Ego büyük bir problemdir. Aslında, ego tek problemdir. İnsanın gelişiminde, farkındalığın gelişmesinde, aydınlanmanın kendisinin evrimindeki bir sonraki adım için ego tek problemdir. Ve düşünüyorum ki daha yüksek bir gelişim için egonun gerçekten ne denli kudretli bir düşman olduğunu unutmuş olabiliriz. Fakat bu anlaşılabilir bir şeydir. Çoğumuzun içinde yaşadığı dar, kişisel kapsamımız içinde, ego, bizi tanımlayan ana duygusal ve psikolojik çanaktır.

Ego nedir? Ego derinden hissedilen üstünlük ve ayrılık hissidir. Gerçekten de o, benliğe kendini diğerinden, dünyadan, tüm evrenden, ayrı ve üstün görüp hissettiren duygusal ve psikolojik güçtür. O, bireyselliğin aynı zamanda yabancılık olduğu, bağımsızlık deneyiminin aynı zamanda yalnızlık olduğu, ve özgürlük deneyiminin bile daima varlığımızın en derin noktasında bir bağ, bir sınırlılık, ve ümitsizlik hissi ile gölgelendiği yerdir.

Modernötesi çağda, gelişim açısından, ego, bireyselleşmiş kişilik-hissi olarak zirveye ulaşmıştır. Kayıtlı geçmişte bu kadar çoğunluğun bu kadar yüksek bireysellik seviyesine ulaştığı hiç görülmemiştir. Ayrı kişilik-hissi, artık yaşam mücadelesi bilinçliliği, kabile bilinçlilği, dinsel gelenekler, ve hatta sınırlayan milliyetçilik içinde olmadan, bir çokları için, nihayet kendini sosyal ve kollektif bağlardan özgürleştirmiştir. Geniş evrimsel açıdan, bu gerçekten önemli bir başarıdır. Fakat tek bir problem, bu aynı kişilik-hissi şimdi kendisi için bir ada oluşturmuştur. Bir çoğumuz için, bireysellik gelişim işleminin sonudur. Ve bunun sonucu olarak, ön saflardaki bir çoğumuz gelişimin bu yüksek noktasında takılıp kalmıştır – bu fazla bireysellik- ve fazlasıyla bunun farkında olmayışımız.

1960’da kültürel devrim başladığından beri, farkındalığın artırılmasına duyulan ilginin patlamasından daha az hiç bir şey olmadı. Doğu spiritüelliği Batı psikolojisi ile tanıştı ve eski ve yeni yolların bolluğu, teknikler ve değişim terapileri ortaya çıktı. Bunların bir çoğu köklendi ve diğerleri de gelişmeye devam ediyor. Bu içerik içinde, ego anlayışının, yani ayrılığın, istenmeyen acıların ve mutsuzlukların kaynağı olması, neredeyse bireysel veya kollektif olarak, inkar edilemez bir gerçektir. Fakat egonun bu istenmeyen acıların ve mutsuzlukların ana nedeni olduğunu gerçekten fark ediyor muyuz? Ben, böyle olduğunu düşünmüyorum. Gerçekten de, insan olmanın şartlarını anlamada evrimleştikçe ve özgürleşme potansiyelimize uyandıkça, egonun hiç bir şekilde problem olmayacağı mesajlarını daha çok duymaya başlıyoruz.

Doğu-Batı bilinçliliğinin birleşmesi devriminde lider olan bir çok sesten duyduğumuz olağan cümleler şöyledir: “egoya karşı ne kadar çok savaş verirsen, ona o kadar çok kuvvet vermiş olursun” veya “egoyu değiştirmek için ne kadar çok çaba sarf edersen, kendini özellikle değiştirmek istediğin şey ile o denli özdeşleştirirsin” Genellikle, bizlere egonun ötesindeki yolun onu kabul etmekten geçtiği, veya kendini-kabullenme denen şeyden geçtiği söylenir: kim olduğumuzu, nasıl olduğumuzu, ne olduğumuzu vb.vb.gibi kabullenmelerden. Kim olduğumuza karşı çıkmayı durdururuz, ve işte içinde ego da olan bu derin kabulleniş ile değişim gerçekleşecektir.

Kendini-kabullenmenin, şimdiye kadar kim olduğumuza dair kendimizi daha hissetmemize neden olacağına şüphe yoktur….fakat bu yaklaşımın gerçekten bizim daha yüksek bir farkındalık seviyesine ve yaşamın işleyişi üzerine daha derin bir anlayışa gelişimimize yardımcı olup olmayacağı tamamen farklı iki hikayedir. İronik olarak, tarih boyu vardığımız bu özel zamanda kollektif talihsiz durumumuzun büyük bölümü bilhassa eriştiğimiz yüksek gelişim seviyemizin özelliğinde yatmaktadır. Bizlerin derin bireysellik derecesi, veya narsismi, modernötesi egonun kendisinden daha ileri bir şeyi algılayamayan bir dünya görüşü içinde yer almasındandır, ki bu da kendimizi ego ile gerçekten ne denli yoğun bir biçimde tanımladığımızı görebilmemizi çok zorlaştırmaktadır. Ve böyle bir çevrede, farkındalığın daha yüksek seviyeleri bile bu tehlikeli durumumuzu aydınlatamayabilir.

