Kimse kimseyi sahiplenmiyor artık! Herkes herkesi ödünç alıyor hayatına. Ve hep bir “bahane” sevmeye dair. Yorgunum, sıkkınım, korkuyorum… Hep bir “bahane” aşka…

Çok canım yandı, çok can yaktım, çok yıprandım…

Bahaneydi bunlar…

Ben sevdim…

“Canım dostum sırdaşım,

Aynaya baktım yüzünü unuttukça,

Gelmiş bulundum,

Kalmış bulundum,

Bu dağ burada durdukça…”

 

Sezen yine burada… Her zaman durduğu yerden biraz daha farklı şimdi… Sanki bir masanın kenarına yaklaşmış gibi. Kedim gelip patisini çarpsa düşüp kırılacak gibi. Bırak beni rahat kalayım der gibi. Sanki sevmekten korkarmışım gibi. Bir şeyler ya eksilmiş ya da çokmuş gibi… Omuzlayamıyormuşum gibi…

Kör kütük sarhoşmuşum gibi…

Ne zaman bir Sezen Aksu albümü çıksa daha kolilerinden çıkmamışken görevlinin yakasına yapışır ve alt sıralardan bir tanesini çıkarır alırdım. Hem CD’sini… Hem kasetini… Üstelik bunlar sadece ilk satın alınışları olurdu. İkinci parti her zaman bunlar bozulunca yeniden alınırdı. Şimdi ne olacak bilmiyorum. Çünkü bu sefer farklıydı!

 

–          Sezen geldi mi?

–          Hayır 14 Şubat’ta…

–          Peki teşekkürler…

–          Bize öyle söylendi…

–          Neyse Sezen bunu hep yapar…

 

Beklenirdi… Ümitle… Hırsla… Aşkla… Sevgilimi beklemediğim kadar beklerdim Onu. Annemi sevmediğim kadar severdim belki de bazen… Nankördüm söz konusu O olunca. Kıskançtım. Acımasızdım. Sanki hayatım sezen merkezli bir kompozisyonda inşa edilmişti. Yüzölçümü herkesten çoktu!

 

14 Şubat

 

–          Sezen geldi mi?

–          Hayır 2 gün sonra.

–          Ne?

–          İki gün sonra…

–          Of neyse…

 

Sezen bunu hep yapardı evet. Önceki albümünü 1 ay beklemiştim. Her gün usanmadan gidip sormuştum. Sonuçta almıştım ama…

 

2 gün sonra

 

Beşiktaş’tayım. Aktüel çekimim var. Bir haber için benimle röportaj yapmak istiyorlar… Kabul ediyorum. İçimde “benden yana” bir heyecan var. Sırf kendim için heyecanlanıyorum. Uzun zamandır sırf kendim için düşünceliyim. Röportaj bitiyor. Beşiktaş Çarşı’da yürüyorum. Çorap alıyorum, kitap alıyorum. Birden farkına varıyorum girdiğim kitapçıda CD de satıyorlar ama ben dışarı çıkana kadar farketmemişim. Ne tuhaf Sezen’in CD’si gelmiş meğerse… Yeniden girmek istemiyorum aynı yere. İşkenceye devam ediyorum. Bugüne kadar Sezen CD’lerini D&R’dan alırdım. Nedenini bilmem. Sanki oradakiler daha değerli gibi gelirdi. Başka olurdu, sanki altın kaplı verilirdi. Öyle olmadı bu sefer. Hiç bilmediğim, görünümünü hiç sevmediğim küçücük bir dükkana girdim. Sezen çalıyordu içeride.

 

–          Sezen istiyorum.

–          Kaset mi?

–          CD. Sadece CD.

–          Buyurun.

–          Ne kadar?

–          12 milyon.

–          Nasıl?

–          12 milyon.

–          CD’ler yeniden mi arttı. Allah Allah!

