Sınıf : İlkokul 4
Ders : Hayat bilgisi
Konu: Canlılar
Canlıların temel ve ortak özellikleri : Tüm canlılar doğar, büyür, ürer, beslenir, ölür, vs.
Ta o zamandan takmışım şu büyümek mevzuuna. Neden büyür? Sonunda ölecekse neden gelişir? Nasıl büyür? Büyümesem olmaz mı? Sonuçta, resimli ansiklopedi sayfalarını incelemeyi hobi edinmiş, sadece kol-bacak-kafası hareketli mika askerlerine fantastik silahlar ve miğferler takıp da oynamadan kanepenin üstüne dizip seyreden, her akşam çizgi film olup da Perşembe akşamları İnanç Dünyası olduğu için perşembelerden nefret eden, kendi hayal dünyasında bir tek-çocuktum. Ama biliyordum, büyük başın derdi büyük olur. Bir şey istediğimde ya da fikir belirttiğimde “olmaz, sen daha çok küçüksün” denmesine gösterdiğim şiddetli tepki dışında hiçbir zaman büyümeyi istemedim. Baba demek sorumluluk demek. Büyük olmak demek kendi başına kalabilmek demek. Kendi ayakları üzerinde durabilmek demek. Hayatını sürdürebilmek için uğraşmak, soyunu devam ettirebilmek için uğraşmak, birilerini memnun edebilmek için uğraşmak demek.
Ama olmuyor işte. M.E.B. amca yazmış oraya “Her canlı doğar, büyür, vs, vs” Baktım dünyaya gelmek için doğmaktan başka bir yol yok. İlla ki o sürece gireceksin. E genç yaşlı, ağaç böcek herşey ölüyor sonunda. Hayvanların etoburu var otoburu var (ansiklopedi de okuyoruz ya) bitkiler bile topraktan su alıyor, gübre alıyor falan. Hepsi besleniyor yani. At inek gibiler doğum yapıyor, kuş yumurtluyor, çiçekler bile tozlarını börtü böcek yoluyla diğer çiçeklere ulaştırıp bu cinsi münasebete giriyorlar… Galiba doğru. Her canlı büyümek zorunda…
Doğa yasaları nedir bilirsiniz. Varlık yasalarıdır bunlar aslında. Kanun haline gelmeleri için Resmi Gazete’de yayınlanmaları gerekmez, bilimadamlarınca onaylanması gerekmez. Onlar vardır ve yürürlüktedir. Bir yerçekimi yasasını ihlal edemezsiniz. Her etkinin bir tepki doğuracağına, maddenin enerjiyle takas olabildiğine inanmayabilirsiniz ama öyledirler. İsterseniz tek başınıza karşı çıkın, isterseniz 60 milyon kişi olun. Doğa bu kadar düzen ve uyum içinde olmasını bu yasalara borçludur. Aslında zeki değildir doğa. İradesizdir. (Zayıf iradeli demiyorum, iradesiz diyorum.) Ve kendisine sunulan paradigma çerçevesinde, varlık kurallarına uygun yaşar. Doğa yasaları doğanın koyduğu değil uyduğu yasalardır.
İşte büyümek de böyle bir yasa. “Kişi yeni bir eve taşındığında muhtara bildirmek zorundadır” gibisinden değil. Zorunda olduğu için büyümez canlılar. Öyledirler ve kendiliğinden büyürler. Yalnız ilginç olan birşey var, 70 yaşındaki dedeler bile “Daha öğrenecek çok şey var. Ne zaman nasıl büyüdüm anlamadım. Aslında büyüdüm mü onu bile bilmiyorum ya” diyebiliyorlar. Yani sonlu bir proses değil bu büyüme. Ölümle son buluyor (mu acaba?) olabilir fakat büyümen bitiyor da ondan sonra ölüyorsun diye birşey yok!
Büyüme(me) takıntım sonraki yıllarda da devam etti. Hala da eder aslında. Bana sorsalar hiç tercih etmezdim! Ama makul insanlarız, değil mi? Madem ki kaçınılmaz, işi hakkıyla yapmak lazım. (Hakkı kim diye soranı döverim!)
