Mistisizm ile ilk ilgilenmem lise zamanıma, yani 1990 yılına tekabül eder.

O yıllarda, sürekli sağdan soldan fısıltılar duymaya başlamıştım. “Yeni çağ öğretileri, bilgileri” gibi üstü kapalı bilgilerden bahsediliyordu. Üstelik fiziğin ve bilimin “kesinlikle olmaz” diye reddettiği gerçek üstü olayları kabul eden bilgiler, felsefelerdi bunlar. Katı materyalistler olan aileme biraz baş kaldırmak için, biraz da kendi yaşadığım tuhaf olaylara bir açıklama getirmek için, bu bilgilerin peşine düşmeye ve öğrenmeye karar verdim. 

1990 yılını hatırlamaya çalışın. İnternet gibi doğru düzgün bir araştırma kaynağı bulunmuyordu. Arkadaşlarına bu gibi şeylerden bahsetsen, herkes “aha delirdi bu” mantığıyla yaklaşıp ömür boyu senle alay ederlerdi.(Ne de olsa tam ergenlik çağı zamanı) İzmir’de, maalesef Kemer altındaki kitapçılar dışında doğru düzgün büyük kitapçılar yoktu, bu kitapçı “amcalarsa” genelde sakallı takkeli insanlar olduğundan bu tarz kitaplara bakmıyorlardı bile. Sahaflarda şansımı denediğimde ise genelde tuhaf ve sorgulayan gözlerle karşılaşıyordum. Tam bu arayışlarımın kaosa dönüştüğü bir zamanda , bir kitapçıda, oldukça arka sıralara atılmış bir kitap buldum. Yazarı Lobsang Rampa idi ve kitabın ismi de “Üçüncü Göz”dü. Bilgi yokluğunda bu kitap bana tam bir ilaç gibi geldi; her sayfasını en az üçer dörder kere okudum. Hatta kitabı okumadım, resmen yaladım yuttum.

Kitapta bana biraz uçarı gelen konular vardı elbette, mesela devasa uçurtmalara binip uçan insanlar, tuhaf aletlerle yapılan bir ameliyat altından mumyalanmış eski insanlar vs… gibi. Ama o zamanlar daha mühendislik kafam tam gelişmemişti herhalde ki, hepsini olduğu gibi kabul ettim ve gerçek hayatımda da kitapta öğretilen meditasyon, duru görü, geçmişe yapılan ziyaretler , astral çıkış gibi konuların hepsini denedim. Bu denemelerimin bazılarında başarılı oldum, bazılarını ise başaramadım, ama kitabı yanımdan hiç ayırmadım ve sürekli okudum, durdum.

1992 yılında Ankara’ya gitmem ise , bana apayrı bir kapı açtı. Dost ve İmge kitapevlerini öğrenmem, Akaşa ve Yol yayınlarıyla tanışmam, bana bu yeni çağ bilgileriyle ilgili bir sürü yeni kitap ve öğretinin yolunu açtı. Budizm ve Zen’den girdim, Bio-Enerjiden çıktım, Okült bilgilerden daldım Druidism‘den çıktım… Kısa bir süre sonra tamamen değişmiş, yeni çağ bilgileriyle donatılmış , yüksek bilinç peşinde koşan biri olup çıkmıştım. Fakat bu arada da bir mühendislik öğrencisi olduğum için hiçbir zaman da kendimi kapıp koyuvermiyordum. Tüm yeni çağ bilgilerini iyice inceledikten sonra uygulamaya geçiyordum. Ayaklarımı yere sağlam basmaya çalışıyor, güncel haberleri de takip ediyordum. Derken yavaş yavaş kendim gibi, yeni çağ bilgileriyle ilgilenen insanlarla tanışmaya başladım. Bazı gruplara ve derneklere davet aldım. Meraktan birkaç tane de seminere ve konferansa gittim. Kimisinden oldukça etkilenmiş olarak ayrıldım, kimisinden ise …

Açık konuşmak gerekirse bu tarz bilgilerin biraz da gizli olması gerektiğine inanan birisiyim. O yüzden binlerce kişinin katıldığı, ve çoğu kişinin buğulu gözlerle bakıp “İşte… İşte bilgi bu” diye fısıldandığı , dinleyicilerin çoğunun okudukları kitaplarla sınırlı kalıp, yeni şeyler araştırmadıkları ve diğer bilgileri kesinlikle reddetmeleri veya “tüm yaşadıklarımız hayal” diye bu dünyada tuhaf bir biçimde yaşamalarına, o zamanlar akıl erdirememiş ve anlamamıştım. Dürüstçe söylemek gerekirse hala da anlamıyorum.

90’lı yılların sonuna doğruysa , bu işin iyice cılkı çıktı. Ünlüler gazetelerde boy gösterip “Ben Budist oldum, yeni çağcı oldum, kendimi iyice doğaya verdim…” gibi söylevler vermeye başladılar . Yeni çağ bilgileri, artık bir bilgiden, felsefe olmaktan çıkmış, “moda” olmuştu. 2 sene evvel vizon kürklerle gezen zenginler, birden hayvan katliamlarına karşı olmaya ve organik liflerden yapılma elbiseler giymeye başlamışlardı. Yoga onlar için günlük bir uğraş haline gelmişti ve herkes mutlaka ama mutlaka Nepal’e en az bir kez gidiyordu. Bunun gel geç bir moda olduğunu bilmeme rağmen, bu felsefenin bu kadar ayak altına alınması beni oldukça rahatsız etti. Bu işlerden iyice tiksinince, ve de Kıbrıs’a gitme durumum ortaya çıkınca, çoğu kitabımı arkada bırakıp, daha realist ve dünyasal bir yaşam kurmaya karar verdim, ve Kıbrıs’a doğru yola çıktım.

