Sonsuz:

Sevgili Cem, “The Wise”da yedinci sayımızın konusu Anadolu. Üzerinde yaşadığımız topraklar. Bunun altını özellikle çiziyorum çünkü “ülkemiz”i tanıtalım etkinliği ve sayısı değil bizim yapmaya çalıştığımız. Çık stratosfere aşağı bak, hiçbir çizgi ve ayrım göremezsin. Bir bütün olarak dünya ve onun üzerinde yaşayan insanlar vardır. Biz bir bütünüzdür. İşte Anadolu da bu bütünün bir parçası. Hem de konumu itibariyle önemli bir parçası. Biz de en iyi bildiğimiz konuyu işleyelim dedik elimizden geldiğince. Seninle de özellikle konuşmak istedim bu konuyu çünkü bu toprakların ruhsal enerjisine dair söyleyebileceğin çok şeyler var. Ama önce şu konuyla başlayalım istersen. Zamanında bir sohbetimizde, “Dünya bir beden gibidir ve her bölge de onun bir organını temsil eder” demiştin. Bu mutlaka üzerinde durulması gereken bir konu çünkü biz dünyanın herhangi bir köşesine “Aman bana ne ya, benden kaç kilometre uzakta” diyerekten aldırmamazlık ettiğimizde aslında kendimize yapıyoruz, çünkü bir parçamızı dışlıyoruz. Ne dersin? Seni dinliyoruz.

Cem Şen:

Sevgili Hasan, yıllar geçtikçe ne kadar az şey bildiğimizi ve bildiğimizi varsaydığımız az sayıda şeyin de gerçekliklerinin sorgulanabilir olduğunu farkediyorum.  İnsanlar hala ben-sen, iyi-kötü, kazanç-kayıp derdindeyken “gerçek” şeylerden bahsedebilmek çok zor. Bir kamyon suyu bir futbol sahasına boşaltsan ve üzerine bir kayık koysan, kayık karaya oturur. Aynı kamyondaki suyu bir havuza boşaltsan, kayık bu havuzda yüzer. Senin anlayacağın herhangi bir soruya vereceğimiz yanıt karşımızdaki insanın anlayışının ne derinlikte olduğu ile ilgili. Herkes bilmek ile ilgileniyor ama kimse kendini boşaltıp derinleşmekle ilgilenmiyor. Şimdi bu girişten sonra yanıtımı hangi derinlikte vermemi tercih edersin diye sormak isterdim. Fakat sanırım seni böyle zor bir kararı vermeye zorlamaktansa bu sorumluluğu ben alıp sırtına yük yüklememeliyim.

Eğer dünyaya uzaydan bakarsak sınırlar göremeyiz haklısın ama buna rağmen Fars’ı Fars, Kelt’i Kelt yapan bir şey olduğu gibi Anadolu’yu da Anadolu yapan bir şey vardır ve bu biraz (belki birazdan fazla) coğrafya ile de ilişkilidir. Senin anlayacağın uzaydan bakıldığında görülmese de bir takım sınırların varlığından bahsedilebilir. Sadece bu sınırlar bir bölgenin insanını diğer bölgenin insanından üstün yapmaz. Bu sınırlar, o bölgenin insanının “gerçekliğe” farklı bir malzeme kullanarak ulaştıklarını anlatır. Buna karşın ulaştıkları gerçek, aynı gerçektir. O nedenle ayrım yapmak bu dünyadaki en cahilce iştir.

Gerçek İnsanlar, bunlar ister Anadolulu ister Javalı, ister Kelt, ister Sufi olsunlar gerçeğin gözümüzle gördüğümüz, duyu organlarımızla algıladığımız gerçeklik olmadığını bilirler. Bizim, gerçek dediğimiz şey, aslında duyu organlarımızla algıladığımız ve düşüncelerimizle ulaştığımız, zihnimizdeki bir “izlenimden” oluşan yani gerçekle alakası olmayan bir hayal. Ama esasında Gerçek kafamızdaki bir izlenim değildir, Gerçek ancak aradan “ben” çekildiğimde kalan şeydir. Tüm coğrafyaların, daha doğrusu mekanların ve zamanların Gerçek İnsanları, gerçekliğin farklı bir araçla algılandığını bilirler. Bu gerçek, çok daha canlı, çok daha olağanüstü bir gerçektir. O gerçekte tanrılar vardır, farklı boyutlar vardır, “bilgi” vardır.

