İnsan, birçok içgüdüye sahip bir canlıdır. Sahip olduğumuz en güçlü içgüdünün hayatta kalma güdüsü olduğunu söylemek sanırım yanlış olmaz.

Hayatta kalma güdüsünü tatmin etmek; eski zamanlarda, bugün olduğu kadar karışık bir süreç değildi. Susayan bir insan, gidip dereden su içebilirdi. Acıkan bir insan, meyve yiyebilir veya hayvan avlayabilirdi. İnsan nüfusu doğal ölçüler çerçevesinde dengeli iken, ortada kıtlık diye bir kavram da yoktu; her türlü kaynaktan yeterince vardı.

Zaman içerisinde; insan nüfusunun artmasıyla birlikte kaynak sıkıntıları baş göstermeye başladı. Yeterince “elma” olmadığı için, insanlar elma yemek için birbiriyle kavga etmeye başladılar. Bunun yanı sıra; artan nüfus sebebiyle daha geniş bölgelere dağılma ihtiyacı ortaya çıktığı için, bazı insanlar daha fazla elmayı, bazıları ise daha fazla portakalı kontrolü altında bulundurmaya başladı.

Elma bölgesindekiler her gün elma yemekten, portakal bölgesindekiler ise her gün portakal yemekten sıkıldıklarında, iki seçenek ile karşı karşıya kaldılar: Ya kavgayı büyütüp elmacı (ya da portakalcı) insan ırkını tamamen ortadan kaldırmak gerekiyordu, ya da sahip olunan kaynakları paylaşmak.

Günümüzde hala devam eden elmacı – portakalcı savaşlarını bir kenara bırakacak olursak; eski insanlar alışveriş denen şeyi o zamanlarda icat etmiş olmalılar. Bir kasa elma karşılığında bir kasa portakal almak, oldukça basit ve adil bir alışveriş yöntemi; öyle değil mi?

Ne var ki, elma ve portakal dünya üzerindeki tek kaynak değildir. Su, post, hayvan eti, süt, yumurta gibi farklı kaynakları alışveriş yöntemiyle paylaşmak söz konusu olduğunda, yeni problemler baş gösterdi. Öyle ya; bir kasa portakal ile bir kasa elmanın değerinin aşağı yukarı aynı olacağını herkes söyleyebilir. Ya bir hayvan postu? O hayvanı avlayan avcının kendi hayatını tehlikeye atışı ve postu söküp giyilebilir hale getirirken verdiği uğraş kaç elmaya bedeldir?

Bu problem, paranın icadıyla bir nebze olsun çözüldü. Ortak bir ölçü birimi çerçevesinde, paylaşılan kaynaklara belli değerler biçildi ve bu değerleri ifade eden metal parçaları insan toplulukları arasında kabul görmeye başladı. Artık elmacı 30 metal vererek bir post alabiliyor, postçu ise bu 30 metal ile iki kasa portakal alabiliyordu.

Kaynaklar, ürünler ve hizmetler çeşitlenmiş olsa da, günümüzde ekonomi denen kavram hala bu basit prensip üzerine kuruludur.

Ekonomi kavramının bu basit prensibinde gözden kaçırılmaması gereken önemli bir nokta var: İnsan; bu çark içerisinde hem üretici, hem de tüketici pozisyonundadır. Elmacı, elmaları toplayıp yıkayarak ve yemeye hazır hale getirerek bir üretim yapar. Postçu, hayvanı öldürüp postunu sökerek ve insan için dikerek bir üretim yapar. Yapılan bu iki üretim, ortak bir pazar üzerinde alışveriş yöntemiyle paylaşılmış olur ve elma üreticisi post tüketicisi, post üreticisi de elma tüketicisi rolünü üstlenir.

İnsanın hem üretici hem de tüketici rolünde olmadığı bir ortamda, ekonomik denge bozulmaya mahkumdur. Öyle ya; elmacı elma toplayıp yıkamazsa ve portakal & post almaya devam ederse, zaman içinde biriktirmiş olduğu para bitecek ve hayatta kalma güdüsünün temel öğeleri olan yeme & barınma ihtiyacını karşılayamadığı bir durumla karşı karşıya kalacaktır. Bu yüzden, ekonomik döngü bir kez başladıktan sonra, dönünün dışına çıkmak neredeyse imkansız hale gelir.