 

Ben fiyat soracağım alırken ve ardından da diyeceğim ki ne kadar pahalı! İmkansız bir rüya bu aslında. Ama dedim. Pahalı olmasa da battı gözüme. Sezen Aksu CD’si de olsa bir yerde düşündüm durdum. Oysa ki işim bu. CD fiyatı artacak ki para kazanacağım ben de dolaylı olarak. Utanmalı mıydım? Önceden milyar deseler gözüm kapalı verirdim Sezen için. Ne günler geçirdim ki yemek yemeyip kaset yerine CD almak için para biriktirdim!

Aldım da… Başucu kitaplarım Sezen Aksu CD’leridir benim için. Vaktim vardı. İşim gücüm yoktu ne yapacağımı düşünmekten başka! Hayatla nasıl baş edecektim acaba. Çok yalnızdım üstelik. Hakan’da çay içtim. İnce belli bardakta hemde. Ben hep büyük fincanları seçerdim birkaç aya kadar. Ne tuhaf!

CD’yi koydum önüme. Daha dükkanda açmaya başlamam gerekirdi ben önceki ben olsaydım. Öylece kabına baktım. Beyaz yüzlü, güzel dudaklı kadına… Bakışına… İmasına… Baktım öylece. Ha bu arada unutmadan eklemem lazım. Dükkandan CD alırken posterini de istedim. Bu yıllardır yaptığım bir şeydi. Yaklaşık 3000 küsür resim, her albümünün posteri ve bugüne kadar yayınlanmış tüm röportajları… Evimin en özel yerinde dururlar. Başucu Kadınıdır O benim için. Bak bundan vazgeçememiştim işte. Kocaman bir hatun poster istiyor. Olacak iş mi? Bu gidiş gidiş mi? Almıştım. Albümü açtım yavaşça. Her zaman albümün kimler tarafından ortaya konulduğunu merak ederim ama Sezen söz konusuysa hemen sözleri okurdum. Bu sefer öyle olmadı bu da. Kimler neler yapmışa baktım hemen. Çoğundan önceden haberim vardı ama baktım işte. Şaşırmadım hiç. Garipsemedim de. Garip olan tek şey bendim aslında. Halim! Hayatımdaki en büyük zaafımla kendi kendime baş edebilme savaşımdı! Can yakıcıydı. Bir çoğu için “hiçbir şey” ifade etmeyen bir aşk benim için bir savaş meselesiydi artık. Bahanem de çoktu üstelik! Sonra sözlere baktım, sonra kapağa… CD’nin dizaynını sevdim. Plak gibiydi. Zaten isminin konduğu herşey güzeldi.

 

Çayımı içtim. Arabaya bindim. CD’yi koydum ve dinlemeye başladım. İlk 3 şarkıyı hatırlamıyorum. Kendime geldiğimde CD 4. şarkıya geçmişti. Nasıl atlamıştım? Neden atlamıştım? Nerelere gitmiştim?

Başa aldım. Dinlemeye başladım. Eve geldim evde de dinledim. Önceden hemen dinler sonra hisseder sonra da oturup yazardım. Bu sefer zaman verdim kendime. Tabii ki daha yeniyim bu savaşta… Sadece bir gün rötarlı yazıyorum bunları. Yavaş yavaş kazanıyorum kendimi sanırım.

Çok insanla didişmiştim Sezen yüzünden. Hıncal Uluç, Şafak Karaman, Sezenaksu grubu üyeleri vs. vs. vs.

Kim ne dese yalancıydı, kim ne hissetse acımasızdı, kim ne yazsa hayırsızdı! Sezen Aksu söz konusuysa herkes karşı taraftaydı! Şimdi denizin ortasında karşıya gitmekle, kıyıya dönmek arasında kalakaldım sanırım. Savaş böyle bir şey. Öldürdüklerine acımayacaksın, gözü kara olacaksın, beyninden vursalar seni, yüreğinle meydanda kalacaksın! O zaman kahraman olacaksın!