Gerçeklik, her Gerçek İnsan tarafından bilindiği gibi, çağlar boyunca Türk, Yunan, Hitit, Kürt, Laz ve diğer etnik halkların karışımından oluşan Anadolulular tarafından da biliniyordu. Ben çocukluğumda bu gerçeklikle büyüdüm. Birinci elden bu gerçekliğin son kırıntılarıyla temas ettim ve Gerçek İnsanların anlattıkları öyküleri dinledim. Onlardan esinlenip Anadolulu bir Gerçek İnsan olmak için 35 seneye yakındır yolculuk yapıyorum. Burada ihtiyacımız olan her şey duruyor. Sadece derinleşmek gerek; o kadar.

Sonsuz:

Derinleşmek vurgusunu özellikle yapıyorsun madem, bunu biraz açalım ne dersin? Yeterince derin bulmuyor musun yoksa ortalıkta varolan bilgileri ve bilgeleri? Gerçi bu söylediğine katılmamak ne mümkün? Ortalarda dönen bilgilere bakınca, hani çok derin rolü yapan ama bilek sığlığında olduğunu görüyoruz. Ya da bilgiler çok derin olsa bile, onu dillendirenler derin rolü yapıp, sığ sularda gezindikleri için etkili olmuyorlar insanların üzerinde. Bu derinlik konusuna temas edelim ve hemen sorayım sana, en diplerde neler var?

Cem Şen:

En dipte ne olduğunu açıklamak mümkün değil çünkü o derinlik kelimelerin ya da düşüncelerin alanında değil. Günümüz Efes antik kentinde, tarih boyunca pek çok ölümsüz ya da aydınlanmış bilge, filozof yaşadı. Bunlardan bir tanesi de Heraklitus’tu. Heraklitus gibi, derinliklere ulaşmış diğer filozoflar da kendi dönemlerinde bu derinliği “gizem” olarak adlandırıyor ve gizeme ulaşma yolunun “sezgisel bilgiden” geçtiğini ifade ediyorlardı. Yani, o mu yoksa bu mu, öz mü yoksa töz mü tarzı tartışmalarla ya da acaba Zeus’un gözüne girmek için boğa mı kesmek caizdir; tavuk katletmek mi tarzında inançlarla gerçekliğe ulaşmaya çalışmıyorlardı. Bu “sezgisel bilgi” aynı şekilde dünyada yaşamış en bilge insanlardan bir tanesi olan Budha tarafından da üzerine vurgu yapılan temel konuydu. 

Ne yazık ki bunlar artık bilinmiyor. Günümüzde, geçmiş zamanların filozofları, ki bunlara Mevlana ve Yunus Emre gibi filozoflar da dahil; sıkıcı, hayattan keyif almayan, işleri güçleri ibadette ya da derin düşüncede, aşırı ciddi insanlar gibi algılanıyorlar. Dediğim gibi gerçek derinliğe sezgisel bilgi ile ulaşılır ve bunun için de “gözlemleyen” aradan çıkarılır. 

Heraklitus ve onun gibi “Gizem”e vakıf olmuş diğer filozoflar, gündüz vakti gözlerini boşluğa dikip saatlerce öylece kalmalarıyla ünlüdürler. Aynı yöntem dünyanın her mekanında ve her zamanında kullanılmıştır. Bugün benim de öğrencilerime öğretmeye çalıştığım gibi.

Ben dibi bilmiyorum Hasan.  O nedenle sana onu anlatamam; yalnızca kendi deneyimimden bahsedebilirim. Deneyimim bana gerçekliğin, tıpkı ayak izlerini takip ettiğim bilgelerin anlattıkları gibi, duyu organlarımızla algıladığımız ve üzerinde düşündüğümüz gerçeklikten farklı olduğunu gösteriyor. Fakat bu gerçeklik, bilgelerin “meseller” ve “paradokslar” aracılığıyla anlattıkları gerçeklikle aynı. Bunu deneyimlemek büyük bir huzur duymamı ve yolun öznel değil nesnel olduğunu anlamamı sağlıyor.