Zaman içerisinde gelişen sanayi; insan topluluklarını, elma toplayıp yıkama görevini insanlar yerine makinelerin yaptığı bir ortama doğru sürükledi. Bu ortamda; daha önce elma toplamakla görevli 5 kişi yerine, elma toplama makinesini kullanabilen bir kişinin çalışması yeterli idi. Bu durum, geriye kalan 4 kişinin işsiz kalacağı anlamına gelmiyordu; zira insani bir karar mekanizmasına hala ihtiyaç vardı. Makinenin toplayıp yıkadığı elmaların kontrol edilmesi, makinenin bakımının yapılması, daha verimli çalışabilmesi için gözlem ve araştırmaların yapılması gibi işler, geriye kalan 4 kişiyi meşgul etmeye yetiyordu. Yani; beş elmacının beşi birden, aynı anda hem üretici, hem de tüketici olmayan devam edebiliyordu.

Fark ettiğiniz gibi; elma toplama makinesi, insan ırkının sanayileşme dönemini temsil eden küçük bir örnektir. Ancak gelişen teknoloji, bizi insan karar mekanizmasının dahi devre dışı bırakılabildiği bir ortama doğru yavaş yavaş sürüklemektedir.

Şöyle düşünelim… Karar verebilen ve kendi bakımını yapabilen bir elma toplama makinesi olsa, ve beş elmacının en güçlüsü bu makinenin sahibi olduğunu iddia edip diğerlerini yanına bile yaklaştırmasa ne olurdu? Geriye kalan 4 elmacı hem üretici hem de tüketici olmaktan çıkıp sadece tüketici olmaya yönleneceği için (yani işsiz kalacağı için), ceplerindeki para zaman içinde tükenirdi ve bir süre sonra portakal veya postsuz yaşamaya çalışmak zorunda kalırlardı – yani hayatta kalmaya dair en temel ihtiyaçlarını bile karşılayamaz hale gelirlerdi.

Aynı şekilde; süper-teknolojik portakal makinesi ve süper-teknolojik post makinesinin de birer sahibi olsa ve diğer insanların üretim yapmasına izin verilmese, dünyada tek bir portakalcı, tek bir elmacı ve tek bir postçu yer alıyor olurdu. Ne var ki; bu üreticiler süper makineleri sayesinde fazla fazla üretim yapabilmesine rağmen, karşılarında tüketim yapabilecek kimseyi bulamayacaktır. Üretim yapan tek bir portakalcı ve tek bir postçu olduğuna göre; elmacı binlerce elma da üretse, günde ancak 2 tane satabilecek ve gerisini çöpe atmak zorunda kalacaktır.

Ya geriye kalan insanlar? Kaderlerine razı olup sessiz sedasız ölmeyi beklemek yerine, zaman içerisinde makine sahiplerinin ürettiği elmalara / portakallara / postlara saldırıp zorla alıkoyacak gruplar kurmaya başlayacak, bu gruplar ise makine sahipleri tarafından “kötü” sıfatıyla nitelendirilecektir.

Aslında bu işin çok daha güzel bir çözümü var. Makinelerin insanların yerini bu kadar başarılı bir şekilde alabildiği bir ortamda, fazladan yapılan üretim çürümeye bırakılmak yerine diğer insanlara ücretsiz dağıtılıyor olsa, insanların çalışmak zorunda olmadan keyfine göre yaşayabileceği bir ortama doğru geçiş yapılabilirdi.

Şimdi bütün bu basit prensipleri aklımızda tutarak, günümüze ve geleceğe şöyle bir bakış atalım.

Günümüzde bilgisayar destekli sistemler, çalışma hayatında insan gücüne duyulan ihtiyacı yavaş yavaş azaltmaktadır. Otomatik muhasebe sistemleri, muhasebecilere duyulan ihtiyacı azaltmıştır; 15 muhasebecinin yapacağı işi tek bir program hatasız yürütebilmektedir. İnternet pazarının gelişmesi ve otomatikleşmesi, pazarlama departmanlarındaki insan sayısını azaltmıştır. Üretimde bilgisayar destekli karar sistemlerinin kullanılması, işçilere ve ustalara duyulan ihtiyacı azaltmıştır.

