“Can boşlukta astar gibi gizlidir, beden döner durur yorgan altında; bilesin ki bedensiz bir bedene de sahipsin!”
Beden dışı yolculukların varlığına gönderme yapan nice mesajları var Mevlana’nın; onlardan birisiyle açtık bu günkü röportajın perdesini.
Duyular dışı algılamaların, aklın sınırlarını zorlayan psişik yeteneklerin gizini çözerek isabetli tezler geliştirmek üç dişli maymuncukla milyonlarca kilit açmaya çalışmak gibi; heyecan verici ama epey zorlayıcı!
Varlıksal alanda meydana gelmeye devam eden, her daim tespit etme ve ölçüye vurma olanağımızın bulunmadığı normal ötesi hadiseleri mercek altında incelerken, sonsuz sayıda bilgi kilitlerini tek tek çilingir tezgahından geçirerek uymayan anahtarları elemeniz gerekiyor, ki hakikate sadece bir gıdım daha yaklaşılsın.
Psişik yeteneklerin bazı kişilerde tezahür eden olağanüstü gelişkinliği, kimi durumlarda hiç bir özel bir çaba göstermeden kendiliğinden ortaya çıkıveren normal ötesi olgular başlı başına aydınlanmaya muhtaç bir fenomen olarak yanı başımızda bekliyor, spiritüel alemin de en ilgi çeken konularından birisi olarak…
Duyular Dışı Algılamalar/Beden Dışı Deneyimler kulvarında epeyce kulaç atmış bir yüzücüyle, araştırmacı bir dostla söyleştik geçenlerde, elbette “derKi” için kayda geçerek.
Sevgili Nusret Sefa Yılmaz genç yaşına rağmen epey uzun zamandır bu yollara ter akıtanlardan.
İRAD bünyesinde devam eden halka açık konferanslarda bilgi aktarımlarına yıllardır devam eden bu değerli dost yaşam yönünü belirleyen ana yolu erken seçenlerden, emin adımlarla menzile doğru sakince yürüyenlerden, yürürken de zengince birikenlerden.
Ege Meta Yayınlarının hazırlığında yer aldı yıllardır; adı geçen yayınevinden çıkmış “Telepati” isimli kitabının ikinci baskısı tükendi; şimdilerde ise geniş bir araştırma ve titiz derlemeler neticesinde oluşturduğu “Astral Seyahat Teknikleri” isimli kitabını çıkarma hazırlığı içinde.
Ruhsallığa yakın duran-durmayan pek çok kişinin ilgisini çeken bu fenomeni henüz kitap çıkmadan birlikte didikleyelim istedik, bir kilide anahtar uydurabilecek miyiz bakalım!
Sevgili Nusret, yakında çıkacak olan kitabının taslağını gözden geçirmiştim; derinlikli araştırmalara harcadığın emek ve zaman için teşekkür ederiz. Bilgiler, tespitlerin henüz çok taze iken, eriştiklerini bize bir nebze yansıtmanı dileriz. Öncelikle BDD’yi (beden dışı deneyimler) tam olarak nasıl ifade edersin diye sorarak başlayalım…Kendisini sadece fizik beden ve onun yan ürünlerinden ibaret gören insana en yalın biçimde nasıl anlatılır “beden dışı bedenler” ve onunla yapılan yolculuklar?
En kolay anlatımıyla Beden Dışı Deneyimleri (BDD) ya da halk arasında bilinen adıyla “astral seyahat”i bilincin veya bilincin bir kısmının bedenden bir süreliğine ayrılması ve tekrar bedene bağlanması olarak tanımlayabiliriz. “Bu esnada bedende ne oluyor?” gibi bir soru aklımıza gelebilir. Genelde fizik bedenimizde bu sırada bir şuurluluk gözlenmez. Yani bedenimiz mışıl mışıl uykudadır. Bedenimiz uyuyorken biz onu dışarıdan görebilir, odamızda hareket edebilir, farklı mekanlara seyahat edebiliriz. Seyahat eden bilincimiz olduğu için maddenin içinden çok rahat bir şekilde geçebilir, uzak mekanlara istediğimiz an varabilir, havada uçuyormuşçasına süzülebiliriz. Ve deneyim bittikten sonra nasıl bedenimizden çıktıysak o şekilde tekrar bedenimize dönebiliriz. Astral Seyahati kısaca bu şekilde tanımlayabiliriz.
Şunu özellikle belirtmek isterim, yaygın inanç olarak kabul gören ‘astral seyahat ruhun bedenden ayrılmasıdır’ tanımı ne teknik olarak ne de deneyimin özellikleri açısından kesinlikle doğru değildir. Ruh bedene suyun bardağa dolması gibi girmez ki ondan çıkması söz konusu olsun. Ruh varlığı bedeni etkileyerek, uzaktan kumanda ile araçları yönetmek gibi, “indükleme” yoluyla bedeni yönetir. Hatırlanması gereken, bu tip deneyimlerde bedenden kısmen ayrılan ruh değil “bilinç”tir.
Yaşanılan olgunun rüya ya da beden dışı yolculuk olduğu nasıl ayırt ediliyor; bu bir yanılsama, algı karışıklığı olamaz mı?