Böyle dedik ve girdik bir büyüme sürecine. Bedensel büyüme zaten önlenemez bir biçimde ve kendi ritminde seyrediyor. Okul, zorlayıcı sorular, çok boyutlu mantık yürütme gerektiren bulmacalar da zihinsel büyümeyi destekliyor. Ucundan kıyısından Richard Bach gibi, MS 2150 gibi, Leo Buscaglia gibi kültlerle tanışıklığımız başlamış. Bu da içsel gelişmeyi besliyor. Tamam, büyümek doğal ve kendiliğinden bir süreç. Fakat, her doğa yasasında olduğu gibi, bu yasaya uygun yaşamak, yani akıntıyla aynı yönde kürek çekmek süreci hızlandırıyor ya da kalitesini arttırıyor. Ortaokulda yüzmeye başlayan arkadaşlar, daha lisede fark atmaya başlıyorlar spor yapmayanlara. Her fırsatta ders çalışan, soru çözen, soru soranlar da keza farkı arttırıyor. Beceriler bilendikçe gelişiyor.
İçsel büyüme sürecine gelince… Burada aslında lingusitik bir düzeltme yapmak gerekiyor bence. İçsel/Ruhsal Büyüme değil İçe/Ruha Büyüme olmalı bence doğru ifade. Ruhsal deyince ruha aitmiş anlamına geliyor. Aslında büyüyen ruhumuz, içimiz değil. Ben dediğimiz şeyin kendi ruhsallığıyla entegre olması, buna uyanması ve bunu özümsemesi asıl vuku bulan. Ve içe büyüme, Varlık Yasalarına uygun yaşamayı öğrenmekle ilgili aslında.
Tabi, madem ki içe büyüme de bir tür büyüme, o da doğası gereği zorlamadan, kendiliğinden gerçekleşen bir şey. Ve yine tabii ki, hızlandırlabilir bir süreç. Materyalist dünyanın henüz kabul ve tasdik etmediği fakat yürürlükte olan bir takım ruhsal yasalar vardır ya hani; benzer benzeri çeker, her davranış bir karma doğurur, vb… İşte bu gibi ilkeler insana çocukluktan itibaren öğretilebilir. Ama müfredata koyamıyorsunuz ki böyle dersleri! En yakın diyebileceğim Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersleri var. Sonra lisede Felsefe-Sosyoloji-Psikoloji grubu var, onlar da seçmeli. Ama yetersiz kalıyorlar. İnsanın daha geniş yaşamasını, daha gelişkin bir bilinç kazanmasını sağlayacak içerikte değiller. Ruhban okulları kurulsun demiyorum. Ama hayatın, doğanın, insanın, varoluşun henüz materyalize edilmemiş alanları var. Belki de hiç edilemeyecek alanlar bunlar. O yüzden bu konular çocuk eğitiminde profesyonel bir yaklaşımla ele alınmalı bence. Linyit ülkemizde nerelerde çıkarılırı öğrendiğimiz gibi başarısızlık karşısında nasıl ayakta kalıp ders alınır bunu da öğrenebiliriz. Ya da, Varna zaferinin siyasi tarihimizdeki önemini öğrendiğimiz gibi bir sevdiğimizi kaybetmenin acısını nasıl taşırız bunu da öğrenebiliriz. Veya insan ilişkilerinde yapıcı olma sanatı, zorlamadan ve zorlanmadan istediğini yaptırma sanatı gibi dersler olabilir. Hatta mevcut bilimin gerçekleriyle paralellik kurulabilir. Daha yüksek frekanslı dalganın daha düşük frekanslı dalganın içinden geçebilmesi mesela. Biz büyüdükçe olan da budur. Düşük tireşimli olayların (yani kişiyi desteklemeyen, neşelendirmeyen olaylar) bizde bıraktığı etkiler, yaralar da azalır. Çünkü bu tip saldırılara karşı hayalet gibiyizdir. Oklar içimizden geçip gider.