İnanıyorum ki bir çoğumuz için, bu gelişimsel adanmışlığa tek çözüm, kendimizin daha ileri gelişimine giden yol, insan ilişkileri kapsamında, paylaşılan deneyimin ötesine geçebilen ve egonun ötesindeki farkındalığı tanıyabilen ilişkilerde, yatmaktadır. Tabi ki, ego ötesi farkındalık daima aydınlanma halinin kendisi demektir. Yani, bahsettiğim paylaşılan deneyim ve aydınlanmış farkındalığın bilincinde olmak, egonun gölgesinin olmadığı veya ayrı kimlik-hissinin tamamen yok olduğu durumdur. Bu ego ötesi paylaşılan farkındalık deneyiminde, anlık bir sıçrama meydana gelir. Bu sıçrama Ben’den Biz’e, aşırı bireysellikten paylaşılan, ikiliğin var olmadığı yaşamın bütünlüğüne –daha yüksek Biz farkındalığınadır ki bunun içinde tüm parçalar aynı anda hem kendi bireysel hem de kolektif şeffaflığını deneyimlerken aynı zamanda tam ve bütün bir biçimde kendileri olarak kalırlar.

Bu daha yüksek Biz farkındalığında, belki de ilk kez, neden egonun tek problem, çok yakın olan gelişim potansiyelimizin gerçekleşmesindeki tek engel, olduğunu fark ederiz. İkiliksiz paylaşımlı yaşam kapsamı içinde, ego istenmeyen bir ziyaretçi gibi –uyanmış farkındalığın bütünleşmiş alanında doğal yapısı itibari ile yıkıcı olan ben-merkezçi varlığı, ortaya çıkar. Şu anki aşırı bireyselliğimizden, narsizmimizden, yüksek Biz’e sıçramak bizlerin atabileceği tek mantıklı adımdır. Fakat bu kritik sıçramanın gerçek, kalıcı bir gelişim aşaması olması, sadece geçici bir durum olmaması, için egoyu gerçekten değiştirme cesaretini ve isteğini beslemek gerekir. Gerçekte, çoğumuz ego-değişimini yoğun bir heyecan şeklinde olağan durumdan, Buda’nın samsara olarak nitelendirdiği, kısa bir tatile çıkış niteliğinde deneyimlemekten memnunuz. Fakat sadece bir kaçımız egoyu bir kez ve tümüyle sonsuza dek yok etmenin bedelini ödemeye gönüllüyüz, oysa ancak böylece kısa bir tatil olarak çıkılan bu yolculuk dönüşü olmayan bir Nirvana yolculuğu olabilir.

Ego’nun evrimsel terimler içindeki tanımı itici güç’tür. Evrimsel içerikte, aşırı bireysellikten egonun ötesinde paylaşılan farkındalık deneyimine sıçramada, itici güç değişimi, akışa bırakmayı, yükselmeyi mantıksız reddediş olarak tanımlanır. Hepsinde fakat özellikle olağanüstü bireyde, itici gücün kuvvetleri genellikle derin ve sık sık da baş edilmesi zordur. Ve bu nedenle de, hemen her zaman sarsıcı bir kriz ve kişisel olarak, egonun korkularından ve arzularından kaynaklanan hipnotik köleliğinin sonuçsal boyutunu dikkate alarak sarsmasını gerektirir.

Egonun korkuları ve arzuları kaldığı müddetçe, dikkatimizin ana merkezi ve yükselme içgüdümüz, farkındalığın arkaplanında sadece hafif bir mırıltı olarak kalacak, inanılmaz güç haricinde hiç bir şey egoyu dizleri üzerine çökertemeyecektir. Neyin gücü? Sadece kendini fark eden ve kendisi dışında bir diğeri algılamayan, kişisel olmayan tam sevginin gücü. Bu sevgide, bizim kendi yüksek bilincimiz uyanmıştır ve acımasız bir biçimde koşulsuz olarak teslim olmamız için bağırmaktadır. Ve hepimizin ayrı olmaya olan gereksinimimiz değişene kadar da bağırmaya devam edecektir.

Not: “What is Enlightment?” Dergisinin izniyle yayınlanmıştır. Makalenin aslı derginin Ağustos-Ekim 2004 sayısında yayınlanmıştır. ©2004 “What Is Enlightenment? Press”. Hakları saklıdır. http://www.wie.org

Konuk Yazar