Son birkaç gündür konuştuğum birçok kişiden ah’lar; vah’lar yükseliyor ve ne kadar zor durumda olduklarını belirtiyorlar. Hayat bize birkaç haftalığına bir demo yaptı ve biz de bu demoya aşık olup mevcut kalelerimizi terkettik. Ama dışarı çıktıktan sonar bir anda nerede olduğumuzu şaşırdık ve ışık görmüş tavşan gibi kalakaldık. Şu anda konuştuklarımın çoğunda şunu algılıyorum ki kendilerine sorup duruyorlar: “acaba yanlış mı yaptık?”
Ben de aynı durumdayım. Muhteşem şeyler yaşadım, ama bir anda geldiği gibi gitti. Bir anda kalakaldım “ne yaşadım, bu neydi, acaba sadece demo muydu?…” gibilerinden tepkilerle ve açıkcası kendimi kırgın ve sinirli hissettim. Bir yandan da yetiştirmem gereken bir tez çalışması var ve bunu yapmazsam işimden olurum. Ayrıca vücudumda çeşitli ağrılar da var. Ama en büyük sızı kalbimde… Karşıma geçmiş kaleme dönmem için seçenekler çıkıp duruyor, bildiğim; denedeğim; tanıdığım; alışkın olduğum yollar, ama bu sefer seçimim bu değil. “Buralara kadar geldim madem sonuna kadar gideceğim o zaman” kararındayım. Işin daha da sevdiğim tarafı, bütün bu tantanalı dönemi aştıktan sonar aslında bu dönemde bana ne muazzam hediyeler kazandırılmış olduğunu farkedeceğim ki çoğunu aslında şu anda hissediyorum. Daha da güzeli kendime “bilinçli ve farkında olarak” hediyeler de vermeye başlama yeteneği kazanmaya başladım..
Ama diyelim en zor sonuçlar oluştu ve ben işimden atıldım, yalnız kaldım veya öldüm. Eh ölüm konusu çok yeni bir deneyim olmayacak, daha önce defalarca tecrübe ettim nasılsa… istediğim kadar gelme hakkım da baki… Ayrıca önemli olan ne zaman öldüğün değil, o zamana kadar ‘ne kadar yaşadığın’dır. Ben de 26 senelik yaşantımda hiç de fena sayılmayacak şeyler de yaşadım. Zaten henüz öleceğimi de hiç sanmıyorum. Yalnız kalır mıyım? Hayatıma hergün en az 3 yeni insan girerken mi? Aşksız mı kalırım? Güya geçen sene aşksız geçirecektim, hayatıma kaç kişi girdiğini ben de bilmiyorum. Haaa bunlar kısa süreli aperatifler miydi? Ana yemeğin servise hazırlandığını iyi biliyorum çünkü kokuları geliyor burnuma mis gibi. Sadece sabretmeyi öğrenmem gerekiyor, çünkü şu anda hazırlanması bitmedi ve çiğ çiğ de yemeye niyetim yok. İşsiz mi kalırım? Benim yeteneklerimde bir adamın işsiz kalacağını hiç düşünmüyorum, hele ki Tanrı gibi bir menejerim olduktan sonra. Okuldan mezun olduktan sonra işsiz kaldığım gün sayısı 10, o sürede de dinlenmeyi seçerken “Tanrım, sen nasılsa bana en uygununu ayarlarsın” diye işi menejerime bırakmıştım. Eeee geriye ne kaldı? Hepsinden öte Tanrı karşıma çıkıp “sen bana bırak kendini ve işin keyfini çıkar, geri kalanı hallederim” demişken ve bunu herkes için de yapabileceğini söylerken ve “güven” kavramı artık benim ÖZ’üm haline gelmişken mi yıkılacağım?
