Hafızalarınızı tazeleyin. Bundan tam 20 yıl önceydi; sinema çıkışında, eşiyle beraber yürüyerek eve dönerken, arkasından gelen saldırganın silahından çıkan iki kurşunla yere yığılmıştı. Şok etkisi yaratan saldırı dünya gündemine bomba gibi düşmüştü. Saldırgan hâlâ bulunamadı. PKK’nın, saldırının arkasındaki güç olduğuna inanılıyor. Davanın zamanaşımına uğramasına sadece beş yıl kaldı. Geçtiğimiz yüzyılın en önemli politik suikastlarından birinin kurbanını hatırladınız mı?

Tarih: 28 Şubat 1986

Saat:20.30

Sveavagen; Stockholm’un en kalabalık caddelerinden biri. Gün boyu, caddeyi karınca sürüsü gibi dolduran insanların çoğu evlerine çekilmiş. Kilometrelerce uzunluktaki, başkentin bu en bilindik caddesi akşam sessizliğini yaşıyor. 60’lı yaşlarda bir adam ve eşi evlerinden yürüyerek çıkıp, 50 metre ilerdeki metro istasyonuna geliyor. 17 numaralı trene biniyor ve kısa bir yolculuk sonrası Sveavagen’e geliyorlar. 38 numarada bulunan sinema salonunda, her zamanki hareketlilik var. Çift, filmin başlamasına çok kısa bir süre kala içeriye giriyor. Vizyondaki filmlerin tanıtıldığı panonun önünde durup, seyredecekleri filmi seçmeye çalışıyorlar. Adam karısına, oturmasını, kendisinin bilet alıp geleceğini söylüyor. Gişeye doğru ilerliyor, cebinden çıkardığı parayı görevli kıza uzatıyor. Bileti uzatan kız “İyi seyirler efendim!” diyor. Adam bir an duraklayıp “Teşekkür ederim” diye cevap veriyor. Ağzına kadar dolu salonda yerlerini bulmak için görevliden yardım istiyorlar. Çift, rahatsız ettiği seyircilerden özür dileyerek yerlerine oturuyor. Gençlik yıllarında, sıklıkla sinemaya giden çift uzunca bir zamandır unuttukları bu zevki tekrar tatmanın sevinci içerisinde filmi izliyor.

Saat 23:10

Filmden çıkanlar, ana caddeyi dik kesen dar ve taşlı yollar sokaklarda kayboluyor. Kadın, yol üzerinde bulunan bir mağazanın vitrinine bakmak istediğini söylüyor. Kol kola salondan çıkıyorlar.  İki ana bulvarın kesişme noktasında bulunan “Dekorima” adlı mağazanın önüne geldiklerinde, yaylar için kırmızı yandığını görüyorlar.

Saat: 23:26

Kadın vitrine bakmak için hareketlendiğinde iki el silah sesi duyuyor. Döndüğünde, kocasının yerde yattığını, siyah mont giymiş bir adamın, silahı kendisine doğrulttuğunu görüyor. Saldırgan bir el daha ateş edip kaçmaya başlıyor. Kurşun kadının kolunu sıyırıyor. Hemen, yerde yatan kocasının üzerine atlıyor. Sırtına attığı elini geri çektiğinde, kanlar içinde kaldığını görüyor. Yolun diğer tarafında bulunan polis ekibine doğru koşmaya başlıyor. Polisler olağandışı bir durum olduğunu anlayıp arabadan iniyor. Kadın, şuurunu kaybetmiş bir şekilde “Yardım edin! Kocamı vurdular” diyor. Polis, kadını sakinleştirip, kimliğini soruyor. Kadın, çantasından kimliğini çıkartıp polise gösteriyor; Adı: Lisbet, Soyadı: Palme… “Kocam, İsveç Başbakanı Olof Palme silahlı saldırıya uğradı”. Kadının ağzından en son bu sözler çıkıyor. Polisler durumun ciddiyetini anlayıp olay yerine doğru harekete geçiyor. Bu arada, olay sırasında karşı kaldırımdan geçen iki genç kız, yerde yatanın Olof Palme olduğunu görünce, ambulans çağırıyor. Beş dakika içinde olay yerinde gelen sağlık ekipleri, Olof Palme’yi hastaneye yetiştirmek için insanüstü çaba sarf ediyor. İsveç tarihinin en sevilen başbakanı Olof Palme saldırıdan yaklaşık 30 dakika sonra hastaneye getiriliyor. Zaman kaybedilmeden, tıbbi müdahaleye başlanıyor.