Bilgisayar yüzünden işsiz kalan bütün bu insanlar, süper-teknolojik elma toplama makinesi yüzünden işsiz kalan elmacılarla aynı kaderi paylaşmaktadır. Ekonomik çarkın sınırları yüzünden, tüketmek zorunda oldukları ürünleri sadece bu çark içerisinde elde etme şansları var; ancak bu çarktaki üretici rolünü teknolojik makineler üstlendiği için çarka giremiyorlar bile.

Teknoloji ulaşabileceği en uç noktaya ulaşacak olursa; müdürlere, müdür yardımcılarına, sistem bakım uzmanlarına, programcılara, işçilere, ve en nihayetinde genel müdürlere duyulan ihtiyacı ortadan kaldıracak üretim & yönetim sistemleri söz konusu olacaktır. O zaman; makinelerin kendi aralarında iş yapıp son derece verimli yöntemlerle üretim yaptığı, ancak ortaya çıkan ürünleri (üretici hiçbir insan kalmadığı için) satın alacak kimsenin olmadığı bir pazar ortaya çıkacaktır. Böyle bir ortamda, insanların yapabileceği iki şey kalır. Para kullanmamaya yemin edip her şeye sıfırdan başlamak, yani insan ırkının bütün gelişimini bir kenara bırakıp tekrar elma toplamaya ve elma verip portakal almaya başlamak, alternatiflerden biridir.

Daha mantıklı bir başka alternatif ise şudur: makineler üretici olabilir, ancak (en azından insanla kıyaslandığında) tüketici değildirler. Ürettikleri şeyler karşılığında bir şey beklemeyeceklerdir. İnsanın sadece tüketici ve makinelerin sadece üretici olduğu bir ortamda; insanın hem üretici hem de tüketici olduğu zamanlarda konmuş ekonomik kuralların geçerli olmasını beklemek pek mantıklı olmayacaktır. Yapılması gereken şey, ekonominin kurallarını değiştirmektir.

“Artık piyasadaki her şey bedava!” cümlesinin ekonomik bir prensip olması size mantıksız geliyor mu? Bana gelmiyor, çünkü insan eli değmeden çalışabilen ve karşılığında hiçbir şey beklemeyen makineler söz konusu olduğunda, ortaya çabasız ve kolayca çıkan bu ürünlerden faydalanmamamız için hiçbir neden yok! Bütün ihtiyaçlarımız kendi kendine karşılandığına göre, karşılığında bir üretim yapmaya da gerek yok… Bu durumda, herkesin her istediğini alabildiği ve günlük uğraşılarının sadece keyif aldığı işlerden ibaret olduğu ideal bir dünyada yaşıyor olurduk.

Günümüzde teknoloji, henüz insana hiç ihtiyaç kalmayacak kadar ilerlemedi. Ancak, yerlerini alan teknolojik makineler sebebiyle işsiz kalan birçok insanın olduğu da bir gerçek; yani insanın hem üretici hem de tüketici olmasını gerektiren bir ekonomik düzen içinde, insanlar üretici sıfatlarını yavaş yavaş kaybediyorlar. Böyle bir ortamda, üretim yapmak istiyorken yapamayan ve hiçbir kabahati yokken işsiz kalan insanlara haksızlık etmemek için; şirketlerin, kullandıkları her bir teknolojik makine karşılığında çalıştırmadığı sayıda insana para vermek zorunda olduğu bir düzene doğru geçmek, faydalı bir çözüm olabilir.

Bu; süper-teknolojik elma makinesinin sahibinin, elde ettiği portakal ve postların bir kısmını işsiz bıraktığı 4 elmacı ile paylaşması anlamına gelir.