Evet şu ara bir sallanma dönemi geçiriyorum, ama bu dönemin bile aslında devre arası olduğunu görmeme engel değil bu. Sahada maçtayken kaslarınızın ne kadar zonkladığının, ne kadar yorulduğunuzun yada kolunuzu çarptığınızda aldığınız darbenin aslında ne kadar acıdığının farkına varmazsınız. Devre arasında soyunma odasına girince yada maçtan sonra anlarsınız bunları ve maç yapa yapa zamanla bu tarz sorunların daha da azaldığını ve artık devre arasında odaya girdiğinizde kaslarınızın zevkle titrediğini hissetmeye başlarsınız. Ama sahaya ilk defa çıktıysanız tabii ki şişip kalma şansınız çok yüksektir. Bizler de pek bilmediğimiz ama oynamak istediğimiz bir spor dalında deplasmanda sahaya çıkmış acemi takım oyuncuları gibiyiz. İşin daha da ilginci bu spordaki takım sayısı çok az ve biz sevdireceğiz diğerlerine. Bugüne kadar bu oyunla ilgili nice donanıma sahip olduk ve çalıştık. Eh artık sahaya çıkıp oynama vakti, tam herşey hazırken kıçını büküp tribünlere oturmak olmaz değil mi? Ben bir tarihe kadar halı sahalarda maçları sadece tellerin arkasından izlerdim, çünkü bu işi beceremeyeceğimi düşünüyordum. Şu anda telefonum sürekli maçlara çağıranlarla dolu ve okuldaki turnuvanın en iyi kalecilerinden biri pozisyonundayım. Yarın okulun en iyi oyuncularından birinin takımına karşı oynayacağım ve ben tek başıma takımımı ayakta tutabilecek kadar yeteneğe sahibim. Eh aynı yeteneğe hayatta da sahibim. Kryon da yazıyordu: “Kim zorlukları, bu zorlukları aşmak için gerekli donanıma sahip bilge insanlardan daha rahat aşabilir ki…”. Gerekli her türlü donanımımız var artık ve Pazar günü buna en büyük desteğim de katıldı ve sizlere de katılacağını biliyorum: Eşruhum ve o benim içimde ve benimle artık her zaman.
Şu anda kendimi uzun ve çok keyifli bir yolculuğa çıkmış hissediyorum. Zorluğu daha önce pek keşfedilmemiş bir coğrafya olması, ama ben gerekli her türlü donanımla birlikte, eşruhum ve Tanrı gibi muhteşem yol arkadaşlarına sahibim. (Sanki birbirimizden ayrıyız ya, peahh!!!) Yaşayacağım ve yaratacağım ve kendime hediye vereceğim çok şeyler var ve daha cümbüş yeni başladı benim için. Bu yolda sinirlenme, küfretme veya üzülme haklarına da sahibim; ama bunlar bile aslında bana karanlıkta kalmış yönlerimi ışıkla BÜTÜNleme fırsatı veriyor. Eeee ben bu kadar muhteşem şeylere sahipken, gerçi dönüp artık eskimiş ve ‘sahte’ güvenlikler sunan kaleme geri dönersem yazık olur ve başta kendim olmak üzere, beni bu yolculuğa hazırlamış herkese yazık etmiş olurum. İstediğim herşeyin, tahayyül edebileceğimden daha muhteşemini menüme koyduğumu biliyorum. İhtiyacım olan şeyler: Sabır ve Cesaret. Sabır, süreçten tad alma dönemiyken; Cesaret, kendine aslında ne kadar değerli, güçlü ve donanımlı olduğunu hatırlatma süreci benim için.
Cesaret hakkındaki sözlerimi nerden mi biliyorum? Sizce o muhteşem demo’dan sonra neden böyle bir dönem yaşıyoruz ki sizce… 😉 Artık ışığı görünce paralize olan yada kaçan bir tavşan olmadığımı biliyorum, ayrıca benim için gün ağarıyor ve etraf ışık içindeyken geçici bir ışık kaynağı beni “o kadar” etkileyemeyecek, çünkü her yer ışık zaten benim için…
“Cesur olun, güneş görmeyen yeriniz kalmasın” derim ben çıplaklar kampındaki turistler misali…