Örnekler arttırılabilir. Hatta üzerinde düşünüp arttırmak da gerekir bence. E bu dersleri örgün eğitim bünyesinde alan bir nesil ermişlerden mi oluşacak? Tabi ki hayır! Benim Varna zaferinin Varna’da olduğundan başka bir şey hatırlamadığım gibi, bir başkası da etki-tepki yasasını unutabilir. İlgi meselesi. Ben, mesela, hala alize rügarlarının nasıl oluştuğunu bilirim. Eğik atış denklemlerini kurup çözebilirim. Bir arkadaşım, daha ilkokulda bütün Osmanlı padişahlarının doğum-ölüm tarihlerini biliyordu… Bahsettiğim eğitimi almış bir nesil, azizlerden müteşekkil bir nesil olmasa bile daha doğru yaşamayı bilen bir nesil olacaktır. İçe büyümek de nihayetinde iyi bir insan olmak, mutlu yaşamak, dengeli yaşamakla ilgili değil mi?
Hatta doğru büyümek bile öğretilebilir! Büyümede esas olan ne kadar yol aldığınla böbürlenmek değil. Hedefinle arandaki yolun büyüklüğünden karamsarlığa kapılmak da değil. Esas olan, bulunduğun yeri, bulunduğun basamağı onurlandırmak. O basamağın hakkını vermek yani. Süreç yasası gereği, süreçle işleyen şeylerin adım adım yaşanması gerektiğini öğrenmiş bir insan, karşısına çıkan mücadeleci durumu büyüme fırsatı olarak görür. Hayatının rutin ve az yoğun dönemlerini dinlenme fırsatı olarak görür. 10 cm boyunda olduğunuzu düşünün. Ve normal insan ölçülerinde bir merdivendesiniz. Bir üst basamağa çıkmak için, önce bulunduğunuz basamağın sonuna kadar gidersiniz. O an karşınıza bir duvar çıkar. Oysa o bir duvar değil, bir sonraki basamağın 2 boyutlu görünümü. O duvarı aşarsınız ve yine bir düzlük… Büyüme sürecinin böyle işlediğini size okulda öğrettiklerini düşünsenize… Bu bilgiyle büyümüş olduğunuzu… Daha farklı, daha geniş, daha bilge olmaz mıydı?
Şahsen bir süredir derKi okur-yazarlığı dışında içsel konularla ilgilenmiyorum diye hayıflanıyordum. Sürekli olmasa da ara sıra yoklayıp içimi sızlatan bir durumdu bu. Ama bir tarafım da biliyor ki, bir sofradan besleneceğim varsa o sofraya kendiliğinden çekilirim. Ama ya sırf okuma alışkanlığımı yitirdiiğim için uzak kalıyorsam? Böyle bir ikilem gündemime geliyordu ara sıra. Dün, aynı ayarda bir dostla sohbet ederken ilk kez söze döktüğüm bir şey ortaya çıktı. Doğrusunu söylemek gerekirse, direkt olarak sordu “Son zamanlarda içsel olarak kendini büyüyor hissediyor musun? Yoksa yerinde sayıyorsun gibi mi geliyor?” Lafı dolandıracak, karizmayı çizmemek için gevelenecek birisi de olmayınca karşımdaki, bütün açıklığıyla söyledim epeydir kitap okumadığımı. (Gerçi burda da deşifre ettik ya kendimizi, gitti karizma!) Ama yine aynı açıklıkla bir sene önceki Murat’a göre çok daha olgun, kararlı, seçimlerinin arkasında daha çok durabilen, daha özgüvenli ve daha mutlu olduğumu biliyorum. Bu emareler de yeterli benim büyüdüğüme inanmam için. Ve farkettim ki aslında özlemini duyduğum, eskiden olduğu gibi kitaplar okuyarak, düşünceye dalarak büyümek. Yani öğrenci gibi! E haliyle insan 16 sene öğrenci olunca bunu bir yaşam biçimi olarak benimsiyor… Bu yolla büyümeye son verişim, üniversiteden mezun olup tabiri caizse “hayata atılmamla” eş zamanlı. Yani ani bir kararla “Bana okumak yetti” diyip masterdan vazgeçerken ben aslında daha büyük çaplı bir karar almışım.
Artık öğrendiklerimi pratiğe geçirmek ve yaparken öğrenmek söz konusu. Ve biliyorum ki büyümem durmadı; yalnızca yöntem değiştirdi. Zaten duramaz da. Neden? Çünkü her canlı doğar, beslenir, büyür,. . .