Bu yazımda aşktan biraz söz etmek istiyorum, gerçek aşktan! Öz-hakiki “Aşk”tan. Magazin dünyasının haberlerinde izlediğimiz türden değil! Dünya’da bu kadar deforme edilmiş başka bir kavram yoktur herhalde. Ve insan bu kavramlardan gerçekten bahsetmek istediğinde “Aşk” ya da “Sevgi” sözcüklerinden kaçmaya bile mecbur buluyor kendisini nasılsa yanlış anlaşılır diye.
Hayatta her şey olabilir, bir gün süren “Büyük Aşk’lar” da, köle ettiren “Sevgi” de… Amacım kimseyi eleştirmek değil, sadece tekrar bu konuya biraz farklı açıdan bakmaktır.

Bunun için Hindistan’ın en önemli filozoflarından, yazar ve sosyal liderlerinden Svami Vivekananda’nın bir yazısını sizlerle paylaşmak istedim.

Hakiki Sevgiyi Kavrayabilmiş Olanlar, Kutsanmıştır!

En yoğun sevgi türü -erkek ve kadın arasında yaşanan sevgidir. Kadın babasını sever. Annesini sever, çocuğu sever.  Ama kendini ne baba, ne anne, ne de çocuklar aracılığıyla ifade edebilir. Kadının tam olarak üzerinde yoğunlaşabileceği, “dalabileceği” tek varlık olabilir. O da erkektir. Erkek ve kadın arasındaki sevgi ilişkisi-mükemmel, tam, bütünlük ilişkisidir.

Cinsel ilişkiler içinde sevginin her türlüsü taşınır ve onları inanılmaz yoğunlaştırır. Erkekte kadın babasını, arkadaşını, çocuğunu buluyor. Kadında erkek annesini, kızını, doğayı, yıldızları, tüm Evreni buluyor. Sevginin tüm bu eksiksiz, hayat ve inanılmaz iksir, insanüstü yoğunlukla son noktaya kadar getirildiğinde -Tanrıya adanmalı. Sadece bu son basamağı, ölüme yakın halinde, kadın ve erkeğin birbirlerinin içinde öldükleri ama bu ölümün yerine Evreni kazandıkları bu halinde –yoğun, birleştiren, bütün, korkusuz, utanma ya da mahçubiyeti tanımayan bu Sevgi’yi , sevgililer doğrudan Tanrı’ya yönlendiriyor, kendilerine hiç bırakmadan– ölüyorlar. Tanrısal Sevgi Işığı da dirilmek üzere!

Hiçbir karanlık! Hiçbir bölme yok!

Tanrı içinde eriyerek, onlar birbirlerine kavuşuyorlar, ama artık Tanrı için.

Herhangi bir seks fikri ortadan yok olduğunda, o sevgiye Hakiki sevgi denilebilir!

O’nu kavramış olanlar Kutsanmıştır, çünkü bu Yol’dan daha mükemmel Yol yoktur. Bu tür şeyleri anlamak çok zordur. Ama hayat pahasına içinizden birileri böyle bir sevgiye kavuşursa insanlar seksüel sevginin nasıl bir Sevgi’ye dönüşebileceğini anlar!

“Su damlası okyanus’un içinde yok olduğu gibi, ben senin içinde yok oluyorum Sevgilim!” Svami Vivekananda

Anjelika Akbar

400’den fazla senfonik ve oda orkestrası, şan, koro, enstrümantal ve etnik-klasik gruplar için bestesi bulunan Anjelika Akbar Kazakistan’da, müzisyen ve filozof bir baba ile yine müzisyen bir anneye sahip olarak dünyaya geldi. Belki de hayata ve çevresindeki her şeye sadece müzikal açıdan değil felsefi açıdan bakmasının bir nedeni de genleri... Anjelika Akbar’ın, 1999 yılında kendi prelütlerinden oluşan ilk albümü “Su” çıktı. Aynı yıl Can Dündar’ın “Köy Enstitüleri’’ adlı belgeselinin müziklerini besteledi. 2002 yılınında çıkan Vivaldi’nin “Dört Mevsim” keman konçertolarının dünyada ilk kez solo piyano uyarlaması, Sony Music International etiketiyle çıktı ve Sony Classical kataloğuna girerek, bu katalogdaki ilk Türk Klasik Müzik albümü oldu. Yine 2002 yılında Rana Erkan ve Zara ile çalıştığı, “bir’den Bir’e” isimli albümünü çıkardı. Anjelika Akbar evli ve 2 çocuk annesidir.