Zaman beni haklı çıkardı, aynı tahmin ettiğim gibi , “yeni çağ” modası hızla geçti gitti. Gerçek yeni çağcılar piyasada kaldı, ama moda olduğu için bu bilgileri uygulayanlar, şu anda daha “moda” olan İslami bilgilere dönmeyi tercih ettiler.

2-3 sene evvel, eve döndüğümde eski kitaplarımı karıştırırken, aradan Lobsang Rampa’nın kitabı çıkınca çok şaşırdım. Nostaljik bir havayla kitabı tekrar okuduğumda ise, bu sefer kitapta yazılan şeylerin şu ana kadar aldığım bilgilerle benzeşmediğini, hatta bazı yerlerde oldukça çakıştığını fark ettim. Bir mühendis olduğum için kuşkularımın üstüne gittim ve Lobsang Rampa’yı araştırdım. Araştırdıkça kuşkulanmakta haklı olduğumu gördüm.

Lobsang Rampa aslında, Cyril Henry Hoskin adında bir kişiydi. 1910 yılında İngiltere Devon’da doğmuş bir musluk tamircisiydi. Bilindiği kadarıyla Rampa-Hoskin, uzun yıllar kadrolu olarak bir kütüphanede çalışmış ve boş kaldığı uzun sürelerde sürekli kitaplar okumuştu. Kendisinin iddiasına göre, bir gün bir merdivenden düşmüş, uyku ile uyanıklık arası yaşadığı süreçte, Tibet giysileri giyen bir rahip ona yanaşmış ve “korkma, eğer izin verirsen senin içine bir rahibin ruhu girecek” demişti . Hoskin bunu onaylayınca, Rampa’nın ruhu içine girmişti ve kendisi artık Rampa olmuştu (Rampa bunu kısmen ikinci beden kitabında da anlatmıştır.)

Fakat Tibet’i gören, orada yaşayan kişiler ve de uzman “Tibetolog” lar (ki bunların başlarında Tibet Society yazarı Agehanandi Bharati, ve ünlü Tibet uzmanı Heinrich Harrer gelir) “Üçüncü göz” kitabıyla başlayan bu serinin tam bir aldatmaca olduğundan Hoskin’in bir şarlatan olduğundan bahsederler. Bu araştırmacılar Hoskin’in özellikle Madam Blatavsky’nin kitaplarını okuduğunu ve tamamen ondan esinlendiğini savunurlar. Bu kişiler Rampa için kitapevlerini uyardıklarını, fakat yayıncıların para kazanma derdinde olduklarından, uyarılarının ciddiye alınmadığını da söylediler.

2006 yılında Dalai Lama, “Truth of Light” ödülünü “Tenten Tibet’te” adlı kitabından dolayı rahmetli çizgi roman üstadı Herge’ye atfetmiştir. Yaptığı konuşmada Herge’yi gerçekçi çalışmasından dolayı teşekkür etmiş ve de o yıllardaki batıdaki insanların çoğunluğunun bu kitap sayesinde Tibet’le tanıştıklarından bahsetmiştir. Herge’nin bu kitabının 1960 yılında basıldığını, Üçüncü gözünse basım yılının 1956 yılında olduğunu bilen bir gazeteci , Lobsang Rampa hakkında Dalai Lama’ya soru sorduğunda, Dalai Lama gülümseyerek “Kitabı okudum, fakat yazılanlar kurgu ve hayalidir” cevabını vermiştir. Hatta şu anda Amerika’da, başka bir eğitiyi veya öğretiyi alarak, kendi öğretisi gibi yayınlayan şarlatanlara “Rampa-ist” , bu eyleme de “Rampa-ism” denmektedir.

Tahmin edersiniz ki,bu araştırmaları yaptıkça canım iyice sıkıldı. “Üçüncü göz” ile başlayan yeni çağ maceram, tamamen olmasa da kısmen bir aldatmaca üzerine mi kuruluydu ? Tamamen bir yalan üzerine mi bu işe girişmiştim…?

Fakat aradan zaman geçip te bu konu üstüne iyice kafa yorunca , moral çöküntüm geçti. Eğer Üçüncü Göz ile sınırlı kalsaydım, bu benim için büyük bir hayal kırıklığı olacaktı, ama ben onunla sınırlı kalmamış, kendimi sürekli geliştirmiş , başka kitaplar okumuş , farklı dallarla da ilgilenmiştim. Kendi yolumu çizmek amacıyla başladığım bu serüvende, “Üçüncü Göz” beni sadece bu yola başlatmıştı. Evet, belki farklı düşüncelerle ve yanlış bir şekilde yola başlamıştım, ama doğru yolu zaman içersinde bulduğuma inanıyorum.

Büyük ihtimalle melankolik olduğum için Rampa’ya kızamıyorum, ve bu yolu en azından bana açtığı için de teşekkür ediyorum, ama kitabı bir “yol gösterme “ kitabı olmaktan çoktan çıkardım.

Siz siz olun, şu anda her şeyi kolayca araştırabildiğimiz bu çağda, ciddi bir şekilde araştırma yapmadan , diğer felsefeleri incelemeden, sadece kulaktan dolma bilgilerle yola çıkmayın.

Tunç Pekmen