Bu pek yüksek olasılık taşıyan bir durum değil, kanımca. Her deneyimin kendine özgü özellikleri var, ama konudan bilgisi olmayan bazı kimseler, nadir de olsa, böyle bir deneyim yaşadıklarında bunu rüya durumuyla karıştırabilirler; çünkü kıyaslayacak herhangi bir deneyimleri yoktur. Bir beden dışı deneyimin en belirgin özelliği yaşananların açık ve net olmasıdır. Beden dışına çıkanca hayal mi görüyorum, rüya mı görüyorum demezsiniz. Bedeninizin dışında olduğunuzu net bir şekilde anlarsınız. Ama rüya durumunda genelde bir belirsizlik söz konusudur. Mantıksal bir dizilimde olmayan olaylar, belli belirsiz algılamalar, bilinçaltı düzeyde ilişkiler birbirini takip ederken beden dışı deneyimlerde yaşanan her süreç belirli bir açıklıkta gerçekleşir. Ne yaptığınızı bilirsiniz ve yapmak istediğiniz şeyleri rüyalarda gerçekleşenin aksine kendiniz belirlersiniz. Rüyadakinden farklı bir farkındalık durumu söz konusudur. Günlük hayatımızın deneyimleri rüyalarımıza oranla nasıl ki daha canlı ise, aynı şekilde BDD’ler de nitelik bakımından rüyalardan daha zengindir, canlıdır, nettir.
Astral Seyahat yaşadığını öne süren bireylerle ilgili yapılan araştırmalarda büyük çoğunluk yaşadıklarını rüyadan farklı betimliyor. Rüya ile BDD’ler arasında ayırt edici belirgin farklar olabildiği gibi, rüyayı kullanarak beden dışı deneyim gerçekleştirmek de yararlanılan yaygın tekniklerden biridir. Bu konularla ilgilenen pek çok kişi “Lusid Rüya” fenomenlerini bilir. Şu demek; bazı yöntemleri uygulayarak rüyanızın içinde uyanabilir, farkındalığınızı kazanabilir, rüyanızı yönetebilirsiniz. Eğer bilinçli olarak belli bir kişi, ya da belli bir konu üzerine odaklanarak uykuya dalarsanız, zaman içinde bilinçdışı zihninizin bu telkine cevap vermeye başladığını görürsünüz. Örneğin, gece uykuya dalmadan önce rüyada uyanacağınıza dair bazı telkinleri kullanarak bir lusid rüya deneyimine geçebilir ve bu bilinç durumundayken, uykuda astral seyahate geçiş yapabilirsiniz.
Sayıları az da olsa, bazı bilim adamları nezdinde kabul görmüşlüğü, ciddi araştırmalar içinde yer bulmuşluğu var mı BDD’lerin; birkaç örnek istesem?
Özellikle geçtiğimiz yüzyıl, gerek Amerika’da, gerek Avrupa ve Rusya’da birçok üniversitede BDD’ler kimi zaman halk arasında yapılan istatistiksel araştırmalarda, kimi zaman da laboratuar şartlarında incelendi. Yapılan araştırmalarda çok ciddi bulgular elde edildi. Ancak, günümüzde parapsikoloji ve psişik yetenekleri inceleyen üniversitelerin sayısı oldukça az. Şimdi daha çok üniversitelere bağlı veya bağımsız enstitülerde ve birkaç özel üniversitede bu tip çalışmalar devam ediyor.
Amerika ve Avrupa’da bu çalışmaların öncülüğünü yapmış ünlü bilim adamları var elbette. Örneğin Dr. Robert Crookall, Dr. Hornell Hart, Dr. Susan Blackmore ve Dr. John Palmer gibi bazı araştırmacılar akademik kariyerleri boyunca psişik yeteneklerle ve özellikle beden dışı deneyimlerle ilgili çalışmalar yapmışlardır. Çalışmalarında öncelikle istatistiksel yöntemleri kullanarak BDD’lerin halk arasında ne kadar yaygın olduğunu tespit etmişler, sonrasında yetenekli olduğunu belirledikleri bazı süjelerle deneyler yapmışlardır. Adı geçen bilim adamlarının yapmış olduğu öncül araştırmalara göre, dünyada her beş insandan biri, hayatlarında en az bir kez astral seyahat deneyimi yaşamaktadır. Daha çarpıcı bir tespitten de bahsedelim; Amerikalı Antropologların yaptığı bir araştırmaya göre, 488 dünya kültürünün % 80’inin BDD ile ilgili en azından bir geleneğe sahip olduğu bulgulanmıştır, ki oldukça yüksek bir rakam.
Normal şartlarda BDD’ler laboratuarlarda şu şekilde incelenmektedir; konuyla ilgili yeteneği olduğu belirlenen bir kişi laboratuardaki bir yatakta yatmaktadır. Bu esnada elektroensoflogram (EEG) gibi bazı cihazlar kişinin bedenine bağlanır, ki tam olarak ne zaman astral seyahata çıktığı tespit edilsin. Kişinin yattığı yatağın yaklaşık dört-beş metre yukarısında duvara sabitlenmiş bir raf bulunmaktadır. Herhangi bir kimse yatağın üzerine çıksa dahi eliyle rafa dokunamayacak uzaklıkta bulunmak zorundadır. Rafın üzerinde de bir kağıt vardır ve kağıtta bazı rakamlar yazılıdır. Kişiden bu kağıt üzerinde yazan rakamları astral deneyimi esnasında okuyabilmesi ve deneyim bittiğinde kendilerine söylenmesi istenir; ve bu gibi çalışmalarda oldukça önemli sonuçlar elde edilmiş, başarılı deneyler gerçekleşmiştir.
Günümüzde ise bilim adamları her konuda olduğu gibi bu konuda da teknolojinin imkanlarını zorluyorlar. Beden dışı bir deneyim gerçekleştirmek için özel imal edilen titreşimli koltuklar, izolasyon sağlayan kabinler, ışık titreşimleri veren özel gözlükler, zihinsel ritmi düşürücü özel müzikler üretiyorlar. Yakında astral seyahate çıkaran bir makinenin icat edildiğini duyarsak şaşırmayalım!
Geçmişten günümüze gelen inanç kültlerinde, kadim öğretilerde beden dışı yolculukları anlatan güçlü hikayeler var mı?