 

Posterini asmadım bu kez. CD’si öylece masada. Henüz yeri ayrılmadı başucumda… Ama durmadan Onu dinliyorum. İçim ağlaya ağlaya. Hırs yok içimde, şiddet de yok, lunapark çocuklarına benzemiyorum bu sefer ya da bağırıp çağırmıyorum şarkıları dinlerken. Çokça acı var içimde, çokça kabuklaşmış yara. Kanayacaklar diye bir şarkıyı iki kere dinleyemiyorum. Dövünmek istemiyorum bu sefer. Kendimi bağlamak istemiyorum bu kadına bu sefer. Yana yakıla “Çisel seninkini dinledin mi” diye soranlara “hı hı, evet” gibi kısa cümleler kuruyorum. Kendimi, kazanmayı hedef aldığım bu savaşta kaybetmek istemiyorum. Babam bana bakıyor televizyonda Sezen çıkınca. Annem kıskanmasını gerektirecek bir tavrımı görmüyor Sezen’den yana… Herkes bu sefer ki durgunluğuma şaşırıyor. Yazmak gelmiyor içimden, ezberlemek gelmiyor şarkıları. Ki ezberledim çoktan hepsini. 3. şarkıya geldiğimde hepsi kaydedilmiş beynime.

Kaybetmeye tahammülüm yok sanırım bu sefer. Bu kadar yıldır koşmaktan yorulan ayaklarımı basit bir dükkana sürmem bu yüzden. Yıllardır vazgeçemediğim kadını dakikalarca masada bekletmem bu yüzden. Yıllardır insanlara Sezen’in Çisel’i, Çisel’in Sezen’i çağrıştırmasının karmaşasını çözmeye çalışmam bu yüzden. Yıllardır her aşkın yarasını Sezen’in şarkılarıyla kapatıp, bir sonrakiyle açmam bu yüzden. Kanayan herşeyin bedelini insanlara yükleyip, bağlanan her yaramı Sezen’e bahşetmem bu yüzden! Söylediğim her şarkıyı Sezen gibi mırıldanmam, sustuğum her öfkemi Sezen gibi susmam bu yüzden. Yıllardır duvarlarımda ağırladığım kadının her suretini indirip, sadece içime gömmem bu yüzden. Bir saniyede sildiğim insanların yanında yıllardır çıkarıp atamadığım bir sevginin olmasının canımı çok yakıyor olması da bu yüzden. Kaybetmekten korkuyorum. Onu… Kendimi… Şarkıyı, türküyü, sesi… Sevgimi… İçimdekileri… İyi niyetlerimi… Hırsımı… Vicdanımı… Safiyetimi… Özelliğimi… Kelimelerimi… Hislerimi…

En mühimi körelen hislerimi…

 

Yazarken dinliyorum. Aldığımdan beri dinliyorum yalan yok. Dinlemezsem, o noktaya gelirsem ölürüm aslında. Ölmem lazım vazgeçersem. Ölmem lazım yazamazsam. Çok yıkıldım, çok kalktım, çok sahiplendim, çok reddettim. İnsanlara bakışım değişik artık. İnsanlara dokunmaktan nefret eden bir tenim var. İnsanlara benzemekten korkan bir yanım. İnsanlara direnmek için duvarlar var hayatımda. Onları kırardı Sezen. Belki de şimdi yıkamadığı için böyle herşey. İçimden geçiyor ama duvarlarımda takılı hala. O yüzden indirdim resimlerini her yerden, en çok neresi tozlanıyorsa orada duruyor ona ait olan herşey. İçim acıyor, dışım dirayetli. Sözüm sert belki ama yazılışları farklı…

“Kendimi korumaya aldım!”

 

Çok mu hayırsızım Sezen…

Çok mu tutarsız?

Ve belki de hırssız!

Ve belki de sırsız…

Seni hiç saklamadım, söylediklerine sopranodan eşlik ettim. Sustuğun kadarına susup söylemek istediklerine hep konuştum. Hiç istemedim bilmeni beni. Hiç derdim yoktu karşına çıkmaktan yana. Hep “belki de tanısan vazgeçersin” dediler. Tanımadan da vazgeçebilirdim. Vazgeçmek çok kolaydı o meşhur şarkını söylerken. Bir eda, bir çalım altında unutulur giderdi herkes, hatırlandığı hızda!