Sonsuz:

Peki Facebook’ta duvarında şöyle bir cümle yazmıştın: “Benim en büyük yanlışım, kendimi halen Cem Şen sanmam. Sizin de en büyük yanlışınız, beni halen Cem Şen sanmanız.” Bunu yukardaki cümlelerinle bağlayarak açabilir misin madem gerçeklik konusuna girdik.

Cem Şen:

Benim bir önemim yok. O sadece bir şeyi anlatmak içindi. Aslında anlatılamayacak kadar basit bir şey… Ben kendimi tüm deneyimlerimin bir sonucu olarak, duyu organlarım aracılığıyla algılar ve ona “ben” derim. Nasıl ki gördüğüm bir çiçek aslında yalnızca kafamdaki bir izlenim, bir imajsa; çiçeğin kendisi değilse; çiçeği asla ama asla bilinen algılama yöntemleriyle bilmemin bir imkanı yoksa kendimi de aynı araçlarla bilmemin bir imkanı yoktur. İnsan yalnızca üzerinde anlaştığı gerçeği nesnel gerçek olarak kabul eder; yalnızca kendine öğretileni bilir o kadar. Örneğin günümüzde hala Papua Yeni Gine’nin bazı bölgelerine gider ve oradaki yerlilere parmağınızla havada uçan bir uçağı gösterirseniz göremezler. Bunun sebebi onlara uçak diye bir şeyin öğretilmemiş olmasıdır. Benim kendimi Cem Şen sanmam, bana öyle öğretildiği içindir. Senin ve hepinizin beni Cem Şen sanmanız da size öyle öğretildiği içindir. Ben Cem Şen değilim!

Yakın bir zamanda ilginç bir deney yapıldı. Bu deneyde bir adam hipnotize edildi ve uyandığında kendi kızını görememesi istendi. Adam uyandığında önüne getirilen kızını göremedi. Peki ama kızının olduğu yerde ne gördü? Kızının arkasında duran cep telefonunu! Adeta gözlerinde röntgen ışını varmış gibi! Biz sadece bize öğretileni yapıyoruz Hasan. İşte Gerçek İnsanlar, kendilerine öğretilenin ötesine geçip, gerçeği gerçekte olduğu haliyle görüyorlar. 

Anlatabildim mi niçin Facebook’ta öyle yazdığımı? Bu aynı zamanda biraz da avlanma benim için. Paradoksu anlayan birileri var mı diye? Uzaya akıllı canlıları bulmak için şifreli mesaj yollamak gibi. En azından anlama umudu, eğitilme umudu olanları bulmak için…

Sonsuz:

Peki yine Anadolu’ya dönelim istersen, çünkü cidden bu konunun ucu bucağı yok. Sana ilk başta sorduğum soruyu yinelemek istiyorum: Dünya bölgelerinin her birinin bir bölgeyi temsil ettiğini söylemiştin daha önceki sohbetlerimizde. Bunu biraz açar mısın? Hangi bölge nereye tekabül eder ve Anadolu’nun yeri bu vücut içinde nedir?

Cem Şen:

Hasan bence bu ana konudan çok uzağa atacak bizi. Olayı inanç boyutuna çekecek. Tam olarak nereye varmak istiyorsun, ona göre yanıt vereyim.

Sonsuz:

Yani her ülke her bölge bedenin bir parçası. Amerika beyin, İngiltere kalp, Rusya bacak vs. Bedenin bir yerindeki sorun diğer bölgeleri de ilgilendirir bu yüzden diğer belgelere kayıtsız kalamayız. Bunu da Anadolu örneği üzerinden anlatalım istiyorum. Anadolu’nun enerjisi bedeni nasıl etkiler mesela?

Cem Şen:

Bu, çok ayıran bir algılama olmaz mı sence? Biz zaten bunu aşmaya çalışmıyor muyuz? Her yer önemli değil mi? Yani kolu bacaktan kalbi beyinden önemli yapan bir şey yok ki? Şöyle bir tehlike var: Bu tür algılamalar bizi bir şey merkezli algılamaya yönlendirebilir. Önem-önemsizlik algılamasıyla nevrotik bir sorgulamaya sokabilir.

