“Yüzüncü Maymun” hikayesi, bir sosyal değişiklik stratejisi olarak kültürümüzde yakın zamanlarda popüler oldu. Lyall Watson bu hikayeyi ilk kez Lifetide (pp147- 148)’de anlattı, ancak en çok bilinen biçimi, Ken Keyes’in Yüzüncü Maymun kitabının açılışındakidir. (Aşağıya bakınız). Hikaye, kuzeydeki bir Japon Adası’nda maymunlar üzerinde yapılan bir araştırmaya dayanmaktadır ve ana fikri, bir toplulukta yeter sayıda birey yeni bir fikri veya davranışı benimsediğinde, orada, bu yeni farkındalığın dışsal bir deneyimle bağlantısı olmaksızın zihinden zihine aktarıldığı büyük bir fikri (ideolojik) yenilik oluşur ve ardından topluluktaki tüm bireyler kendiliğinden bunu benimser. “Yeteri kadarımız bir şeyin doğru olduğuna kanaat getirirse, bu herkes için doğru hale gelir.” (Watson, p148) 

Ben bunu çok çekici ve inanılır bir fikir olarak buldum. Jung’un kollektif bilinçsizlik kavramı ve biyologların (dirimbilimcilerin) morfogenetik alanları {#6 KAPSAMINDA}imgelemlerimizin bu dizisini güçlendiren paralel anlatılar sunuyor. Arketipler, kalıplar veya alanlar, kendileri kütle veya enerji olmaksızın, kütle ve enerjinin bağımsız dışavurumunu şekillendirebilir. Bu alanlar ne denli yaygınlaşırsa, gerçekliğin fiziksel seviyesine olan etkileri o denli büyüktür. Biz bazen, özellikle savaş yerine barışa dayanan, iyimser bir gelecek senaryosunun olabilirliğini destekleyecek kanıta gereksinim duyduğumuzda, Yüzüncü Maymun Olgu’sundan söz ederiz. Eğer içimizden yeterli sayıda kişi yalnızca doğru düşünceleri düşünürse, aniden, neredeyse sihirli bir biçimde, böyle düşünceler gerçekleşecektir. 

Bununla birlikte, Watson tarafından alıntı yapılan orijinal araştırma raporlarına geri döndüğümde, onun anlatmış olduğu hikayeyi aynı şekilde bulmadım. Ayrıntıları doğaçlama olarak oluşturmak zorunda kaldığını iddia ederken, araştırma raporları oldukça hassas ve bu raporlar “ideolojik yenilik” olgusunu desteklemiyorlar. İlk elde düş kırıklığına uğradım; fakat araştırmayı derinlemesine taradığımda, bu maymunların gerçek hikayesinin bize verdiği dersler için büyüyen bir minnetarlık hissettim. Japonya Maymun Merkezi’in Primat raporları cilt 2, cilt 5 ve cilt 6’da öğrendiklerime dayanarak hikayenin gerçek gelişimi şöyle;

1958’e kadar, sürüdeki tüm genç maymunların patatesleri yıkamayı öğrenmemiş olmasına karşın, Keyes’in tanımları araştırmayı oldukça yakından takip ediyor. 1958 Mart’ı ile birlikte, (iki ila 7 yaş arası) 19 genç maymundan 15i ve 11 yetişkinden 2si tatlı patatesleri yıkıyordu. Bu zamana kadar yenilikçi davranışın yayılımı bireysel bazda, aile çizgisi ve oyun arkadaşlığı ilişkisi çerçevesindedir. Genç maymunların çoğu, patatesleri yıkamaya başladıklarında 1 ila 2,5 yaş aralığında idiler. Genç maymunlarla çok az teması olan 4 yaşından büyük erkekler bu davranışı edinmediler. 

1959 yılında, tatlı patates yıkamak artık grup için yeni bir davranış değildi. Genç yavrular olarak davranışı edinen maymunlar büyüyor ve kendi yavrularına sahip oluyorlardı. Yavruların bu yeni kuşağı tatlı patates yıkama davranışını, annelerini taklit eden gençlerin normal kültürel kalıbı yoluyla öğrenmişti. 1962 Ocak ayında, Koshima sürüsündeki neredeyse tüm maymunların, 1950’den önce doğmuş olan yetişkinler hariç, tatlı patateslerini yıkadıkları gözlemleniyordu. Eğer tek bir maymun, yetişkin hale gelene kadar tatlı patatesleri yıkamaya başlamamış ise, sürünün genç üyeleri arasında ne denli yaygın olduğu farketmeksizin, bunu daha sonra öğrenmesi olasılık dahilinde değildir. 