Geçmişten günümüze kadar gelen pek çok kültürde BDD’lerin bilindiğine-uygulandığına dair çok sayıda iz bulmak mümkün. Bu konuda araştırmacılara yardımcı olan en önemli kaynaklar ezoterik bilgiler ve konuyla ilgili yapılmış geçmişe dönük araştırmalardır. Bu araştırmalar ışığında birkaç örnek vermek istersek Eski Mısırlıların, Kuzey Amerika Kızılderililerinin, Çinlilerin, Yunan Filozoflarının, Ortaçağ Simyacılarının, Okyanusya Halklarının (Şaman Kökenli), Hinduların, Yahudilerin ve Sufi Müslümanların astral seyahati bildiklerini ve bazı dini ritüellerinde uyguladıklarını söyleyebiliriz. Tibet’te astral seyahat yapmış kişilere özel bir isim bile verilmiş, “öte’den geri dönen” anlamına gelen “delogs” deniyor bu kişilere. Astral seyahat yapan bireyler deneyimleri esnasında çekik gözlü Tibetli bir keşiş görürlerse şaşırmasınlar; çünkü çok eski zamanlardan beri bu deneyimi en iyi onlar gerçekleştiriyorlar!
Birçok konuda farklı bir gizeme sahip eski Mısır’lıların BDD’leri bilmemesi çok şaşırtıcı olurdu elbette. Ruhsal öğreti sistemlerinde kullanabilecek kadar iyi biliyorlardı astral seyahati; astral bedeni “Ka”, canı-ruhu ise “Ba” olarak adlandırır ve her ikisinin de istedikleri zaman fizik bedenlerinden ayrılabildiklerine inanırlardı. Ülkenin önemli merkezlerindeki tapınaklarda çok özel şartlarda seçilmiş kişilere inisiyatik eğitim veriliyordu. Öğrenciler bu eğitime alınmak için oldukça zor bir kabul edilme sürecinden geçiyor, bu süreçten sonra yine özel bir takım sınavlar silsilesinden geçmek zorunda kalıyorlardı. Bu sınavlardan biri de öğrencinin (müridin) bir astral seyahat deneyimini gerçekleştirme süreciydi. Eski Mısır inisiyasyonlarında astral alanda şuurlu deneyimler yaşayamayan müridin ezoterik öğretinin ruhuna ulaşamayacağı çok iyi bilindiğinden, böyle bir yeteneği gelişmeyen kişiler inisiyasyona kabul edilmezdi. Astral alemin değişik veçheleriyle karşılaştırılan ve buradaki yasaları üstatlarının titiz korumasıyla kavrayan inisiye, ancak bu sayede bazı gizli sırlara erişebilme durumuna gelebilirdi. Yani, astral alem ve bu alemin yasaları uygun görülen müritlere uygulamalı şekilde öğretilirdi.
Astral Seyahat denilince akla ilk gelen kültür ise Şamanlar olmaktadır. Hatta her türlü Şaman uygulamasını astral seyahatsiz düşünmek hemen hemen imkansızdır. Şamanik uygulamalarda ve kabile kültürlerinde hem bireysel hem de toplu trans deneyimlerinin çok önemli bir yeri vardır. Öncelikle Şaman denilen kişi psişik yetenekleri oldukça gelişmiş hassas bir medyomdur. Astral seyahat Şamanın ruhsal dünya ile iletişime geçmesini sağlayan trans türlerinden biridir. Bazı Şaman kavimlerinin günümüzde halen uyguladığı “Sihirli Uçuş” törenleri bu ruhsal bağlantıyı anlatabilecek güzel bir örnektir. Törenin ilk günü, etrafı çitle çevrili bir tarlaya üzerinde yedi basamaklı merdiven oluşturacak şekilde bir kayın ağacı gövdesi dikilmekte ve aynı alana gece vakti törenle kurban edilecek olan bir de at hapsedilmektedir. Ertesi gün, Şaman kendi çevresinde çılgınca döne döne ve ezgi halinde sihirli sözler söyleye söyleye saatlerce dans etmektedir. Zaman zaman sihirli davuluna kuvvetle vurarak ağaçtaki basamaklara tırmanır; ve o sırada bedensiz varlıklara gelip kendisiyle iletişime geçmelerini bildirir. Trans hali maksimum noktasına ulaşınca, bir gün önce kurban ettiği atın ruhuna biniyormuş gibi hareketler yapar ve her basamağında dura dura kayın ağacının gövdesine tırmanır. Sonra birden durup epey bir süre hareketsiz kalır ve ardından gözlerini ovuşturup uyanıyormuş gibi yaparak hazır bulunanları selamlar ve göğe yükselişi sırasında gördüklerini kabilesine anlatır. Bu ritüelde trans esnasında kullanılan psişik yetenek tamamıyla astral seyahattir.
Dünya kültürlerinde bunlara benzer verilebilecek pek çok örnek mevcuttur; dilerseniz Mevlana’nın “Mesnevi” isimli eserindeki astral seyahat tanımını burada hatırlatarak bu cevabı noktalayalım; “Her gece ten tuzağından ruhu kurtarmakta, tahtaları sökmektesin. Ruhlar her gece bu kafesten kurtulurlar, ne kimsenin hakimi, ne de mahkumu olmadan feragate ulaşırlar.” (1 cilt, say. 3l )
“Rüyada el, ayak görür, bir şey alır bir yere gider, birisiyle görüşür, konuşursun ya; onu hakikat bil, saçma zannetme. Sen bedensiz bir bedene sahipsin, gayrı canının cisminden çıkacağından korkma.” ( 3. ct, sah. 131 )
Çok iyi anlatılmış gerçekten… Bir de şu açıdan yaklaşalım izninle; asırlardır, hangi güçlü ihtiyaç yöneltmiş insanları bu yolculuklara; ve halen bitmeyen bir merakla takip edilen bu uygulamaların esas amacı nedir?
