durumla karşı karşıya geldiğinde görünenden daha fazlası olduğunu hatırla. “Bu deneyimde benim için ne tür bir ders var?” diye sor. Her ders Büyük Plan’ın zorunlu müfredatından biridir. Tabii görmeyi bilirsek. Görürsek dersi tekrarlamak zorunda da kalmayız.

Meryl Streep’in oynadığı bir filmde insanlar öldükten sonra belli bir süre Araf’ta kalıyorlardı. Orada her insan, hayatında korkudan dolayı yaptığı yanlış seçimlerle yüzleştiriliyordu. O olaylar kendisine yeniden yaşatılıyordu. Eğer korku yerine cesaretle davranmayı seçiyorsa, hayatına daha üst düzey bilinç seviyesine sahip bir yerde devam ediyordu. Eğer sınavı geçemiyorsa dünyaya yeniden geri gönderiliyordu.

Dünya gezegeni gerçekten de insanların korku ile cesaret arasında seçim yapma sınavından geçtiği ve cesareti seçerek evrimleştiği bir yer. Sembolik bir anlatımla, İnsanlık ailesi üyeleri üniversiteyi bitirecek kapasitedeyken, bir türlü öğrenemediği için hâlâ ilkokul birinci, ikinci ve üçüncü sınıfın derslerini tekrar ede ede ömrünü tamamlayan çoğunluktan oluşuyor.
İnsanlık tarihi nice zor hayat yaşamış, nice engellerle karşılaşmış, hayallerinin büyüklüğünden dolayı çevresinin alayına ve aşağılamasına maruz kalmış ama büyük olmaktan vazgeçmemiş insanlarla dolu. Bu insanlar bize her şeyin mümkün olduğunu gösteriyor.

Humanistik Psikoloji’nin babası Abraham Maslow’un dediği gibi, “Eğer insanın potansiyelinin ne olduğunu bilmek istiyorsan, sokakta yürüyen insana değil, maratonda rekor kırana; herkesin yaptığını yapana değil, yaratıcılığıyla çığır açan insana; sıradan insana değil, her şeyin en iyisini yapabilene odaklan. O zaman insanın potansiyelini idrak edersin.”

Kendi potansiyelini ve gücünü de!

Yaratıcı Zekâ, kendisini asla tekrar etmeyecek kadar sınırsız yaratıcılığa sahip. Eğer dünyaya geldiysen, kelimenin tam anlamıyla eşsiz, benzersiz ve özgün bir varlıksın. Kimsenin tekrarı değilsin. Doğarken içinde getirdiğin armağan paketini açarak dünyayla paylaşmak senin misyonun.

Ruhunun, yüreğinin şarkısını dinlersen bunu sana sürekli hatırlattığını duyacaksın. Bunun için kendine sessiz zaman ayır. Her gün!

Beraberinde getirdiğin bir plan var. Buna güven! Dünyaya sunacağın güzellikleri paylaşmak için buradasın. Olanakların, bazen aşman gereken zorluklar paketinde hediye olarak geldiğini hatırla. Paketi aç ve içindeki armağanı al. Doğru yerde ve doğru zamanda işine yarayacaktır. Misyonunun seninle buluşmasına izin ver.

İnsanların çoğu küçük olmaktan, sıradan olmaktan korkmuyor. Onları korkutan büyük olmak! Çünkü büyük olabilmek risk alabilmeyi, cesareti ve sorumluluk alabilmeyi gerektiriyor.

Tüm misyonların ortak noktası ne? Mümkün olduğunca çok sayıda insanın hayatında olumlu fark yaratmak. Bu dünyada var olmanla olmaman arasında bir fark olması. Varlığınla fark yaratman. Öldüğünde arkandan ağlayanların sayısının doğduğuna sevinenlerden fazla olması.

Hayallerini gerçekleştiren insanların ortak noktası ne? Başkası değil, kendi olmalarını hayatlarının bir numaralı amacı yapmaları ve korkularına rağmen hayalleri doğrultusunda adım atmaları. Yaratıcılık ve potansiyelimiz ancak kendimiz olduğumuz anlarda ortaya çıkıyor.

Eğitimlerde sıkça kullandığım şu sözü yine tekrar etmekte yarar var.

Korkak insan da cesur insan da korkar. Ama aradaki fark şudur: Korkak insan korkularının onu ele geçirmesine izin veren insandır. Cesur insan korkularına rağmen adım atabilen insandır.

Galiba Brecht’indi şu söz: “Öldüğümde arkamdan iyi insandı demelerini istemem. Arkasında iyi şeyler bıraktı demelerini isterim.”

Misyonun seni çağırıyor. Onun sesini dinle.

Sevgiyle hoşça ol.

Nil Gün