Orijinal raporlarda, grubun fikri tüm sürüye aktaracak kritik bir eşiği aştığından söz edilmemekteydi. Daha yaşlı maymunlar, kararlılıkla bu yeni davranıştan habersiz kaldılar. Aynı şekilde, tatlı patates yıkamanın diğer maymun sürülerine yayıldığından da söz edilmemektedir. Diğer sürülerdeki tek maymunların , nadiren tatlı patates yıkadıklarından söz edilmektedir, ancak, bu tarz oluşumlar için daha basit başka açıklamaların olduğunu düşünüyorum. Eğer grupta bir Imo varsa, diğer sürülerde de Imo benzeri maymunlar olabilir. 

Japon maymunlarının hikayesinin, fikirlerin kendiliğinden aktarımına bir olmak yerine, Thomas Kuhn’un The Structure of Scientific Revolutions (Bilimsel Devrimlerin Yapısı) adlı eserindeki gibi bir paradigma kaymasının (geleneksel eylem tarzına getirilen köklü değişiklik) yayılımının iyi bir örneği olduğunu düşünüyorum. Tamamen yenilikçi bakış açıları gençlik ile yetişkinlik arasındaki eşikte olanlardan gelme eğiliminde. Daha yaşlı olan kuşak, birlikte büyümüş oldukları dünyaya sıkı sıkı yapışmaya devam ediyor. Yeni fikir, eski kuşak iktidardan çekilene ve daha genç kuşaklar yeni bakış açısı ile olgunlaşana kadar genel olgu halini almıyor (yaygınlık kazanmıyor). 

Bu, aynı zamanda, basit yeniliklerin geniş çaplı kültürel değişime öncülük edebileceğinin bir örneği. Yiyecekleri ile bağlantılı olarak suyu kullanma yoluyla, Koshima maymunları, denizi kendi çevreleri içinde bir kaynak olarak kullanmaya başladılar. Tatlı patates yıkamak, buğdayı yıkamaya ve ardından yıkanma davranışına ve yüzmeye, ve deniz bitkileri ile hayvanlarından gıda amacıyla yararlanmaya yönlendirdi. “Böylelikle, koşullanmış maymunlar tavır ve değer sistemlerindeki değişikliklerden acı çektiler ve kültür öncesi olgunun geliştiği temellere döndüler.” (M Kawai, Primates, Vol 6, #1, 1965).

Bu, morfogenetik alanlar ve kollektif bilinçsizlik hakkında ne söylemekte? Çok fazla değil, ancak, “ideolojik yenilik” fikri, herhangi bir şekilde Sheldrake’in morfogenetik alanlar kuramının öngöreceği şey değildi. Söz konusu kuram, yaşlı maymunların (yıkamayanlar) davranışlarının da iyi yapılandırılmış bir kalıp olduğunu fark edecekti. Burada anlaşılan o ki, yeni bir davranışın kırılgan bir kişisel özellik olmaktan, da iyi yapılandırılmış bir alternatife kayması için gerek duyulan bir “kritik kütle” olabilir, ancak yeni bir alternatif yaratmak, otomatik olarak eski alternatifleri yerinden etmez. Sadece daha fazla seçenek sunar. Koşima Adası’ndaki maymunlar tarafından yerleşik hale getirilen yıkama alternatifinin, diğer adalardaki maymunların aynı tekniği “keşfetmelerini” kolaylaştıran bir morfogenetik alan yaratmış olması mümkündür, ancak gerçek araştırma bu fikri ne destekliyor ne de yadsıyor. Bu soruyu aydınlatmak diğer kültürel deney ve deneyimlere kalıyor. 

Araştırmanın önerdiği şey, yine de, pozitif fikirlere sahip olmak (bunun kadar önemli bir adım) kendi başına dünyayı değiştirmek için yeterli olmadığıdır. Bizim halen bireyler arasında doğrudan iletişim kurmaya ihtiyacımız var, düşüncelerimizi eyleme dönüştürmeye gerek duyuyoruz ve bizimkinden farklı alternatifleri seçenlerin seçme özgürlüğünü kabul etmemiz gerekiyor. 

(Çeviri: Ahmet Rahmi Görkey)

100 Maymun Fenomeni

Ken Keyes Jr.’dan belki de hepimizin hayatını değiştirecek bir gerçek deneyin öyküsü.

Size gerçek bir hikâye anlatacağım: Yüzüncü Maymun’un hikâyesini… Pasifik Okyanusu’nda irili ufaklı birçok ada. Bu adalarda Macaca Fuscata türü Japon maymunları yaşıyor. Bu adalardaki maymunların doğal ortamları içindeki davranışları otuz yılı aşkın bir süre bilim insanları tarafından gözleniyor.