Ben seni her defasında biraz daha içime sokuyorum. Soktukça dışarı akamıyor içimdekiler. Saklamak benden yana, söylemek uzak artık. Bu aralar büyüdüm ben. Bu aralar kalkıp gitmek var içimde. Hiçbir muhtara hesap vermeden. Seni yanıma alır mıyım soruyorum kendime? Diyorsun ki “tebdil-i mekanda ferahlık yokmuş aslında, acının yüzölçümü yeryüzünden çokmuş aslında!”

 

Acı varken içimde sana tutunurdum. Yalnız değilim derdim. Gitgide alıştım. Sana çok alıştım.

“Canım dostum sırdaşım,

Aynaya baktım yüzünü unuttukça,

Gelmiş bulundum,

Kalmış bulundum,

Bu dağ burada durdukça!”

 

Çokça öldüğün günü düşünüyorum bu aralar. Senden kaçışlarımı destekleyen yegane sebebi. İnsan

kendisinin yanına koyduğu resmi iyi seçmeli. O yanyana duruş; sevgiyi de ölümü de eşitliyor çünkü. Her ikisi için de aynı acıyı duyuyorsun. Aynı sorumluluğu taşıyorsun. Sen benim çocuğumsun. Yıllardır her anını resimleyip, her anısını saklayıp, her acısını beraber yaşadığım çocuğum. Seni ben doğurmadım diyemem. Seni büyütmedim diyemem. Sen benim çocuğumsun. Ölmeni istemiyorum. Yanındaki resme ne olacağını biliyorum. Bahanem hazır. Seni sevmekten artık korkuyorum. Bir daha kimseyi sahiplenmeyeceğime yemin ettim. Herşey değişti… Büyüdüm. Üstelik  “Yetişkinliğimden de hiç hayır yok!”

 

Hayatımdakiler listesinde hep kalan sen oluyorsun. Dokunmadığım için sana, görmediğim için sahneden başka yerde, söylemediğim için yüzüne, nefesini duymadığım, elini sıkmadığım, omzuna yaslanmadığım, ayak tozumu halına sürmediğim, herşeyi senden destekli öğrendiğim için.

Hastalık bu bendeki. Psikologlar ne halt etmeli? Xanax’ı avuçla içip, seni fonda duymadıkça huzur yok bana… Herşey değişti Sezen…  Herşey değişmeli!

 

“Hani herkes arkadaş,

Hani oyunlar sürerken,

Kimse bize ihanet etmemiş,

Biz kimseyi aldatmamışken,

Hani biz kimseye küsmemiş,

Hani hiç kimse ölmemişken,

Eskidendi, çok eskiden…”

 

Durum farklı artık. Argo aşklar çıkışta. Herkes herkesi “çıkışta” bekliyor. Herkes herşeyi kendine göre şekillendiriyor. İnsan olmak rayından çıkmış, yine de istediği yere gidiyor. Ne zamandır kendinde olmayanlar var. Ben şimdi en çok delileri seviyorum. En çok isyankarları… En çok acımasızları… Öldürürken acıyorsan, er meydanında birilerinin arkasına saklanıyorsan kahraman olamıyorsun. Ya da bu hayata direnemiyorsun! Ben de bittim artık kalmadım…

 

Seni hala deliler gibi seviyorum…

Her anını her anıma denk koyuyorum.

Bu aralar bohçaları dağıtıp, bavullarıma yükleyip, kırmızı kurdeleleri olan bir hayata alışmaya çalışıyorum. Kim açarsa, kim girerse içime seni de orada bulacağı ihtimalini de göze alıyorum. Seni sevmek kadar zoru yoktu…

Kendimi korumaya aldım

Bana bu aşkın olmuş olabilecek tek faydası bu,

Bastığım yerin ayağımın altından

Kızgın kumlar gibi kayması bu!

 

Aklım yüreğimden yana değil,

Hep bir mani sunuyor önüme,

Biraz zamana ihtiyacım var ama…

Seni bu yazının sonunda da seviyorum…

Beynimden vurulmuş olsam da yüreğimle kalıyorum meydanda…

Senden vazgeçme savaşımın sonucu yine bu;

ISKA!!!

Çisel Onat