Biraz önceki örneklerde de gördüğümüz gibi, kadim zamanlardan bu yana astral seyahate duyulan merak tamamen ruhsal bir arayışın sonucudur. Geçmişten günümüze devam eden bu fenomeni, kendiliğinden güdülenmeyle pek çok insan gerçekleştirmiştir; ama kontrollü, istekli yapılan çalışmaların altında yatan asıl neden temelde kişinin kendini ve kozmosu tanıma isteğidir. Bildiğimiz bilemediğimiz tüm öğretilerin ortaya çıkmasındaki esas amaç da zaten bu değil midir?
Astral deneyimler öncelikle dinsel ritüeller içerisinde veya inisiyatik öğretilerde bir gelişim basamağı veya öğrenim sürecinin bir aşaması olarak karşımıza çıkar. Ayrıca en eski zamanlardan bu yana ruhsal dünya ile bağlantı kurmak her kültürde bir gelenek haline gelmiştir. Bu bağlantıyı sağlayan araçlardan birini de beden dışı deneyimler oluşturur.
Günümüzde de bu amaçlar değişmemiş, hatta ruhsal gelişimimizle birlikte yelpaze daha da genişlemiştir. Astral seyahati öğrenerek uygulamaya başlayan bir kişi öncelikle psişik ve fantastik bir sanatı öğrenmiş olur. Bilinç artık istenildiği zaman istenilen yere yönlendirilebilecek, yeryüzüne farklı bir gözle farklı bir algılamayla bakmanın keyfi, evrenin bilinmeyen yönleriyle-boyutlarıyla tanışma imkanı yakalanmış olacaktır. Astral alemi tanımak, az veya çok bu alemin yasalarıyla karşılaşmak, bu alemin içerisinde hareket etme özgürlüğünü yakalamak çok basite indirgenebilecek bir tecrübe değildir; ve kişinin farkındalığı geniş bir bilgi ve araştırma sahasına taşınmış olur.
Her bireyin realitesi bir diğerine göre bambaşka olduğu için, bu türden bir deneyim bazı bireylerin yaşamı algılayışında büyük değişikliklere sebep olan etkenler ortaya çıkarabilir, ki çoğu zaman çıkarmaktadır; bu bireylerin sahip olduğu bilgilerle çevresindeki insanlara da birçok açıdan faydalı olduğu görülür
Sonuç olarak, yaratılışın tek bir boyutta gerçekleşmediğini, farklı titreşimlerdeki yaşamların sonsuz bir enerji okyanusunda sürdüğünü heyecanla algılamaya başlarız. Yaşama böyle bir perspektiften bakma yetisi kazanan bir bireyin realitesindeki olumlu değişimler hayat içerisindeki olayları algılamada da doğal olarak farklılıklar gösterecektir. Bunların en belirgin örneklerinden biri şudur; BDD yaşayarak kendi varlığı ve kozmik yapıyla ilgili daha geniş bilgiye ulaşan bireyler varoluşun sürekliliğinin, varlığın evrensel sorumluluğunun ve beden ölümünün bir son olmadığının farkına varırlar.
Şu meşhur “astral alem”in tanımları üzerinde konuşalım mı biraz; yasalarını kavramak mümkün müdür bu alemin; ve bunları şuurlu biçimde yönlendirebilmek?
Beden dışı deneyimi yaşayanlar deneyim esnasında kendilerini bedenlerinin hemen üzerinde süzülür durumda hissederler. Burası astral mekandır; ancak fizik mekandan çok ayrı, çok uzak bir yer olarak düşünülmemelidir; sadece vibrasyon olarak fizik dünyadan daha yüksek titreşime sahip bir alandır.
Böyle bir alemi fizik mekandan bağımsız başka bir boyut şeklinde düşünebiliriz. Aynı yerde aslında, ama titreşimi- frekansı fizik maddeden çok daha seyyal-süptil olduğu için, bu plana ait izlenimleri biz burada beş duyumuz ile elde edemiyoruz. Astral plan, evrende fizik plana yakın bir alandadır; ve ruhsal dünyaya açılan kapıların ilkidir. Astral alem bizi her yönden çevreler. Bunu atmosfer içerisindeki oksijene benzetebiliriz. Oksijen her yerde mevcuttur, fakat kaba maddenin içine nüfuz edemez. Astral alemin ise tüm fizik evreni içine alan bir yapısı vardır, tüm uzay boşluğunu kaplamaktadır; zaten astral kelimesi de “yıldızsal olan” manasına gelmektedir.
Astral planın kendine özgü “madde”sini fizik plan maddesiyle kıyaslamak epey zorlama olur; çünkü orada tamamen enerjetik bir yapı söz konusu; doğal olarak çok daha ince, parlak ve şeffaf. Bu nedenle, astral seyahati deneyimleyen insanların astral alemde edindikleri ilk vizyonlar onlarda duyusal bir şok etkisi yaratabilmektedir.
İstek ve arzularımızın enerjetik olarak ilk şekillendiği yer astral planın maddesidir. Burada enerjetik bir form halini almaya başlayan formpanseler fizik dünyada tezahür etmek için beklerler. Biz isteğimiz için gerekli enerjiyi ürettikçe onlar da varlıklarını güçlendirerek sürdürürler. Örneğin evimize yeni bir klima almak istiyoruz; sıcaktan bunaldıkça “bir klima olsaydı, serinlerdik” diye talep oluşturuyoruz. Bu istek ve imgemiz astralde bir form olarak şekillenmektedir. Diyelim ki beden dışı bir deneyim yaşadık; odamızda etrafımıza bakıyoruz, o sırada evimizde maddeten bulunmayan bir klimayı duvarda monte edilmiş bir şekilde görebilme ihtimalimiz vardır. Veya çok isteyip de henüz alamadığımız mobilyaları. Çünkü onları bilinçdışı bir şekilde, imajinatif olarak astrale koymuşuzdur. Buna dair örnekler litaratürde pek çoktur.