 

Saat: 00:06

Doktorlar Olof Palme’nin, tüm müdahalelere rağmen yaşamını yitirdiğini açıklıyor. Aynı saldırıda yaralanan eşi Lisbet Palme’nin durumunun ise endişe verici olmadığını ekliyorlar.

Suikast haberi, 15 dakika içinde, tüm dünya ajanslarına düşüyor. Sıradan bir vatandaş gibi yaşadığı için halkının adeta taptığı, ezilen üçüncü dünya ülkelerine en fazla desteği veren batılı lider olan Olof Palme’nin öldürülmesi, sadece lideri olduğu sekiz milyonluk ülkeyi değil, tüm dünya insanlığını derinden yaralıyor. Kabine acilen toplanıp, Palme’nin tüm yetkilerinin, yardımcısı Ingvar Carlsson’da toplandığını açıklıyor. İsveç polisi olayın ertesi günü, saldırganın en kısa zamanda yakalanacağına dair söz verip harekete geçiyor. Aradan geçen 20 yılda, birçok şüpheli gözaltına alındı. Birçok siyasi örgüt, saldırıdan sorumlu tutuldu fakat hiçbir sonuç alınamadı. Davanın zamanaşımına uğramasına beş yıl kala, dünya siyasetinin en sevilen liderlerinden biri, Olof Palme’nin hikâyesine bir göz atalım dedik…

Palme, Litvanya göçmeni bir ailenin çocuğu olarak Stockholm’de dünyaya geldi. Yıl 1927’ydi ve dünya, kısa süre içerisinde gelecek olan ekonomik buhranın belirtilerini yaşamaktaydı. İsveç, 1. Dünya Savaşı’nda tarafsızlığını korumuştu. Maddi kayıplara uğramamıştı ama savaşın, üretimi canlandıran etkisinden de faydalanamamanın zorluğunu çekiyordu. Palme, üst sınıf bir ailenin mensubuydu ve eğitimini tamamlamak için Amerika Birleşik Devletleri’nin yolunu tutmuştu. 1947-48 yıllarında, Ohio’da bulunan Kenyon College’de eğitim gördü. Kısa sürede öğrenci birliğinin başkanı oldu. İki yılın sonunda, hukuk eğitimini sürdürmek için Stockholm Üniversitesi’ne, kapitalizmin en katı uygulayıcısı olan Amerika Birleşik Devletleri’nden, sosyal demokrasi ile ilgili ciddi bir merak ve donanım elde ederek dönmüştü. 1951 yılında, Sosyal Demokrat Hareket’in öğrenci birliğine girdi. Bir yıl sonra İsveç Öğrenci Birliği’nin başkanı oldu. Palme’nin sosyal demokrasiye kayışı temelde iki sebebe dayanıyor: Birincisi; 1940’lı yılların Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşanan derin sınıfsal ve ırksal ayırımlar. İkincisi; 1953 yılında, Asya’ya yaptığı bir gezide, emperyalizmin bütün kötü yönlerine gözleriyle şahit olması. Palme’nin öğrenci birliğindeki etkin tavrı, dönemin başbakanı Tage Erlander’in dikkatini çeker. Palme, Erlander’den danışmanı olarak çalışması için bir davet alır. 1953-59 yılları arasında Sosyal Demokrat Parti’de danışman olarak görev yapar. 1959 yılında da milletvekili seçilerek parlamentoya girer. 1967 yılında Eğitim Bakanlığı görevine getirilen Palme, Erlander’in 1969 yılında istifa etmesiyle başbakanlık görevine getirilir. Erlander 1946-69 yılları arasında 23 yıl başbakanlık yapmıştır ve İsveç politikası onun yönetiminde en sorunsuz dönemlerini yaşamıştır. Bu koltuğa, ateşli öğrenci liderliğinden gelen Palme’nin oturması, başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere, emperyalist batı devletlerini rahatsız etmeye yetmişti. Palme’nin, Amerika Birleşik Devletleri’nin ayrımcı ve emperyalist politikalarına karşı olduğu zaten biliniyordu. Merak edilen şey; yüzyıllardır tarafsız politikası ile tanınan İsveç’in, dünya siyasetinde özellikle batı karşıtı bir pozisyon alıp almayacağıydı.

