(26-30 Temmuz Seyrüsefer / Ağrı Dağı’nın ardından…)

Dağlar mucizelerini ancak kendi büyüsüne kapılanlara açar.

Bu büyüye kapılmayanlar için dağlara tırmanmak tam bir çılgınlıktır.

Hakikati arayan tutkulu aşıklar için yapılan her yolculuk kutsaldır çünkü niyet kendi içinde bir eşik aşmaktır.

Dağlara yolculukta ise bambaşka bir sihir, olağanüstü keşifler, sonsuz bir zenginlik, aklın sınırlarını zorlayan bir meydan okuma, büyüleyici bir hayranlık, titreten vahşi güzellik, derinlerine çeken bir tılsım ve doruklarına yönlendiren bir manyetizma ile yoluna gönül koymuş olana sonsuz şefkatinde bir dokunuş vardır.

Çünkü yola gönül koyanlar için tırmanılan dağlar yalnızca taş, toprak, kaya ve buzlardan ibaret değildir. Dış alemde adına “Dağ” denilen bu yükseltilerin nasıl algılandığına bağlı olarak her insanın kendi zihinsel coğrafyasında bir karşılığı vardır. Ya kutsaldır, ya da tehlikenin işaretidir. Bu içsel karşılık her insanın zihinsel yapısına göre değışkenlik gösterse de değışmeyen ve sabit olan tek bir algı vardır ki, bu O Dağ’ın zirvesidir.

Zirve, zihin için varıştır. Erişilebilecek nihai noktadır. Doruktur. Doyumdur. Daha ötesi tahayyül edilemediğinden, bilinen ve keşfi mümkün olan, tüm zorlukların aşıldığına ve tamamlanıldığına ikna olunan, içsel coşkunun bir kutlama olarak patladığı, orgazmik bir kavuşumdur.

Çünkü ortak bilincin binlerce yıllık “Öz’e Erim” hikayesinde aşılmayı bekleyen yedi meşakkatli vadinin bulunduğu bir Kaf Dağı vardır. Ve çok çetin olmasına rağmen aşılan bu yedi vadi sonrasında varılan yer; bilgeliği, yüceliği, erdemliği ve ebedi yaşamı sembolize eden Zümrüd-ü Anka’nın kendisidir. Aynı zamanda Simurg denilen ve Kaf dağının tam tepesinde yaşayan bu sonsuzluk kuşu hakikatte kişinin kendi zihinsel tırmanışı sonrasında uyandığı ilahi doğasıdır.

Dağlar dışarıdan bakıldığında hürmet edilen ancak içine girme konusunda genellikle uzak durulan alemlerdir. Alışkanlıklara dönüşmüş, mekanikleşmiş, tüm iletişim ve ilişkilerde otomatiğe bağlanmış gündelik yaşam, bir insan için yeteri kadar zorluk ve meşguliyet barındırmaktadır ve tam da bu rutini aşmak Zümrüd-ü Anka’ya varmak için kendi içsel tırmanışındaki en büyük eşiği atlamak anlamına gelmektedir. O ilk adımı atabilmek asıl mucizenin kendisidir ve gerisini halleden Kaf Dağının zirvesindeki büyüleyici sesi ile sana dönüşmek, sen olmak üzere son şarkısını söyleyen Simurg’un sesinin manyetik çekim gücüdür.

Zamanın eğilip, büküldüğü, nefeslerin kesildiği “Ağrı Dağı” denilen mekana doğru geçmişte yola çıkanlar ve gelecekte yola çıkacak olanlar hakikatte tek bir “an” içindedirler. Ve onlar Kaf Dağı’ndaki efsanevi kuş olan Zümrüt-ü Anka (Simurg) için yola çıkan kuşlar gibidirler ancak kanatlarını unutmuşlardır. Simurg, İlahi Olanın tezahürü ve taayyünüdür. Bu derin anlamları idrak etmek, maneviyatını hissetmek ancak kendi içinde ve dışında tek vücut birliğini, tek nefesi, tek nabzı, birliği ve bütünlüğü deneyimlemiş olanlar için mümkündür.

“Müziği duyamayanlar dans edenleri deli sanırlar” der Nietzsche.

SATH Bilinç Okulu