Astral seyahati ilk defa yaşayanlar genelde astral alemin daha alt seviyelerine projekte olmaktadırlar. Astral seyahatte trans derinleştikçe daha farklı, daha süptil ortamlara varılabilir. Bu deneyimlerinde ulaştıkları mekanlar kişileri o kadar etkilemektedir ki, gidilen yerleri tam anlamıyla tarif etmekte çok zorlanmaktadırlar. Gördükleri renk ve ışık armonisini, duydukları müzik ve mükemmel manzaralı mekanları dünyadaki hiçbir şeyle kıyaslayamıyorlar. Eğer yeterli psişik hassasiyet varsa, yeteneklerini ve tecrübelerini geliştirenlerin “cennetimsi” boyutlara seyahat etme imkanları olduğunu söylemek de mümkün.
Sınırlı şuurla yeryüzünde dolanan bir varlık için astral seyahatin sınırları nereler; ne kadar uzaklara gidilebilir, eve dönüş garanti mi?!
C:Bu benim de çok merak ettiğim bir konu doğrusu… Çünkü kimi deneyciler yaptıkları seyahatlerde sadece dünya planında, içinde yaşadığımız gezegende sınırlı bir şekilde hareket edebilirken, kimileri güneş sistemi içerisinde herhangi bir gezegeni ziyaret edebildiklerini iddia ediyorlar. Bilindiği gibi, bütün “duyular dışı algılama”lar subjektif özellikler sergiliyor. Dolayısıyla psişik yetenekler içerisinde yapabileceğimiz eylemlerin sınırlarını tespit edebilmek oldukça güç. Ancak geçtiğimiz yüzyılda ünlü durugörürler Ingo Swann ve Herold Sherman psişik yeteneklerdeki mekansal sorunları alt üst edecek bir deney gerçekleştirdiler. 1973 yılında gerçekleşen deney Pioneer 10 isimli uzay aracının, Jüpiter’in yakınından geçmesinden önce, Jüpiter’i uzaktan görmek üzere Amerika’nın ünlü araştırma enstitüsü ASPR tarafından tasarlanmıştı. İkisi de farklı şehirlerde farklı laboratuarlarda aynı saatte ve aynı şartlarda Jüpiter gezegenine konsantre oldular. Gördüklerini not ettiler ve daha sonra bunlar karşılaştırıldı. Görüldü ki her ikisinin algılamaları da birbirine oldukça benziyordu. Bundan bir süre sonra Pinoeer 10 uzay mekiğinden Jüpiter ile ilgili fotoğraflar gelmeye başladığında süjelerin tarifleriyle bire bir uyuştuğu tespit edildi. Aynı deney bir sene sonra Merkür gezegeni için planlandı ve aynı sonuçlar alındı. Demek ki psişik yetenekler için mesafe çok büyük bir sorun teşkil etmiyor. Ama yine de her bireyin yeteneği kendine göredir ve birinin yaptığını öteki farklı türde deneyimleyebilir.
Bunun yanı sıra çok daha mistik deneyimlerde, örneğin vecd halinde, kendini evrenle bir hissetme, yani zirve deneyimler yaşanıyor-anlatılıyor. Hiç bilinmeyen alemlere, bilinmeyen planlara ziyaretler gerçekleştiriliyor. Ancak, deneyim ne kadar mistik olursa objektivitesini de o kadar kaybetmiş oluyor; deneyim sırasında bulunulan mekanların neresi olduğunun tespitinde zorlanılıyor. Sonuçta bu öznel bir bilinç deneyimidir; ve bildiğiniz gibi bilincin de sınırları yoktur.
Geçtiğimiz yüzyılın önde gelen BDD araştırmacısı Dr. Robert Crookall konuyla ilgili binlerce vaka örneği raporlamıştır. Onun çalışmalarından bulduğum bir örneği burada sizinle paylaşayım.“Florida’da bir demiryolu teknisyeni olarak çalışan Skilton, araştırmacılara, kasaları yüklediği bir anda yanında beliren, ışık yayan hayalet benzeri bir varlıkla olan karşılaşmasını aktarmıştı. Varlık başıyla onu izlemesini işaret etmiş ve çok geçmeden de Skilton kendisini havada kırların üzerinde yol alırken bulmuştu. Altında boydan boya çok güzel bir manzara uzanıyordu. İleride pırıl pırıl parlayan bir dünya olduğunu gördü. ‘Bunlar… tanımlanması çok zor güzelliklerdi’ diye yazmıştır. Skilton orada kendisini ışıklanmış halde, müzik ve başka hayaletimsi varlıklarla kuşatılmış durumda görmüştü. Bunların bazılarının ölmüş yakınları olduğunu tanımıştı. Fakat onlarla iletişim kuramadan ışık yayan refakatçisi tekrar ortaya çıkmış ve onu hafifçe sürükleyerek bedenine geri döndürmüştü. Mesai arkadaşları afallamış durumdaki Skilton’a son birkaç dakikadır tek kelime bile etmediğini anlattılar. Yalnızca aslında zahmetli olan işini inanılmaz bir rahatlıkla sürdürmekle meşgul olduğunu belirttiler. Fantastik hikayesini ise gülerek karşılamışlardı. Fakat Skilton olan biteni o sıralarda İngiltere Psişik Araştırmalar Derneği’ni organize etmekte olan öncü psişik araştırmacı ve bilim adamı F. W. H. Myers’e nakletti. Myers doğru söylediği belli olan Skilton’un anlattıklarından öyle etkilenmişti ki, vakayı iki ciltlik Human Personality and its Survival of Bodily Death (İnsanın Bireyselliği ve Bedenin Ölümünden Sonra da Yaşamın Sürmesi) adlı klasiğine aldı.”