Palme, göreve gelir gelmez, alışılmış İsveç tarafsızlığının dışında politikalar izlemeye başladı. Batı politik süreci, kendi medeniyetlerinin diğer milletlere yaşattığı olumsuzlukları tartışmaya açan bir yapıya sahip değildi. Palme, dünyanın daha yaşanabilir bir yer haline gelebilmesi için öncelikle üç sorunun çözülmesi gerektiğini savunuyordu; ABD’nin yayılmacı politikası, Üçüncü Dünya Ülkelerinin ekonomik durumları ve ırksal farklılıklar sorunu. Bu üç sorunun çözümüne ilişkin atılacak her adım, emperyalist düzeni temelinden sarsacak hasarlar yaratabilirdi. Palme, kısa sürede özellikle Afrika ve Doğu halklarının idolü haline geldi. Ezilmişler onu seviyordu ama tekerine çomak sokulan büyük devletler, Palme’nin varlığından rahatsızlık duymaya başlamıştı. İşte tam bu yüzdendir ki, suikastın ardındaki güçler yıllar boyunca bulunamamıştır. Palme’nin varlığından rahatsız olan o kadar güç vardır ki…

ABD yaklaşık beş yıldır Vietnam’daki savaşı sürdürmektedir. Palme, dünya kamuoyunun dikkatini Vietnam’a çekmek için elinden geleni yapar. Birleşmiş Milletler toplantısındaki gündem dışı konuşmasının büyük bir bölümünü Vietnam topraklarında yaşanan insan hakları ihlallerine ayırır. Batı medeniyetinin herhangi bir temsilcisinden, ilk defa bu kadar ciddi bir eleştiri gelmektedir. Palme, daha öğrenci birliği görevlisiyken Uzakdoğu’ya üç aylık bir gezi yapmış, emperyalizmin bu topraklardan götürdüklerini kendi gözleriyle görmüştü. ABD, Avrupa topraklarında yükselen sosyal demokrat akımdan zaten şikâyetçiydi. ABD istihbaratı, sosyal demokrat iktidarların, kendi ülkeleri içindeki emperyalizm karşıtı görüşleri güçlendireceğinden korkuyordu. Bu seferki tehlike daha büyüktü çünkü Palme, sosyal demokrasinin ulusal boyutuyla değil, evrensel boyutuyla da ilgilenmeye başlamıştı. Onun için Vietnam’ın, Filistin’in veya Güney Afrika’nın İsveç’ten herhangi bir farkı yoktu. Palme, ikinci büyük tepkisini Filistin Kurtuluş Örgütü lideri Yaser Arafat’ı İsveç’e davet ederek koydu. Arafat’ın bir devlet başkanı gibi davet alması, başta ABD olmak üzere birçok ülkenin tepkisini çekti. Çok kısa bir süre sonra, Devlet Başkanı Fidel Castro’nun davetlisi olarak Küba’ya gitti. İkili temaslar sırasında, nükleer silahların üretiminin yasaklanması çağrısı yaptı. ABD merkezli Palme karşıtlığı, İsveç’te de taraftar toplamaya başladı. Sağ partiler, İsveç politikasının git gide Sovyetler Birliği etkisine girdiğini