Bir gün, bir duvar saatinin bulunduğu bir dükkânda oturuyordum. Bir ara gözüm saatlere ilişti. Dört – beş saat bir arada. Fakat hepsi öylesine rastgele kurulduğu için ayrı zamanları gösteriyor. Biri onu beş geçeyi, biri sekiz buçuğu, biri on ikiyi. Saatlere baktım bir süre sonra elimde olmadan kendi saatime göz attım. Gerçek zamanı öğrenmek istiyordum. Sanki hepsi ayrı zamanları gösteren bu saatlerin kafamı karıştırmasından rahatsız olmuştum. Herkes tarafından kabul edilen, ortak bir zaman göstergesine kavuşmak istiyordum.
Bulunduğum yerde bir arkadaşımı bekliyordum. Zamanım vardı. Saatler ve zaman üstüne kafamda çeşitli kurgular yapmaya başladım.
Her insan kendi isteğine göre bir zaman kabul etse ne tuhaf bir sonuç çıkardı ortaya! Tuhaflıktan da öte bir kargaşa bir kaos olurdu. Vapura yetişmek için saatinize bakıyorsunuz. Kendinize göre bir zaman ayarlayıp iskeleye koşuyorsunuz. Fakat bir bakıyorsunuz ki, kaptan kendi özel zamanına göre hareket etmiş bile. Vapur bir şey değil. On dakika sonra yenisi gelir. Ya uçaklarda, şehirlerarası otobüslerde aynı şey olsa. Kimse istediği zamanda bir yerden bir yere gidemezdi. Kimse sevgilisi ile parkta buluşamazdı. Nikâhlar vaktinde kıyılamaz, iş görüşmeleri doğru dürüst yapılamazdı.
Sonra kurgumu başka alanlara kaydırdım. Örneğin mühendislik alanına. Yani sayıların egemen olduğu bir dünyaya. Bir bina yapılmaya karar verilirdi. Fakat iki kere iki kimine göre dört, kimine göre beş olduğu için, ortaya bina yerine bir ucube çıkardı. Ticarette işler daha da bir karışırdı. Alış – verişlerde herkes kafasına göre hesap yaparsa, kimin kime kaç para vereceği kimden kaç para alacağı belli olmazdı.
Her şey karmakarışık olurdu. Ya da trafik kuralları tamamen kaldırılsa (gerçi şimdi de yok gibi ya!) ne kırmızı ışık, ne sağdan gitmek mecburiyetini kimse kabul etmese. Önce binlerce insan kazalarda hayatını kaybederdi, sonra da bütün trafik kilitlenirdi.
Peki ya kullandığımız harfler? Herkes kendine göre bir alfabe kullansa. Hani şu çocukların kullandığı şifreli dilden. Kimse kimsenin dilinden anlamazdı. Haberleşme, bilgi aktarımı her şey dururdu.
Artık yaptığım kurgudan rahatsız olmuştum. İçim bunalmıştı. Oh dedim iyi ki böyle kuralları kabul etmişiz. İsteyerek kendimizi bu kuralların çizdiği yolda davranmaya alıştırmışız. Sayılar, harfler, zaman, dil konusunda ortak bir sonuçta anlaşmışız. Yoksa halimiz nice olurdu!
Birazda içimi rahatlatacak şekilde düşünmeye çalıştım sonra. Hepimizin kabul ettiği bu kuralları daha genişletemez miydik? Ana yaşam ilkelerinde de herkes ortak kurallara uyamaz mıydı?
Sonra zevkle düşünmeye başladım: Kimse bir başkasını incitmiyor. Yanlışlıkla böyle bir şey yapsa bile, sanki kolunda ki saati yirmi dakika geri kalmışta ayarlaması gerekmiş gibi bir rahatsızlık duyuyor. Ve hemen düzeltiyor yanlışını. Çünkü biliyor ki, dostunu inciten kendini incitmiş olur.
Ya da biri bilerek başkasını aldatmış. Sanki bir kelimeyi yazarken a yerine k’yi kullanmış gibi hemen uyarılıyor etrafındakiler tarafından. O da yanlışını görünce hemen kabul ediyor. Çünkü biliyor ki, yazı yazmasını bilmeyen bir cahil gibi ayıplanacak: “Bu adam ana yaşam kurallarından bir haber” denecek. Diyelim bir başkası hak sınırını aşıyor. Kırmızı ışıkta kavşaktan geçmiş gibi uyarılacak hemen. Daha güzeli kendi içindeki uyarıcı vicdanı ona yanlışını hatırlatacak. Bir diğeri de birisinin dedikodusunu yapmış. Hesapsız, kitapsız bir köprü yapmaya kalkışan bir mühendis gibi ayıplanacak, kınanacak.
ÇIPLAK GÖZ İLE GÖNÜL GÖZÜ
Biliyorum bunların uygulaması pek kolay değil. Sayılarda, harflerde, saatlerde birlik olmak kolay. Çünkü bunları çıplak gözle görüp, biraz da ölçüp biçip kabul edebiliyoruz. Ama yaşam kuralları öyle değil. Birincilerinde bir tek göz gibi aynı gerçeği gören insanlar ikincisinde bin gözlü oluveriyorlar. Her biri gerçeği ayrı ayrı görüyor.
Ama olsun. Sayılar, harfler, saatte insanın ilk devresinde bilinmiyordu. O çağlarda insanların durumu yazının başında yaptığımız kurgunun benzeriydi. Her şey karmakarışıktı, düzensizdi. Sonra zaman geçtikçe yavaş yavaş bu gerçekler kabul edilmeye başlandı. Şimdi çok rahat kullandığı bu nimetler uzun araştırmalar sonucu çıktı ortaya.
O halde elbet gün gelir gönül gözümüz açılır. Yaşam ilkelerini şaşmaz bir kesinlikle, çıplak bir gözle görüyormuş gibi kabul eder ve uygularız.
İnsanlar ve uluslar arasında sürüp giden bu kargaşa, bir gün aklımızı başımıza getirecek. Benim, hepsi aynı zamanları gösteren saatlerden rahatsız olmam gibi, bütün insanlık bu ayrılıktan rahatsız olacak. Bir olmaya karar verecekler.
O zaman insanlar tek bir gözmüşçesine, tek bir gerçeği görecekler. Ve o gerçeğe uygun yaşayacaklar. O zaman dünyada dirlik düzenlik kurulacak. Ve o zaman insanlık durulacak.