Bu çözümde; üretimde insana duyulan ihtiyaç azaldıkça, üretim yapmak zorunda olmayan insanların hayatta kalmasına izin vermiş oluruz. Böylece; insan eli değmeden her türlü işi yapabilen ve her türlü ihtiyacımızı karşılayabilen makinelerin bütün üretimi üstlendiği bir ortama doğru adım adım ilerlerken, kimsenin çalışmadığı ve herkesin istediği her şeyi sadece elini uzatarak sahip olabileceği bir sisteme doğru da adım adım geçiyor oluruz (gerçi böyle bir sistemde “sahip olma” kavramının da bir anlamı kalır mı bilemem).

Şimdi geldik yazının esas önemli noktasına… Böyle bir sisteme geçtikten sonra ne olacak?

İnsan aynı insan olmaya devam ettiği sürece, uzak bir geçmişte atalarımızın yaşadığı şeyin aynısını yaşamamız kaçınılmaz olacaktır. Atalarımız, insan eli değmeden işleyen, hiçbir tüketimi olmayan ve insanın her türlü ihtiyacını kendi kendine karşılayabilen harika bir makineye sahipti: Dünyaya! İnsan denen varlığın temel ihtiyaçları yemek, barınmak ve çiftleşmek gibi şeylerdir. Geriye kalan bütün “ihtiyaç”lar, sonradan kazanılan inançlar ve alışkanlıkların bir sonucu olarak doğmuştur. Dünya denen dev makinenin ihtiyaç duyulan her şeyi karşılıyor olması, eski insanların nüfusunun çok fazla artmasına yol açmıştır; bu nüfus fazlalığının ortaya çıkarttığı kaynak kıtlığı, elmacı – portakalcı – postçu kavramının ortaya çıkmasına ve denge & dengesizlikleriyle günümüze kadar uzanan ekonomik sürecin oluşmasına yol açmıştır.

Günümüzdeki şirketler teknolojiden faydalanarak işsiz bıraktığı insanları beslese, ve ileri teknoloji gelecekte insan nüfusunun bütün ihtiyaçlarını karşılayarak insani üretim zorunluluğunu ortadan kaldırsa bile, insan nüfusunun artmaya devam etmesi bizi yine başladığımız noktaya geri döndürecek ve aynı dengesizliklerle karşı karşıya bırakacaktır.

Doğa ana, fazla nüfus problemini diğer canlılar arasında iki şekilde çözmektedir. Birincisi, bir ırkın fazla nüfusu diğer bir ırk tarafından mideye indirilmek suretiyle kontrol altına alınmaktadır. İkincisi ise, bir ırka mensup canlıların hepsinin çiftleşememesidir; sadece, bir bölgenin en cazip dişisiyle en güçlü erkeği çiftleşebilmektedir. Bu yüzden, üreme oranları da doğal bir kontrol altındadır.

Biz insanlar akıllıyız ya, zeka sahibiyiz ya, her şeyin en iyisini (doğadan bile daha iyi) bildiğimiz için, yarını düşünmeden dilediğimiz kadar üreyip duruyoruz ve şu gerçeği kabul edelim ki, nüfusumuz bu dünya için çok ama çok fazla. Bugün yaşamak zorunda olduğumuz ekonomik dengesizliklerin ve bize sıkıntı veren zorunlulukların neredeyse tamamının temelinde nüfus fazlalığı yatmaktadır.

Geçmişteki insanlar daha dikkatli davranıp üremelerini dengeleselerdi, herkesin istediği her şeye ulaşabildiği bir dünyada yaşıyor olabilirdik. “Evet ama, insanın tek ihtiyacı yemek ve barınmak ve üremek değildir, daha farklı ihtiyaçları da vardır!” dediğinizi duyar gibiyim. Haklısınız da. Ancak; bu “farklı” ihtiyaçlar, zaman içerisinde oluşan ekonomik çark içerisinde temel ihtiyaçlara ulaşabilmek için ortaya çıkmış ihtiyaçlardır, hepsi bu. Düşünün, göreceksiniz.

Ne yaparsak yapalım, nasıl modeller ve planlar çizersek çizelim, nüfusumuzu sağduyulu bir kontrol altına almadığımız sürece gelecekte de geçmişin ve bugünün dengesizliklerini yaşamaya mahkumuz.

Belki de ihtiyacımız olan şey yeni bir tufandır, kim bilir?

Kerem Köseoğlu