iddia etmeye başladı. Palme, 90’lı yılların başında bağımsızlığını ilan edecek olan Baltık ülkelerine sempati duyan bir politika izliyordu. Palme Güney Afika’da, beyaz ırkın mutlak hâkimiyetini öngören “Apartheid” politikasına da ciddi eleştiriler yöneltmişti. Bu politikaya göre ülke, ırk temelinde sosyal sınıflara ayrılıyor, her sosyal sınıfın hakları da katı şekilde düzenleniyordu. Bu düzenlemenin en tepesinde de “beyaz ırk” yer alıyordu. Palme, dönem dönem Güney Afrika’da mücadele veren zenci çoğunluğun liderlerini İsveç’e davet ediyordu. Palme, 1976 yılına kadar başbakan olarak görev yaptı. Altı yıllık bir aradan sonra, 1982 yılında tekrar başbakan oldu. Sert politikasına kaldığı yerden devam etti. Ajandasının en üst sıralarında, Güney Afrika’da yaşanan ayrımcılık ve İsrail’in Filistin topraklarında uyguladığı şiddet politikası vardı. İsveç, ekonomik olarak da en rahat dönemlerinden birini yaşamaya başlamıştı. Sınırlarını, yaşadıkları topraklardan göç eden mültecilere açma kararı aldılar. Özellikle 80’li yılların başında, dünyanın birçok bölgesinden mülteci, İsveç topraklarına yerleşmeye başladı. Bu mültecilerin arasında Türkiye’den göçen PKK yandaşları da vardı. PKK, İsveç’in bu himayeci politikasından çok iyi yararlandı. Kendilerine tanınan hakları, örgütlenme ve Avrupa merkezli eylemleri yönetmek için kullandılar. PKK’nın terör eylemleri Palme’yi zor durumda bırakmaya başlamıştı. İnsanı sebeplerle kabul edilen mülteciler, başka topraklarda, başka insanların canını yakacak eylemleri planlıyordu. Palme’nin, PKK’yı “terör örgütü” olarak nitelemekten başka çaresi kalmamıştı. Nitekim öyle de yaptı. Örgütün ileri gelenlerinin, İsveç’te bulunmasını engelleyecek düzenlemeler üzerinde çalışmaya başlamıştı. 1986 yılıydı ve bu çalışmalardan arttırdığı bir akşamüstünde, eşiyle birlikte sinemaya gitmişti. Sinema çıkışı, arkasından iki el ateş eden saldırgan, modern tarihin en “insancıl” politikacılarından birinin hayatına son noktayı koymuştu. Palme, halklar tarafından sevilen, yönetimler tarafından nefret edilen bir politikacıydı. Halkının arasında korumasız geziyor, günlük yaşamında toplu taşıma araçlarını kullanıyordu. Suikast sonrası şüpheler birçok kişi ve örgüt üzerine yoğunlaştı. O kadar karışık bir politik yaşamı vardı ki, kimin tarafından öldürülmüş olabileceği hâlâ çözülemedi. Dava kesin olarak çözülememişti ama şüphelerin yoğunlaştığı belli yerler vardı:

PKK

PKK, 80’li yılların başında, İsveç topraklarında rahat hareket etme imkânı bulmuştu. 1985 yılında örgüt içinde yaşanan tasfiye sürecinden sonra, İsveç polisi bazı üst düzey yöneticilerin, İsveç’te yeniden örgütlenme çabası içinde olduğu istihbaratını aldı. Olof Palme’nin talimatıyla, ismi geçen yöneticilere karşı ciddi tedbirler alındı. Bu arada, PKK’nın faaliyetlerini kısıtlayan bir politika izlenmeye de başlanmıştı. Bu sebepten, Olof Palme’nin, örgütün “ölüm listesine” girmiş olabileceğine inanılıyor. Polis kayıtları, suikastın işlendiği günlerde bir PKK militanının, İsveç’ten Beka Vadisi’ne geldiğini ve Abdullah Öcalan’ın, bu militanı karşılamak için büyük bir davet verdiğini belgeliyor. Militanın eşkâlinin, Liesbet Palme’nin verdiği eşkâle olan benzerliğinin de dikkat çekici boyutlarda olduğu söyleniyor. Öcalan, konu ile ilgili olarak verdiği ifadede, eski karısı Kesire Öcalan’ı suçlamıştı. Sorgulamalarda herhangi bir ilerleme yanşamamasına rağmen PKK hâlâ Olof Palme cinayetinin en önemli sanığı konumunda.

Aşırı Sağcılar:

Victor Gunnarson adlı bir aşırı sağcı, suikastin ardından tutuklanmış fakat kısa süre sonra serbest bırakılmıştı. Palme’nin, İsveç’in iç sorunlarından çok evrensel insanlık sorunlarıyla ilgilenmiş olması, kendisini aşırı sağcıların hedefi haline getirmiş olabilirdi. Polis bu ihtimalin üzerinde hâlâ ciddiyetle duruyor.

Christer Petterson:

Olayın üzerinden bir buçuk yıl geçmişti ki, Christer Petterson adındaki bir uyuşturucu ve alkol bağımlısı, İsveç polisi tarafından tutuklandı. Elde sağlam kanıtlar yoktu ama Petterson ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. Bir yıl sonra, delil yetersizliğinden serbest bırakıldı. İsveç Hükumeti, bu yanlışlıktan dolayı Petterson’a 50 bin dolar ödedi. O günden sonra, anılarını yazarak para kazanmaya çalışan Petterson, 2004 yılında beyin kanamasından öldü. Ölümünden kısa bir süre önce Palme’nin oğlu Morten Palme’yi arayıp, çok önemli şeyler anlatacağını söylemişti. Bu buluşma hiçbir zaman gerçekleşmedi. Daha sonra çekilen bir belgeselde, Petterson’un Morten’e, babası Olof Palme’yi yanlışlıkla öldürdüğünü, asıl hedefinin bir uyuşturucu satıcısı olduğunu itiraf edeceği söylenmişti. Bölge gerçekten de uyuşturucu trafiğinin yoğun olarak yaşandığı bir yerdi ve böyle bir yanlışlığın yaşanmış olma ihtimali de yüksekti.

Güney Afrika bağlantısı:

Palme’nin, Apertheid politikasına olan karşı tutumu onu beyazlar tarafından yönetilen Güney Afrika istihbaratının hedefi haline getirmiş olabilirdi. Bu konudaki ciddi şüpheler üzerine gözaltına alınanların sorgularından, bu güne kadar bir sonuç elde edilebilmiş değil.

Şüpheler başka birçok örgüt ya da kişinin üstüne yönlenmişti. Bunların içinde, İsveç Polis Teşkilatı’da vardı. Uyuşturucu trafiğini kontrol etmek için, suikastın yapıldığı bölge 24 saat kamera ile kontrol altında tutuluyordu. Palme’nin öldürüldüğü gece, tam da olaydan 45 dakika önce, kameralar devre dışı kalmıştı. Ayrıca, yardım istemek için koşan Lisbet Palme’ye, polis memuru tarafından kimliğinin sorularak, zaman kaybettirilmesi şüpheleri güçlendiren başka bir nokta. Polis, yaklaşık 20 yıldır bu cinayeti çözmeye çalışıyor. Dava, 2011 yılında zamanaşımına uğrayacak. Bu tarihe kadar, herhangi bir sonucun çıkacağına ilişkin umutlar gün geçtikçe tükeniyor. Olof Palme, geçtiğimiz yüzyılın en önemli politik karakterlerinden biriydi. Adına hâlâ dünyanın dört bir köşesinde anıtlar dikiliyor, sokaklar açılıyor. Barış ve insanlık konulu konuşmaların bir yerinde mutlaka onun adı geçiyor…Ve bütün dünya, bu barış adamının katilinin bulunmasını bekliyor.