1952’de Koshima Adası’nda bilim insanları maymunların beslenmesi için kumların içine tatlı patates bırakıyorlar. Bu adanın maymunları da tatlı patatesin tadından hoşlanıyor ama yiyeceklerinin kumlu olması hiç de hoşlarına gitmiyor. Ama can boğazdan gelir diyerek kumlu da olsa tatlı patatesleri yemeye devam ediyorlar.

Bir gün, on sekiz aylık İmo isimli dişi maymun bu soruna bir çözüm buluyor, İmo, tatlı patatesleri en yakın su birikintisinde yıkayarak yemeyi akıl ediyor. Bu buluşunu annesine de öğretiyor, İmo’nun arkadaşları da patateslerini yıkayarak yemeyi öğreniyor ve kendi annelerine de öğretiyor. Bu yeni davranış biçimi bilim insanlarının gözleri önünde, yavaş yavaş maymunlar arasinda yayılıyor.

1952 ve 1958 yılları arasinda genç maymunlar, beslenmelerini daha zevkli hale getirmek için, kumlu tatlı patateslerini yıkamayı öğreniyorlar. Bu daha sağlıklı ve zevkli yeni davranış biçimini çocuklarını taklit ederek onlardan yeni bir şey öğrenen yetişkin maymunlar da kazanıyor. Yeniliklere açık olmayan, çocuklar ve gençlerden de öğrenilebileceğini düşünmeyen, kendi bildiklerini tekrar eden yetişkin maymunlar ise kumlu patates yemeye devam ediyor. 1958’in sonbaharında çok şaşırtıcı bir şey oluyor. Koshima maymunlarının bir kısmı (diyelim ki 99 maymun) artık patateslerini suda yıkayarak yemeyi öğrenmiş oluyor.

Bir sabah, gün doğarken yüzüncü maymun da patateslerini yıkayanlar arasına katılıyor. İşte o an her şey değişiyor. Aynı günün akşamı, adadaki hemen hemen tüm maymunlar, patateslerini yemeden önce yıkamaya başlıyor. Yüzüncü maymunun ilave enerjisi her nedense devrim yaratıyor!

Ama hikâye bitmedi. Bilim insanlarını şaşırtan asıl sürpriz, bu adayla doğrudan bir ilişkileri olmadığı halde, diğer adalardaki maymun kolonilerinin de aynı anda patateslerini yıkamaya başlamaları… Yeni bir düşünce ve davranış tarzı, toplumları oluşturan fertlerin belirli bir oranı tarafından benimsendiği an, bu yenilik, mesafenin önemi olmaksızın zihinden zihine aktarılabiliyor.

Yani, “Yüzüncü Maymun Fenomeni” denilen bu fenomen şunu gösteriyor: Yeni bir düşünce, yeni bir yol, toplumda sadece belirli sayıda insanlar tarafından biliniyorsa, bu yenilik sadece o kişilere ait bir şey oluyor.

Ama “bilenlerin” sayısı belli bir kritik noktaya ulaştığı an, sadece bir kişinin daha “yeni yol”a katılması, toplum bilincinin aşama geçirmesine yol açıyor. Yeni düşünce, birdenbire herkes tarafından düşünülmeye başlanıyor. Niceliğin niteliğe dönüşme noktası…

“Yüzüncü Maymun Fenomeni”, Duke Üniversitesi’nden Doktor J.B. Rhine tarafından değişik deneylerde tekrarlanıyor. Sonuç her seferinde aynı. Bugüne dek mutsuz, huzursuz, bencil, korku dolu, karamsar bir dünya süre geldi. Zihinlerde hala taş devri korkularmı taşıyoruz. Yeniiklere açık, farklı düşünenler ise aşağılanıyorlar, alay ediliyorlar, toplum dışına itiliyorlar. Cesaretleri takdir edilmek bir yana söndürülmeye çalışılıyor bu insanların… Einstein bile teorisini ilk ortaya attığında meslektaşları tarafından kınanmış. Sıradan insan asla büyük insan olamaz. Doğar, yaşar ve ölür. Buna yaşamak denirse! Dünyada mutlu, huzurlu, sevecen, aydınlık dolu insanlar yok mu? Cesur bir dünya isteyen ve bu uğurda çaba göstermekten çekinmeyen, her şeyi göze alan insanlar yok mu? Elbette var. Sayıları gittikçe de çoğalıyor. İnsanın, insanlık boyutunda devrim yapabilmesi için yüzüncü maymunun aralarına katılmasını bekliyorlar. “Yüzüncü Maymun” belki de sizsiniz.

Ken Keyes Jr.

(Çeviri: Nil Gün)

 

 

Konuk Yazar