İkinci sorunuza cevap verirken öncelikle şunu belirtmekte fayda var; astral seyahat için bir bilet aldığımızda bu tek yönlü değil gidiş dönüş bir bilet olacaktır… Astral seyahatin en kolay yönü bedene dönüştür. Hatta bu deneyim esnasında öğrenmemiz gereken ilk şey bedenden mümkün olduğunca uzak kalabilmektir. Çünkü devamlı bedene doğru çekiliriz. Düşündüğümüz an, heyecanlandığımız an, fiziki bir ses duyduğumuz an, fiziki bedenimize dokunulduğunda derhal bedenimize yöneliriz. Önemli olan sarsıntısız, yumaşak bir dönüş yapabilmeyi öğrenebilmektir. Çünkü deneyim bittikten sonra çok hızlı bedene döndüğümüzde bu bazen elektrik çarpmış gibi bir etki yaratabilir; bir süre hızlı kalp atışlarına şahit olabiliriz. Birkaç denemeden sonra nasıl yumuşak bir dönüş yaşayacağımızı da öğrenmem mümkündür.
Bedensiz seyahatlere hazırlık safhasında kullanılan tekniklere değinebilir miyiz kısaca? Olmazsa olmazlar, en önemliler nelerdir?
Beden dışı deneyimler için birkaç hazırlık safhası vardır. Bunun için gerekli iç ve dış şartları oluşturmalıyız öncelikle. Dış şartların başında çevresel unsurlar gelmektedir. Deney yapacağımız ortamın, özellikle ilk çalışmalarda, mümkün olduğunca sessiz olması gerekmektedir. Ayrıca ortamda gözümüzü rahatsız edecek bir ışık bulunmamalıdır. Deneyler mümkünse aynı saatlerde tekrarlanmalı, bu saatlerde dış dünyadan tamamen izole olunmalıdır. Eğer deney esnasında sık sık uykuya dalınıyorsa, yarım oturur şekilde ve sırt hafif dik durumda denenmelidir. Odanın ısısı ne soğuk ne de sıcak olmalıdır; 20 derecelik bir oda ısısı herkes için idealdir.
İç şartlardan kasıt ise bedenimizle, iç dünyamızla alakalı konulardır; ve dış şartlara göre biraz daha geniş çerçevelidir. Biraz özetlemeye çalışalım; öncelikle çalışma yapacağımız günler karnımız bizi rahatsız edecek kadar tok olmamalıdır; hatta dört beş saatlik bir açlık durumu ideal diyebiliriz. Başımız ağrıyorsa, midemizde süregelen bir rahatsızlık varsa, grip gibi hastalıklarla uğraşıyorsak, psikolojik olarak kendimizi iyi ve hazır hissetmiyorsak deneyimi kendimizi iyi hissettiğimiz başka bir zamana ertelemeliyiz.
Çalışmalara başlamadan önce niyetimizi netleştirmeliyiz, ki bilinçaltımız bu süreçte bize yardımcı olsun. Bilinçaltının devreye girerek bize yardımcı olabileceği bir diğer konu istek, irade ve motivasyondur. Ne kadar güçlü bir istekle başlarsak başarılı bir sonuç almamız o denli mümkündür. Denemelerden önce basit olumlama cümleleriyle kendimizi hazırlayabiliriz; “beden dışı bir deneyim yaşıyorum”, “astral bedenim fizik bedenimden kolay bir şekilde ayrılıyor”,”beden dışı deneyim benim için hoş ve geliştirici bir uygulamadır” gibi telkinlerle bilinçaltındaki birtakım dirençleri yumuşatmamız mümkün olabilir.
Zihinsel ve bedensel gevşeme, konsantrasyon, imajinasyon gibi içsel yeteneklerimiz ne kadar gelişkin ise, bahse konu teknikleri uygulama esnasında o kadar rahat edebiliriz.
Bu işin olmazsa olmazı zihinsel ve bedensel gevşemedir. İster kendiliğinden yaşanan BDD’lerde olsun, ister istekli-iradeli yapılanlarda; en önemli husus gevşemeyi başarabilmemizdir. Bu yüzden astral seyahat teknikleriyle ilgili yazılmış tüm kitaplar okurlarına öncelikle gevşemeyi öğretirler. Sonrasında nefes, imajinasyon, konsantrasyon gibi çeşitli uygulamalarla birlikte bedenden ayrılma teknikleri yer alır. Bu işin tek bir yolu veya yöntemi yoktur. Dolayısıyla kişi hangi tekniği öğrenirse öğrensin, hangi uygulamayı denerse denesin, önemli olan kendisi için uygun olanı, kendisi için daha rahat olanı bulmasıdır. Bu konuda özel bir ipucu vermek doğru değil, uygulamacılar öğrenme ve uygulama safhasında kendi tekniklerini oluşturacaklardır zamanla.
Deneyimi yaşayan insanlardan bazıları “gümüş kordon”dan bahseder; gerçekliği var mı, sanrı mı?
Bu yıllardan beri ilgimi çeken, çok ilginç bir husustur… Tüm dünyada BDD yaşayan bireylerin bir kısmı astral seyahat esnasında fiziki bedenlerinden astral bedenlerine doğru uzanan gümüş renginde elastiki bir kordondan bahsederken, yine bir o kadar kişi de deneyimlerinde böyle bir kordonu görmediklerinde ısrarlılar. Şunu biliyoruz ki, bunu tespit edemesek de, astral beden ve fizik beden arasında doğumdan itibaren enerjetik alışverişi sağlayan yine enerjetik bir bağ her zaman vardır. Bu bağ ancak ölüm esnasında dağılır, çözülür. Görüldüğü varsayılan gümüş kordonun bu bağı temsil ettiğini söyleyebiliriz. Her birimizin psikolojik ve psişik yapısının birbirinden farklı olduğunu göz önüne alırsak, astral deneyim sırasında yaşanan öznel deneyimleri, sembol dil farklılıklarını anlamak daha mümkün hale gelecektir.