Sonsuz:

Yani birinin diğerinden önemi yok. Beden bir bütündür ve her yeri çok değerlidir. Afrika’da insanlar açlıktan kırılıyor büyük acılar çekiyor mesela, dünyanın çoğunun umurunda değil; halbuki bütünsel bedenin o bölgesi sorunlu bu durumda.

Cem Şen:

Sana bir şey soracağım: Eğer elinde mutlak güç olsa dünyadaki acıyı sonlandırır mıydın?

Sonsuz:

Acı verilen bir tepki. Bana sonsuz bir güç verilse dünyaya hiç dokunmazdım acı anlamında. İnsanlar yüzleşmekten kaçtıkları için acı çekiyorlar. Ben onların yerine acıyı sonlandırırsam gelişme şanslarını alırım ellerinden. Ama elbette ki yapacağım şeyler olurdu. En azından şifalandırma yapardım, yaralı bölgelere.

Cem Şen:

Ne fark eder ki? Acı gerekliyse şifa versen ne olacak? Sonradan acı çekince, acılarını artırır o kadar.

Sonsuz:

Şifalandırma derken en azından dengesizlikleri ortadan kaldırmaya çalışırdım. Açlığı, barınma sorunlarını, sefaleti…

Cem Şen:

Acıyı ortadan kaldırmak, eğer düalist/ikici bir bakışla yapılmaya kalkılırsa karanlığı ortadan kaldırmaya çalışmak gibidir. Dünyada sadece ışık olduğunu düşünsene… Ne hale gelirdi her şey? Ama iyi ile kötü arasında fark olduğu sürece ne fark eder ki Hasan. Acıyı hafifletmen onu azaltmaz ki. Budist anlayışa göre biz en alt altı boyutun dördüncüsünde yaşıyoruz. Toplam otuzbir boyut var. Alt boyutlarda, bizim üzerimizde yarı tanrı boyutu ve tanrı boyutu var. Tanrı boyutu zevk ve sefa içinde milyonlarca yıl yaşamak demek. Fakat Budist anlayışa göre, bu boyuttaki yaşam sona erdiğinde Tanrı boyutundaki bu varlıklar genellikle en alt boyutlardan biri olan hayvan ya da aç ruhlar boyutunda doğuyorlar. Yani herkes acısız yaşasa bile, bu acı oluyor. Gerçek acı yalnızca cehaletten kurtularak sonlandırılır. Kötü bir rüyanın içindeki unsurları iyileştirmeye çalışmanın bir anlamı yok. Uyanmak en iyi çözümdür.

Sonsuz:

Yaşadığı ülke insanın uyanışını etkiler mi? Mesela Hindistan’da veya Endonezya’da ya da Çin’de veyahut Anadolu’da yaşayan bir insanın; batı dünyasında yaşayanlara oranla “uyanma” şansı daha mı fazladır? Öyleyse eğer, kimin nerede geleceğine karar veren kimdir?

Cem Şen:

Herkes eşit şansa sahip. Sadece, dünyaya ilgisi daha az olanların şansı doğal olarak daha yüksek. Dünya, sen ondan ne kadar beklentiye sahipsen seni o kadar büyük bir güçle yönetir. Ben bir zamanların Shramanaları gibi algılama eğilimindeyim Dünya’yı. 

Sharamanalar, Budizm’e ve Hinduizm’e öncülük eden, ikilikten uzak ya da non-dual öğreti üstatlarıydı. Onlara göre, evrendeki her şey birbirini etkileyen bir takım sebep sonuç ilkeleriyle belirlenir. Burada, durumu kontrol eden bir otoriteye ihtiyaç yoktur. Yani Tanrı’nın müdahalesi gerekmez; ya da sizin müdahale edebileceğiniz fazla bir şey yoktur. Evren ve siz bir takım sebep sonuçlar aracılığıyla kaçınılmaz olarak bazı eylemlerde bulunursunuz; ta ki varolma çabamızı bırakıncaya kadar. Varolma çabası bitince illüzyon da bitiyor. Var olma çabasının kendisi bizi eyleme zorlayan ve varoluş çarkını çeviren akıntıdır. Bu akıntı bir kez oluştu mu artık sebep sonuç ya da etki tepki aracılığıyla her karar “kendiliğinden” verilir hale geliyor. Bu sebeple Anadolu’da doğduysak belli bir sebebin sonucu olarak burada doğduk. Bunun belirleyen kimse yok, bizim geçmiş eylemlerimizden başka.

