Bilmek isterdim sonsuz nefretini geçirebilmenin bir yolunu. Şöyle bir sarılabilsem sana, öpsem sonra? İşe yaramaz dersen başka yollar da var tabi. Arayabilirim örneğin! Veya istersen yüz yüze konuşuruz. Konuşmak her şeyi çözer derlerdi. Tam bir senedir konuşuyorum seninle. Sanki daha da düğümleniyor o şeyler… Belki de benim kuruntum.
Bugün 1. ölüm yıl dönümün dolayısıyla formalite icabı ziyaret ettik seni. Bir çok insan kaçtı yine görmekten, tatile gittiler. Sonra da “Oh,” dediler içlerinden. “İyi ki yokum ben… Gitmek zorunda kalmayacağım.” Gitseler de ne değişirdi ki? Ne anlamsız bir kaçış onların ki. Ben bile gidiyorum seni görmeye, mezarını görmeye, benden nefret ettiğini bildiğim halde. Onların kaçışı neden? Bilmiyorum, bilemiyorum. Onlara ihtiyacın olduğuna da emin değilim zaten. Hiç kimseye ihtiyacın yok artık senin. Özgürsün, özgür olduğunu sanıyorsun. Git bakalım nereye kadar götürecek o ağır kanatların seni. Melek gibiydin buralardayken, hala iyiyken her şey. Ben seni severdim, sen beni, sen insanları, insanlar seni, bazıları da beni… Sonra senden beklenmeyecek bir şey yaptın. Bizi üzdün. Beni üzdün. Beni mahvettin. Ben kendimi mahvettim. Bunun sonucunda da insanlar hayatlarını mahvettiler. Tüm dengeler alt üst oldu. Sana veremedikleri sevgiyi saçma sapan şeylere vermeye başladılar kör bir şekilde. Ben, senden almayı beceremediğim o kocaman sevgiyi dilenmeye başladım başkalarında… Sen ise sevgiyle nefret arasında o herkesin ezbere bildiği ince çizgide bekledin uzunca bir süre, benim de seni beklemem gerektiği gibi aynı. Durdun, durdun… Baktın ki ben hatalıyım, baktın ki çabuk unuttum seni, baktın ki suçluluk duymuyorum mutlu yaşıyorum günü gününe, kocaman bir adım attın öbür tarafa. Beni bıraktın sevginle birlikte. Nefret kapladı içini. Bile bile, göre göre seçtin nefreti. Ben seçtim onu. Biz seçtik onu.
Ve şimdi ben her şeyi eskisi gibi yapmaya çalışıyorum umutsuzca. Bugün de af dilemeye gittim senden zaten, her yönden. Kendini affetmeni istedim çünkü biliyorum ki kendi hatandan dolayı bu korku içinde saldırışın bana. Beni affetmeni istedim çünkü ben ki senin sevdiğin olduğum için sevmeye layık görürdüm kendimi bir zamanlar. Düşün ki nedir düşüncelerim kendim hakkımda sen nefret doluyken bana. Kendimi affetmek istedim bu sebepten dolayı. İnsanlar bana kendini suçlama diyip durdular bunca zamandır. Susturmak istedin onları ama gücün yetmedi biliyorum. Ben de susturmadım. Onlar duymaya ihtiyacım olanı söylüyorlardı tüm iyi niyetleriyle. Gerçeği sen de ben de biliyorduk nasılsa. Aramızda bir sır gibi büyüdü nefret, tek taraflı da olsa. Sen benden nefret ettikçe seni özlüyorum, her saldırında daha çok seviyorum seni. Bir düşmanın gölgesinin hayatımı yönlendirmesine izin vermekse yaptığım, bil ki bu da güzel, çünkü sen varsın içinde. Abartarak, abartmaktan zevk alarak yaşadığım hayatımın acı veren tek gerçek abartısısın sen. Ve benim büyütmeme gerek kalmadan sözümle, düşümle, nefesimle, sen büyüyorsun içimde, dışımda, kendime yarattığım izole edilmiş çevremde… Ben artık seni sığdıramaz oldum, ama sen bunu anlamıyorsun.
Denemediğim şey kalmadı ruhumu genişletmek için sen rahat ol içinde diye. Hap da yuttum, terapi de gördüm… Hatta ibadete bile verdim bir ara kendimi, dinsiz kalıncaya dek. Olmadı yapamadım. Nefretini içime sığdıramadım, sensiz kendimi sevemedim. Amacın buysa eğer evet başardın gerçekten amaçsız ve gereksiz hissediyorum. İnan bana gurur bile duymaya çalıştım kabullenme yolunda, ki tahmin edersin bu da başarısızlıkla sonuçlandı. Böylece son çareyi aradım mezarında. Anlatmaya çalıştım sana tüm bunları, dinlediğini sanmıyorum pek. Öyle olsa hissederdim, sezgiseldi bizim ilişkimiz. Göremediğim ve duyamadığım bir insanın bana olan nefretini hissetmemin tek yolu sezmek, ve söz konusu sen olduğun zaman, yanılma payı bırakamıyorum kendimde. Senin de benim sevgimi sezebildiğini sanıyordum uzun süredir, demek ki öyle değilmiş. Ölülerin sezgileri köreliyor olabilir elbet. Sorun tamamen benim sevgimde belki de…
Dinlemediğinden, çoktan çekip gittiğinden, ve beni asla affetmeyeceğinden emin olduktan sonra pek bir işim kalmamıştı aslında o mezarın başında. Hava sıcaktı, ama ben buz gibiydim, aynı senin içindeki bana karşı olan duygular gibi. Orada uzun süre kaldığım için herkes seni düşünüyorum, seninle konuşuyorum sandı. Oysa dışarı çıkıp beni boğmanı bekliyordum, aynı rüyamda yaptığın gibi. Onu da yapmadın… Zevk alıyorsun yaşamak zorunda olmamdan bu halde. Zevk alıyorsun kocaman bir boşluğu nesnelliğe bağlayan sevgi bağlarını kopartamadığımı görmekten. Ve ben seni hala sevmekte ısrar ediyorum çünkü yaşamak her şeye rağmen güzel. Bunun sebebi de sensin. Her şeyi inada döktün madem, ben de sana inat yaşıyorum. Şimdilik. Keşke inatçı olabilseydim…
Bu yazı da hava da kaldı, tıpkı göz yaşlarım gibi…