Uzun yıllardan beri “ruhsal” başlığı altında toplanabilecek konular hakkında araştırmalar yaptım. Bir sürü şey okudum, bir sürü şey dinledim ve izledim, bir sürü deneyim yaşadım, bir sürü insanla tanıştım, bir sürü şey yazdım, bir sürü şey anlattım, bir sürü eğitim verdim…

Bütün bunların sonunda ulaştığım anlayış beni “ruhsal” diye nitelendirilen pek çok bilginin aslında kurgusal olduğu sonucuna ulaştırdı. Ve anladım ki hakikati kucakladığını sanarken aslında kumda oynamışız. Elbette dünyada geçirilen hiçbir aşama boşuna değil, ama aklı başında insanların kurgularla gerçekleri birbirinden ayırt etmesi yerinde olmaz mı?

Yaklaşık on küsur yıldır takıntılı biçimde anlatmaya çalıştığım bir şey var. Dünya’da yaşarken düşündüğümüz, konuştuğumuz ve lisan ile ifade ettiğimiz her şey bizim beynimizin oluşturduğu bir temsildir. Facebook’ta yazdıklarımı karıştırırsanız bununla ilgili çok defa benzer şeyleri yazdığımı görebilirsiniz.

Bizim için ruhsallık sadece beynimizin kavrayabildiği kadarıyla oluşturduğu temsili bir imgeler topluluğudur. En üst düzey ruhsal deneyimleri bile yaşamış olsanız bunun sonrasında anlatabileceğiniz tek şey beyninizde kalan anılardır. Yani kıçımızı yırtsak burada beynin oluşturduğu imgelere bağlıyız. Bu, elbette bilincin beyinle sınırlı olduğunu göstermiyor, ama buradayken her şey beyinle sınırlı.
O zaman sonsuzluğun yanında küçücük bile denmeyecek biyolojik bir makinenin oluşturduğu simülasyonlara dayanarak algıladığımız şeyin hakiki gerçeklik olduğunu nasıl düşünebiliriz ki?

Klasik örnek: Dünya’da hiç kimse görme duyusuna sahip olmasaydı gerçekliğimiz nasıl olurdu? Dünya’da hiç kimse görme ve işitme duyusuna sahip olmasa? Dünya’da hiç kimse görme, işitme ve dokunma duyusuna sahip olmasa? Bilinç diye bir şey kalır mıydı?

Demek ki burada bilinç dediğimiz şey tamamen duyulara dayalı ve belli sınırlarla limitlenmiş bir makineden ibaret.

Hal böyle olunca duyuların ötesindeki gerçeklikler var olsa bile -elbette var olmalı- bizim onlar hakkındaki algımız sadece beyne dayalı imgelerden ibaret kalıyor. İşte burası “kurgu”ların başladığı nokta. İmgeleme gücü biraz fazla insanlar beyinlerinde diledikleri her şeyi yaratabilirler. Ve ilginçtir ki psişik olarak “hassas” diye nitelendirilen tüm insanların “imgeleme” becerileri çok gelişmiştir. Yani örneğin görsel olarak imgeleme gücü yüksek olmayan bir “görücü” yoktur.

Duyular dışı algılamaları reddeden biri asla değilim. Çünkü bunların hepsi çok sıkı şartlarda test edilmiş ve onaylanmıştır. Ayrıca herkes kendince normal şekilde açıklanamayacak bazı deneyimler yaşamıştır. Bu tamam. Ama benim dikkat çekmek istediğim husus psişik algıları olan insanların “imgeleme” yetileri de fazlaca gelişmiş olduğu için kolayca yazabildikleridir. Yani burada imgelerle algılar çoğu zaman birbirine karışır.

İnsanlar için belki de en büyük ihtiyaçlardan birisi kendinden daha geniş bir bütüne ait olduğunu hissetme ihtiyacıdır. Bunun sebebi aslında temelde her şeyin kendinden daha geniş bir bütüne ait olduğu gerçeği olmakla birlikte, belli aşamalarda insan bunu sadece bir inanç olarak kabullenir. Yani idrak etmeksizin sadece ona öğretildiği biçimde kabul eder.

İşte bu ihtiyacın ve arayışın neticesi olarak insanlar “ruhsal” olarak adlandırılan bazı öğretilerin peşinden giderler. Bunun çok çeşitli örneklerini bugün bol miktarda görebilirsiniz.

Amacım kimsenin gittiği yolu küçümsemek ve yargılamak değil. Zaten herkes dilediği yoldan gidebilir ve gidiyor. Ama biraz yol tepmiş bir kardeşiniz olarak önerim, bir şeyleri okuyup dinlerken lütfen yalnızca kalbinizle değil, aklınızla da irdeleyin. Ve lütfen fiziksel gerçeklikle bağınızı koparmadan öğrendiğiniz bilgileri yaşamınızda gerçekten kullanabildiğinizi kontrol edin.

Eğer bir bilgi yaşamın içinde kendine yer bulamıyorsa bırakın yazdığı ya da söylendiği yerde kalsın. Ve yaşamınızda o bilgiye gerçekten ihtiyaç duyup duymadığınızı kontrol edin. Sizin bir derdinize çare olup olmadığını kontrol edin. Yani sağlıklı bir kontrol mekanizmasıyla öğrendiğiniz şeyleri süzgeçten geçirin. Kanıtlanabilirliği olmayan şeyleri ihtiyatla bir kenarda tutun. Belki bir gün işinize yarayabilir, ama sizi yaşamın gerçekliğinden koparan ruhsallık gerçekten ruhsal gelişime hizmet etmez. Çünkü burada ruhsal gelişim denilen şey tamamen beynin ve sinir sisteminin eğitilmesinden başka bir şey değildir. Tüm ruhsal pratikler temelde beynin ve sinir sisteminin eğitilmesi üzerine kuruludur. Daha yüksek düzeyli tesirlere ekran olabilmek ancak beynin ve sinir sisteminin düzgün biçimde eğitilmesine bağlıdır. Bu da şu anlama gelir, ruhsal gelişim tamamen yaşamın içinde olarak, yaşamın gereklerini sonuna kadar yerine getirerek gerçekleşen bir yolculuk. Diğer türlüsü “mitik” düzeydeki inançların tekrarından başka bir şey değil.

Ruhsal boyutta nelerin olduğunu kavrayabilmenin tek aracı bizim için beyinse o zaman beyni geliştirmekten başka işe yarar bir şey var mıdır? Ve beynin de bir sınırı olduğuna göre ruhsal gerçeklere ulaşma yolunda kendinizi hayal üretmeye zorlamayın. Beyninizi yaşamın içinde yaratıcı olmak için eğitin. Kurgu yapacaksanız, işe yarar bir şeyler kurgulayın. Çünkü inanın metafizik kurgular bize ruhsal gelişim yolunda fazla bir mesafe kazandırmıyor, tam tersine oyalıyor.

Sonuç: Anlayışımız geliştikçe cahilliğimiz de aynı oranda büyüyor..

M. Reşat Güner