Sonsuz:

Anadolu’da doğmak sana neler kattı peki Cem? Sen İzmir’de doğdun ki benim de yaşadığım şehir olduğu için iyi biliyorum, buranın enerjisi çok farklıdır. Keza Anadolu’da daha birçok böyle bölge vardır enerjisi sıradışı. Kazdağları vardır, Mardin’i vardır, Kapadokyası vardır… Peki genel olarak Anadolulu bir ruh olmak sana neler kattı?

Cem Şen:

Her şeyden önce diğerine saygı duymayı öğretti. Önyargısız olmayı. Farklılıkları bir arada kullanabilmeyi. İşe yarayan bilgiyi, nereden geldiğini önemsemeden alıp kullanmayı. Halinden memnun olmayı; her ne kadar bu konuda biraz daha ilerlemem gerekse de yolun başını geçeli çok oldu. Ha bir de zeytin ağacını çok sevmeyi… 

Sonsuz:

Diğerine saygı duymak derken mesela bizim ülkemizde, özellikle de İstanbul’da üç büyük dinin mensupları yüzyıllardır barış içinde yaşar. Ama mesela ABD’ye baktığımızda da birlikte gayet güzel yaşıyorlar. Peki burada yaşananın herhangi bir farkı var mı?

Cem Şen:

Aslında bir fark yok bence. Eğer dünyayı yönetme hevesinde olanlar burnunun sokmasa farklı inançlar bence bir arada yaşayabilirler. Sonuç itibariyle her öğreti öldürmeye karşıdır, çalmaya, yalan söylemeye karşıdır. Öldürmeyi, çalmayı destekleyen bir öğreti bilmiyorum ben. Öyleyse niçin birbirlerini öldürüp birbirlerinin malını çalarak kendi öğretilerine karşı bir şey yapsınlar ki? Onları cebr ve hile ile böyle davranmaya zorlayan, dünyayı yönetmeye meraklı birileri olmadığı sürece herkes ılımlı bir mesafede birbirine zarar vermeden yaşayabilir bence. 

Biz diğerlerinden daha hoşgörülü değiliz. İnsan iyidir. Yıllardır dünyanın pek çok yerinde usta peşinde koştum durdum. Bazı bölgeler pek çok insanın gitmek istemeyeceği yerlerdi. Şunu içtenlikle söyleyebilirim ki, bütün bu yolculuklarımda tanıdığım her kötü insanın en azından yüz katı fazla iyi insana rastladım. İnsanların iyiliğe doğal bir eğilimi var. Bu da çok güzel. Elbette kötülüğe de eğilimleri var; ancak iyiliğe olan eğilim kötülüğe olan eğilimden daha fazla. Hele hele insanlara müdahale edilmezse…

Sonsuz:

Doğu demişken sen sık sık Uzakdoğu’ya gidiyorsun, oğlunun Kanada’da olması sebebiyle Batı’ya da sık sık gidiyorsun. Sonra İstanbul’da evine geliyorsun ki işin Avrupa’da, evin Asya’da; tam iki dünyanın kesiştiği yerde yaşıyorsun. Hayatın ilginç bir karışımdan oluşuyor. Peki en çok nerede rahat hissediyorsun? Nerede mutlusun?

Cem Şen:

Bu soruya yanıt veremediğim, içime baktığımda bir yanıt bulamadığım yerde mutluyum. Onun haricinde gittikçe her yerde kendimi daha az mutsuz hissetmeye başladım galiba. Ama tam mutlu hissetmiyorum henüz. Hala kafam ikici çalışıyor. Hala illüzyondayım. Yine de halimden memnunum denebilir.

Sonsuz:

Anadolu’dan birçok ölümsüz geçti dedin az önce. Bu okuyanların kafasında soru işareti oluşturabilir. Ölümsüzler ne demek? Mesela hangi isimleri ölümsüz kapsamında düşünüyorsun? Bu kişiler insanlığı nasıl etkilemişler. Bunu da biraz anlatabilir misin?  