Aynı farklılığı deneyimcilerin astral bedeni tariflerinde de görebilmekteyiz. Astral beden aslında ince titreşimli, biraz da şeffaf bir yapıya sahiptir. Çoğunlukla, astral beden fizik bedenimizin şekilsel bir kopyasıdır; diğer bir deyişle, fizik beden şeklindeki süptil bir kılıf içinde hareket ederiz aslında. Ancak bazı deneyciler astral bedenlerini bir ışık topuna benzetirler, kimisi bir duman gibi, kimisi de yoğun bir enerji alanı olarak betimler. Yani bu formun bir sınırı, kanunu, olması gerekeni yoktur. Enerjetik bir form içerisinde olduğumuza şüphe yok; ancak bu formun görünümü kişiden kişiye değişmektedir.
Bu tür uygulamaların bir tehlikesi yok mu, herkes kalkışabilir mi, korumasız-hazırlıksız çıkıldığında düşük frekanstaki bedensiz varlıklarla karşılaşılabileceği doğru mu?
Bugüne kadar yapılan araştırmalarda, vaka derlemelerinde, literatürde astral seyahat deneyimi yüzünden zarar görmüş bir bireye rastlamadık. Ancak, bedene geri dönüş esnasında, özellikle ilk çalışmalarda hızlı bir kalp çarpıntısı olmakta, bu da kalp rahatsızlığı yaşamış insanlar için tehlikeli gibi görünmektedir. Batılı araştırmacılarının bununla ilgili tespitleri, bu çarpıntıların kalbe veya bedene herhangi bir olumsuz etkisi olmadığı yönündedir.
Astral alemde karşımıza düşük frekanslı veya formpanse varlıklar çıktığında yapmamız gereken tek şey onları dikkate almadan deneyimimize devam etmektir. Zaten hem enerjitik olarak hem de varlıksal olarak onlardan çok daha güçlü olduğumuz için bize hiçbir şekilde zarar veremezler. Ama dilersek deneyim öncesi bazı psişik korunma teknikleriyle kendimizi ve astral bedenimizi bir koruma alanı içerisine alarak psikolojik açıdan rahatlayabiliriz, bu kesinlikle faydalı olacaktır. Otoriteler, deneyim esnasında astral bedende iken yüksek voltajlı elektrik trafolarından ve tellerinden uzak durmamız gerektiğini, tehlikeli olmasa da, manyetik alanların astral bedeni kendine çekerek deneyimimizi istemsiz bitirebileceğini söylüyorlar.
Yinelemekte yarar var, her şey bizde başlıyor-bizde bitiyor aslında. Astral seyahatin hiçbir tehlikesi yoktur, her konuda olduğu gibi, en büyük tehlike bilgisizliktir. Başarılı bir deneyim istiyorsak konuyla ilgili mümkün olduğunca bilgi sahibi olmalı, deneyim öncesinde ve sırasında dikkat edilmesi önerilen noktalara özen göstermeliyiz.
Oralardan buralara şuur enerjisi yansıtarak maddeyi etkilemek mümkün mü?
Eğer astral bedeninizle astral alemde iken fizik bedeninize sevgi, şifa ve benzeri enerji yüklememeleri yapmak isterseniz bu mümkündür, üstelik gayet de yararlı olur. Ancak, kastettiğiniz fiziki maddeyi hareket ettirmek, ona şekil vermek, yerini değiştirmek gibi tele-kinetik bir olaysa, teoride mümkün olmakla birlikte, bireyin yetenekleriyle sınırlı bir konudur. Yapılabilir; ancak ilk deneylerde bunu yapmayı beklememek gerekir; denemek isteyenler içinse zor bir deneyim olacağını tahmin ediyorum, bu konuda az sayıda da olsa literatüre geçmiş fenomen mevcuttur.
Konuyla direkt ilgili olmasa da, merak ettiğim bir başka husus daha var… Psişik yeteneklerin olağan üstü gelişmiş olması beraberinde ruhsal gelişmişliği-aydınlanmışlığı getirmiyor her daim. Astrale açılmış, farklı gerçeklikler yakalamış, sistemin işleyişiyle ilgili belli farkındalıklar kazanmış kişiler yeryüzü deneyimlerinde fena halde tökezleyip düşebiliyorlar; bu yaman çelişki nasıl yorumlanabilir?
Aslında bunu çok büyük bir çelişki olarak görmemek lazım. Çok iyi bir telapat, çok iyi bir durugörür, çok iyi bir astral seyyah olabilirsiniz; ancak ruhsal yolculuğunuzda aşmanız gereken bir hendeği aşamamışsanız, sahip olduğunuz psişik yetenekler sizi tökezlemekten kurtaramaz. Bazı durumların farkındalığını kazanmış olmak hayat kontrolünü her zaman bizim elimize veremiyor, maalesef. Astral seyahat veya başka yöntemler marifetiyle bin bir türlü alem hakkında bilgi edinebiliriz; ancak dünyaya döndüğümüzde en ufak bir nefis kontrolü yapamıyorsak, bunun ruhsal gelişimimize hiçbir katkısı olmadığını görürüz. Psişik yetenekler ruhsal olarak insanı geliştirmediği gibi, psişik yeteneklere sahip insan da mütekamil (tekamül etmiş) insan değildir. Bununla beraber, ruhsal gelişimde belirli bir yol alanların zamanla psişik yeteneklerini daha rahat kullanmaya başladığını söyleyebiliriz.
Uygulama yapmak isteyenlere ilave etmek isteyeceğin başka noktalar olabilir mi?