İsveç Devleti, soruşturma kapsamında bu güne kadar 50 milyon dolar harcama yaptı

Soruşturma boyunca alınan ifadeler 700 bin sayfayı geçti.

Suikastı aydınlatacak bilgiyi verene 10 milyon dolar ödül var.

“Filistin’den Sahra çölüne, Güney Afrika’dan Vietnam’a bütün bayraklar bugün yarıya inmeli. Dünyamıza barış getirmeyi amaçlayan Palme, sadece 8 milyon kişilik İsveç’in değil tüm dünyanın lideriydi” Yaser Arafat

Palme kendini öne çıkarmayan mütevazı bir insandı. Kuyruklarda dirsek gücüyle öne geçen, her konuda “avanta” peşinde koşan, menfaatini her şeyden üstün sayanlardan değildi. O, köşedeki meyhaneye gidecekse, en güzel masayı önceden ayırtmaz, yavaşça içeri süzülüp “boş yer var mı?” diye sormayı tercih ederdi. Başkaları, kendisinin en ince ayrıntısına kadar vakıf olduğu konularda cehalet içinde de olsalar, bunu yüzlerine vurmaz, anlayış gösterirdi. Hemen değişiveren yüz ifadesi, ister istemez belli bir güvensizlik duygusu uyandırırdı. Dava arkadaşları, onun karizmasıyla ve liderlik özelliğiyle övünürdü; düşmanlarıysa bu özelliklerinden dolayı ondan çekinir, nereden kaynaklandığını kestiremedikleri bu yetenek karşısında gerilerlerdi. Olof Palme, siyasi faaliyetlerinden birden bire koparıldı. Dünyanın neresinde olursa olsun, ezilmiş birileri varsa, Olof Palme için ayrı bir önem taşırdı. İster Pakistanlı ister Güney Afrikalı olsun… İsveç, Olof Palme yönetiminde, dünyada tüm aşağılanan ve işkence gören insanların en yakın müttefiki olmuştu.

“Biz Demokrasiyi Zincirlerinden Kurtardık” Palme Suikastı’ndan sonra, İsveçli iki gazetecinin kaleme aldığı kitabın önsözü.

18 Mayıs 1983

İsveç’in küçük bir sahil kasabası. Palme, kasaba sakinlerinin sıklıkla ziyaret ettiği bir parkta konuşma yapıyor. Konu: İsveç’te Yaşayan Yabancılar. Konuşma bittiğinde Palme, dinleyiciler arasında bulunan dört yaşındaki bir çocuğu kucağına alıyor. Etraftakiler başbakanın, yabancı bir ailenin çocuğuyla olan bu samimiyetini kaçırmamak için deklanşörlere basıyor. Palme, çocuğu ailesine vermeden önce, eline imza atıyor. Dört yaşındaki çocuk, elindeki imza gitmesin diye günlerce yıkanmıyor. Uzun uğraşlar sonrasında, eline torba bağlayarak banyo yapmayı kabul ediyor. Palme’nin attığı imza onun için çok önemli… Üç sene sonra, Palme’nin öldürüldüğünü duyduğunda çok üzülüyor. Tam 23 sene sonra, hayatında tanışma fırsatı bulduğu ilk devlet adamı olan Olof Palme’nin anısına okuduğunuz yazıyı kaleme alıyor. Olof Palme, benim ilk siyasi kahramanımdı. Ve ben onu her zaman, parkta elime imza atan amca olarak hatırlamaya devam edeceğim.

(İlk Yayın : Esquire)

Konuk Yazar