Cem Şen:

Doğan herkes ölmek zorundadır ve ölen herkes doğmak zorundadır. Bu basit etki-tepki ya da sebep-sonuç yasasının sonucudur. Dolayısıyla da ne ölümden ne de doğumdan kurtulmak mümkündür. Eğer bir insan doğmaktan vazgeçebilirse, o zaman ölmekten de vazgeçebilir. 

Bunun için ilk olarak kendini Cem Şen sanmayı bırakmalıdır. Cem Şen ölmek zorunda; çünkü doğdu. Cem Şen’in aydınlanması mümkün değil çünkü ödemesi gereken bir sürü borcu olması bir yana, her nefes alışında yeni borçlar yaratıyor. Cem Şen olmayı bırakmadığı sürece Cem Şen’in geleceğini yaşayacak ve bu gelecekte ne ölümsüzlük ne de aydınlanma var. 

Eğer Cem Şen olmayı bırakabilirse, o zaman doğumun ve ölümün ötesine geçebilir. Buna farklı kültürlerde erme, aydınlanma, ölümsüzlük denir. Bu topraklarda bu ermişlerden bolca var oldu.

Sonsuz:

Mesela kimlerdir bunlar? Bazı isimler verebilir misin, hem onları anma; hem de yaşamlarını daha da derinlemesine inceleme fırsatı doğması adına?

Cem Şen:

Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bektaş, Heraklitus sadece bir kaçı… Bu arada her bilinene karşılık belki yüz tane bilinmeyen olduğunu unutma. Bazıları o kadar kendinden geçer ki onları bilemeyiz. Fakat denir ki, bir bilge hayatı boyunca bir mağarada yaşasa ve orada aydınlansa ve fikirlerini bir tek kişi bile duymasa gene de aydınlanmasıyla dünyayı değiştirir.

Sonsuz:

Hatta derler ki bu bilgeler öldüklerinde bile enerjilerini geride bırakırlar ve etkilerini sürdürürler. Belki de bu yüzden ülkemizde türbeler halen dolup dolup taşmakta. İnsanlar oradaki enerjiye çekiliyorlar sürekli.

Cem Şen:

Evet. Bilgi yok olmaz çünkü o insana kazınmıştır. Yalnızca bilgiye ulaştıran yol, yani teknik kaybolur. Eğer teknik geliştirilirse ya da teknik kullanılırsa o zaman bilgi oradadır. Bu sebeple doğru bilgi/doğru usta (teknik), doğru mekan, doğru ilişki ve maddi konuda belli bir barışa ulaşmak (ya da yetingenliğe) ilerlemek için gereklidir. Bunun haricinde pek fazla bir şey gerekmez.  

Sonsuz:

Ben bu güzel sohbet ve verdiğin bilgiler için çok teşekkür ediyorum.

Cem Şen:

Ben de güzel soruların için teşekkür ederim.

Hasan 'Sonsuz' Çeliktaş

18 Kasım 1976'da Mersin'de doğdu. Toros Koleji'ni bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü'ne girdi. Fakültesini çok sevdiğinden mezuniyeti sonrasında oradan ayrılamadı ve asistan kadrosunda eğitim hayatına devam etti. 2005'te ise İzmir'e yerleşti. 2001 yılında "Sonsuzlukotesi" mail grubunu kurmasıyla başlayan yazarlık hayatı, önce 2002'de sonsuzlukotesi.com'u, daha sonra da 2004'de derKi.com'u kurmasıyla devam etti. Bir yandan da Cosmopolitan, Esquire, Yeni Aktüel, Zodiac, Akşam Brunch gibi dergilerde ve Akşam Gazetesi'nde serbest yazar olarak yazıları yayınlandı. 2011'de ise Anadolu topraklarından doğup Amazon.com'da yayınlanan ilk Türk Spiritüel dergisi "The Wise"ı oluşturdu. Halen yazmaya devam ediyor. Duru Sonsuz ile Özün Dünya'nın babası sıfatıyla onlara rehberlik yapmaya çalışıyor...