Bu deneyimi yapmak isteyenler kaçınılması gereken tek hususun “korku” olduğunu bilmeli öncelikle; çünkü “korku” deneyimi olumsuz etkiler ve düş kırıklığı yaratır. Deneyim psişik yetenekler içerisinde diğerlerine oranla ürkütücü gibi gözükse de, böyle olmadığını idrak etmek birkaç astral seyahatten sonra mümkün olacaktır.
Böyle bir fenomeni gerçekleştirmek için sabretmek-çabalamak ancak hırs yapmamak gerekir. Her şey kendi doğallığında yürümelidir. Kimileri belki birkaç denemeden sonra başarabilecekken, kimileri uzun süreli çalışmalar yaptıktan sonra böyle bir bilinç deneyimi yaşayabilir. Nasıl ki hepimizin psikolojik yapısı bir diğerine göre farklıysa, psişik yapımız ve yeteneklerimiz de aynı şekilde farklılık arz eder; ve kendi deneyimsel sürecimizi zaman içinde kendimiz yaratırız.
Astral seyahatin sırrı hem zihinsel hem de bedensel olarak gevşemekte yatar. Bunu tam anlamıyla başararak zihnimizi “teta” ritmine sokabilirsek, uygun çevre şartlarını da oluşturduğumuzda deneyim gerçekleşecektir.
Konuyla ilgili edindiğimiz bilgiler ne kadar doğruysa deneyim sırasında o kadar avantajlı oluruz. Astral seyahat yolculuğuna aday kişiler astral alem, astral beden konusunda birikmiş bilgileri, yaşanmış fenomenler hakkındaki kaynakları mutlaka iyi incelemeliler. Bir çıkış yaptığımızda karşımızda bizi neyin beklediğini, ne gibi haller yaşayabileceğimizi ve nasıl davranmamız gerektiğini bilmeliyiz. Deneyime, fizik ve astral bedende oluşabilecek bazı hisleri bilmeden kalkışırsak, yüz yüze geldiğimizde yaşayacağımız heyecan, şaşkınlık gibi duygular deneyin başarısızlığına yol açacaktır.
Sırf “bilme” amaçlı hareket ediyor, en önemlisi pozitif niyetlerle kalkışıyorsanız, astral seyahat deneyimini yaşamanızı tavsiye edebilirim. Eğer konuyla ilgili yeterli ön bilgiyi aldıysanız, astral bedeni-astral alemi idrak etmeye başladıysanız, deneyimin korkulacak-çekinecek hiçbir yanı yoktur; öğrenmenin ve bilmenin en kolay yolu denemektir.
Kitap hazırlıkları ne durumda; yaklaşık kaç sayfalık bir eser olacak?
Yaklaşık iki yüz sayfalık bir kitap olacak. Kitabın hazırlanma süreci benim için de oldukça renkli ve heyecanlıydı. Mısır tapınaklarından üniversite laboratuarlarına, şaman ritüellerinden günümüz astral seyyahlarının deneyimlerine kadar devam eden bir serüvenin izlerini sürdüm. Tabii ki her şeyi aktarabilmek mümkün olmadı; ama deneyimi öğrenmek isteyenlerin faydalanabileceği pek çok uygulamayı eklemeye gayret ettim. Uygulama ve teknikleri mümkün olduğunca denenmiş ve başarılı olanlarından titizlikle seçtim. Müzisyen, aynı zamanda müzik yardımıyla değişik bilinç halleri oluşturma konusunda çalışmalar yapan Sn.Reşat Güner’in hazırlamış olduğu bir CD kitapla birlikte verilecek. CD farklı tekniklerle hazırlanmış, zihinsel titreşimleri “teta” ritmine çeken özel bir müzikten oluşmakta. Dileyenler kitaptaki teknikleri uygulayarak, dileyenler teknikler ve CD’deki müzik eşliğinde astral seyahati deneyimleyebilecekler. Kitap “Astral Seyahat Teknikleri” adı altında Mayıs 2012’de kitapevi raflarında yerini alacak.
Rast gelsin! Hakikati arama yolunda harcadığın emek ve paylaşımın çok çok teşekkürler…
Yaşandığı gün gibi aşikar ama henüz açıklığa kavuşmamış bu olguların varlıklarının ve oluşum sebeplerinin idrakine varmaya ömrümüz yeter mi bilmem; ama görünen o ki bu fenomenin hamuru daha çok mayalanacak!
Şuurun fizik bedenin dışına yansımasını, diğer bir tanımla şuur alanının genişleyerek başka enerjetik alanlara uzanmasını anlayabilmemiz için, kanımca, öncelikle “şuur” olgusunu daha iyi kavramaya ihtiyacımız var.
Yerle gök arasında bir yerlere koyduğumuz, üstündeki kesif sisleri hala aralayamadığımız “şuur”un gerçek doğasını keşfetmekle başlayacak belki de her şey!
“Şuur” bilimin kabul ettiği ve bize de bellettiği gibi sadece insan bedeninin varlığından hayat bulan bir “şey”mi, yoksa, bedenin varlık alanında hayat bulabilmesini borçlu olduğu, varoluşumuzun tüm ipuçlarını içinde barındıran çok daha aşkın bir “şey”mi?
Şaman’lardan, Hindu’lara, Hz. Muhammed’den Mevlana’ya, İbni Sina’dan Şeyh Bedrettin’e uzanan silsilede “şuur”u ve “ötesi”ni anlamak için gösterilmiş bu kesintisiz çaba, burada dikkatle kazılmaya değer bir alan, çıkarılmaya değer bir cevher olduğunu ısrarla işaret etmiyor mu?
“Şuur”la ilgili geniş kazılar yapma hakkımı bir başka röportaja saklayarak yazıyı sonlandırıyorum, sözü yine aşkın şairine bırakarak; “Bir gün ruhlar giderler, binip edep atına, madde sefaletinden mana saltanatına…”
“Mana Saltanatı” diye tanımlanan o yerleri anlayabilmek, ya da anlayamamak, işte bütün mesele bu galiba!